AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ
Albaraka Türk

Y A Z A R L A R
Sevmenin zulmü...

Aşkta ölmeyi denediğiniz bir günün denize ve martılara şöyle bir değip kaybolan bölgelerinde bulundunuz mu hiç? Aşkın zamanı ve mekanı aşan bir "varlık" boşluğu içinde bizi karşıladığı mevsim... Bir hafızdan bir hafıza akan kokunun bir yürek boşluğunda eriyip uzun bir suskunluğa karıştığı "aşk operası"nın bir bölümü yani...

Martıların çığlıkları altında tarifsiz kokular içindesinizdir ama gidenler çoktan gitmiştir. Tıpkı Pink Floyd'un, "Dark side of the moon" şarkısında olduğu gibi,

"Ve koşuyorsun ve koşuyorsun yetişmek için güneşe; fakat o batıyor,
ve hızla dolanıyor doğmak için arkan bir kez daha,
Güneş aynı güneş, fakat sen daha yaşlısın,
Daha soluksuzsun ve bir gün daha yakınsın ölüme."

"Ayın karanlık yüzü"nde onu yeniden bulduğumuzda artık sevmek zordur. Aniden boynuna sarılınca aşka dair bütün kokuların bir anıya dönüşeceğini ve şiirin bitmek üzere olduğunu düşünebilirsin. Belki de hiçbir zaman anlatılamayacak ve tarif edilemeyecek olan bu "aşk tarihi"nde kendine ait özel bir yer seçersin.

Ve bir gün her şey bittiğinde küllerinin mühürlenmiş kalplere ulaşması sadece üç saniye sürer. Ve şiirlerin aşklara yetmediğini o zaman anlayacaksın...

O aşk depreminin gerisinde koskocaman bir hayat duracak ve sen elini uzatıp dokunamayacaksın. Bütün cümleler bittikten sonra bile sahipsizleştikçe, uzayan bir zamanın içinde kendi zamanına şöyle bir değip geçeceksin o kadar...

Belki de aşkın zamanın içinde değil, zamanın sonunda bir yerlerde olduğunu ölüme en yakın olduğun anlarda anlayacaksın. Kalbinin med ve cezriyle, dünyanın med ve cezrinin farkını anlayınca aşkı anlayacaksın...

Çoğu zaman yitirdiğimiz aşkların külleri teselliye yetmediği anlarda, aşkın bir ütopyalar toplamı olduğunu düşünürüz. Çünkü, "ben"den bir başka "ben" yaratan, varlığı ile hayatın tadını, kokusunu, görüntüsünü değiştiren aşk, sıradan hayatlarımızı "melek burcu"ndaki olağanüstülükler katına yükseltir.

Bu yüzden yitirmenin acısını en çok, kendi mabedinden uzaklaşıp "aşk katı"nda kendi celladıyla ölmeyi bilenler bilir...

Bir gün hafızamız tümden silinseydi ve tarih hiç olmasaydı, acaba aynı ateşte bir kez daha yanmayı göze alabilir miydik? Yoksa sevmenin zulmüyle mütevekkil susup oturan kalbimiz, isyan halatlarını çözüp, ruhumuzun ucsuz bucaksız dehlizlerinde yeni bir "sefer"e mi çıkardı?


12 Ekim 2003
Pazar
 
MEHMET OCAKTAN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
Abone Formu
Mesaj Formu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Karikatür | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED