YeniSafak.com “ Türkiye'nin birikimi... ” Dizi

 
Ana Sayfa...
Gündem'den...
Politika'dan...
Ekonomiden...
Dünya'dan...
Kültür'den...
Yazarlar'dan
Spor'dan
Dizi...

 

 

Gülen Türkiye'ye dönecek mi?

Sanki iki devlet var.. Biri Gülen'e öfkeli, diğeri ise Gülen'le övünüyor...

Fethullah Gülen üzerindeki tartışmaları ve yargıya da intikal eden iddiaları izlerken, hep aynı izlenimi alıyorsunuz.. - Türkiye'de devlet de, siyaset de, toplumun farklı düşünen kesimleri de, hem birbirleri ile, hem kendi aralarında, bitmez tükenmez kavgaların tarafları.

1999'un Haziran ayında medyaya verilen "Gülen kasetleri" ve "Gülen Raporu", iktidarda bulunan Bülent Ecevit ve Mesut Yılmaz'ın da tepkilerine yol açmıştı..

"Seçilmişler" ile "atanmışlar", devlet gücünün kullanılış biçimi üzerinde çok farklı konumdaydılar.. Ama başbakan farklı düşünse de, "derin devlet", bildiği yöntemden vaz geçmek niyetinde değildi neticede..

Bu dualist (ikili) yapı, en çarpıcı biçimde, kasetler ve rapor olayından 6 ay sonra, Davos'ta sergilendi..

Başbakan Ecevit, yüksek bürokratların ve önemli işadamlarının eşliğinde, İsviçre'nin Davos kentindeki "Dünya Ekonomik Forumu"na katıldı.

Sonrasını, 27 Ocak 2000 tarihli Hürriyet gazetesinde, Muharrem Sarıkaya imzalı haberden izleyelim.

Haberin başlığı "N.G.O Fethullah" şeklinde verilmiş.. Alt başlıkta ise şunlar yazılı:

- Davos'ta dağıtılmak üzere Başbakanlıkça hazırlanan Türkiye'nin tanıtım broşürlerinde, isim verilmeden Fethullah Gülen'e övgüler yağdırıldı. N.G.O olarak tanımlanan Gülen'in 154 okulunun dünyanın dört bir yanında yer aldığı belirtildi.

Türkiye'ye yabancı sermaye çekmek için ülkenin potansiyelini anlatan 22 sayfalık broşürde, Türk hükümetinin Balkanlardan Rusya Federasyonu'na, Kafkaslardan Orta Asya'ya, değişik seviyede okul ve üniversite açılışına destek verdiği vurgulandı.

Buna örnek olarak da, isim verilmeden Fethullah Gülen'in okulları gösterildi ve şöyle denildi:

Devlet iftihar ediyor

"NGO'lar (Non Govermental Organizations-Türk vakıfları ve sivil toplum örgütleri), dünya çapındaki faaliyetlerini artırdılar. 34 ülkede 154 okul açtılar. Üstelik de bunlar sadece Türkiye'nin komşularında değil; Tanzanya'dan Kamboçya'ya, Tayland'a Avustralya, Rus Federasyonu ve Moğolistan'a kadar uzanan birçok ülkede yer aldı."

Fethullah Gülen'le ilgili MGK'da en sert tartışmaların geçtiği bir sırada, Başbakanlık tarafından Türkiye'nin tanıtımına ilişkin Davos metninde Gülen'in okullarından övgüyle söz edilmesi dikkat çekti.

Evet.. Türkiye'nin Başbakanı Gülen'in okullarını ülkesinin dinamizmine kanıt olarak dünyaya anlatmaktadır..

Ve bu okullar, DGM Savcısı Nuh Mete Yüksel'in iddianamesine göre, devleti ele geçirmek için yetiştirilen şeriatçıların yuvalandığı odaklardır..

Acaba kim haklı?.

Tekrar "iddianame"ye dönelim ve 16-17'nci sayfalarda "Gülen'in yurt-dışı faaliyetleri"ne örnek olarak verilen okulları hatırlayalım..

"İddianame"ye göre, Fethullah Gülen planlı bir şekilde yurtdışı örgütlenmesine yönelmiştir.

Bu yönelişte:

- Sosyo ekonomik ihtiyaçları fazla olan yeni Türk Devletlerinde taban oluşturmak,

- İran'ın Şii propagandasının etkisini kırmak,

- Finans ihtiyacını karşılayacak olan ticari şirketlerinin, ticari atılımlarını sağlamak,

- Bu devletlerde de ihtiyaç duyulacak bürokratik kadroları yetiştirmek,

- Türk İslam Birliğini oluşturmak, gayeleri güdülmüştür.

- Dünya İslam Birliğini sağlamak amacını güden Fethullah GÜLEN Türk ve Müslüman olmayan ülkelerde de faaliyet göstermektedir.

Bu faaliyetlerinin amacı:

- Kendisine bağlı bürokratik kanalların oluşturulması,

- Globalleşmenin sonucu oluşan bilgi transferini hedefi doğrultusunda kullanma,

- Kendisine bağlı kişilerin refah düzeylerini artırmak ve etki alanlarını genişletmektir.

- Fethullah GÜLEN grubu 1992 yılında başlattığı yurtdışı açılımı sonucu 35 ülkede:

6 üniversite ve yüksekokul,

236 lise,

2 ilkokul,

8 yabancı dil ve bilgisayar merkezi,

6 üniversiteye hazırlık kursu,

21 öğrenci yurdu olmak üzere toplam 279 eğitim kurumunu faaliyete geçirmiştir.

"İddianame", Gülen'in yurtdışı faaliyetlerinin ve okulların nihai amaçlarını da, şöyle yorumluyor:

- Kuruldukları ülkelerde ileride devleti yönetecek nitelik ve nicelikli kadroları yetiştirmek,

- Bu kesimin Türkiye'de kurulacak İslami Devlete sempati ile bakmasını sağlamak,

- Uzun vadede Türkiye'de kurulması planlanan siyasal İslam'a uluslar arası alanda siyasi destek sağlamak,

- Fethullah GÜLEN, hükümetin bilgisi dahilinde Papa 2'nci Jean Paul'un daveti üzerine 9 Şubat 1998 tarihinde Vatikan'da Papa ile görüşmüştür. Görüşme İslam ve Hıristiyan Dünyalarını temsilen dinler arası diyalog zemininde oluşmuş ve Fethullah GÜLEN uluslararası platformda Türkiye'de İslami kesimin lideri olarak gösterilmiştir.

Fethullah Gülen'in cevapları

Sesini ve görüntüsünü taşıyan video-kasetleri ve hakkındaki raporlar, Türkiye'nin gündemini alt-üst ederken, Gülen Amerika'daydı. 21 Mart 1999'da Amerika'ya tedavi amacıyla giden ve halen Pennsylvania'da bulunan Gülen, 22 Haziran 1999 günü, telefonla Show-TV'de, Reha Muhtar'ın haber programına katıldı.

Gülen, önümüzdeki ay başlayacak olan yargılanmasına katılmak için Türkiye'ye dönecek mi, bilinmiyor..

Ancak o programda Reha Muhtar, şöyle sormuştu:

- Hakkınızda dava açılacağı yönünde işaretler var. Hatta idamla bile yargılanacağınız söyleniyor. Bu durumda Türkiye'ye dönmeyi düşünüyor musunuz?

Gülen'in bu soruya cevabı şöyleydi:

- Ben Türkiye hasretlisi bir insanım. Kabe'de olduğum zaman bile Türkiye'yi özlediğim için bir an önce dönmeye çalıştım. Şimdi bende bulunan yüksek tansiyon uçağa binmeme imkan tanımıyor. Hakkımdaki iddialara karşı kendimi savunmak için gerekli araştırmayı yapmak üzere Türkiye'ye gelmek istiyorum. Ölüm ise benim çok arzu ettiğim birşey. Gerçi kendi hayatıma son verecek değilim. Ama hakkımda bir idam kararı çıkmışsa, buna yolda giderken bir inci bulmuşçasına sevinerek gelirim. Bu, Rabbime ulaşmak için en iyi yoldur.

Gülen'in Türkiye'ye dönememesini yüksek tansiyona bağlaması dolayısıyla, onun sağlık durumunu bilmekte de fayda var..

Gülen'in sağlık durumu ile ilgili içerikli bir açıklama, "Aksiyon" dergisinin 1999 Haziran sayısında (19/25 Haziran) yayınlandı..

Bu açıklamayı aynen aktaralım:

Gülen'in sağlığı

Fethullah Gülen, 1997 yazında geldiği Amerika'da müzmin kalp rahatsızlığı sebebiyle Cleeveland'da muayene oldu. Üç ana damarındaki tıkanıklığın yüzde 70-80'e ulaştığını ifade eden doktorlar, kesin çözüm olmamakla birlikte Gülen'e ameliyat olması teklifinde bulundular ancak sonuna şu ifadeyi ekleyerek: "Ameliyat olsanız 15 yıl yaşarsınız, olmasanız yine 15 yıl." Bu açıklamanın ardında, Gülen'in kronik şeker rahatsızlığı sebebi ile damarlara müdahale edilse bile bir süre sonra yeniden tıkanma riskinin büyük olduğu gerçeği vardı. Şüphesiz bu durum ameliyatı tercih etme noktasında kararsızlığa sebep oldu ve Gülen, doktorlara ilaçla tedavi yolunu deneyeceğini, doktorlar da ona mutad aralıklarla muayeneden geçirilmesi gerektiğini ve sürekli kontrol altında tutulmasının hayati önem taşıdığını söylediler.

Yaklaşık iki yıldır bu tedaviye devam eden Gülen, kontrol için gitme vakti geçtiği halde ABD'de ikinci bir muayeneye sıcak bakmıyordu. Tâ ki bir ziyaretle gelen davete kadar. Bu davet kendisini Türkiye'de bizzat ziyaret eden ve ABD'nin seçkin tıp merkezlerinden biri olan Mayo Klinik Dış Münasebetler Müdürü tarafından yapılıyordu. Bir Türk olan ve Türkiye'de özel bir tıp merkezi ile karşılıklı bilgi, teknoloji ve personel alışverişinde bulunmak gayesi ile Türkiye'ye gelen Said Bey, Gülen'i de ziyaret ederek muayene için ikna etmeye çalışmıştı. Amerika'ya döndüğünde gönderdiği Mayo Clinic resmi davet yazısında 22 Mart günü için randevu alındığı ifade ediliyordu.

21 Mart'ta Amerika'ya varan Gülen'e 21-26 Mart tarihleri arasında check-up uygulandı. Alınan ön raporlar, Cleeveland'daki sonuçları doğruluyordu. Değişen fazla bir şey yoktu. Doktorlar, nihai karar vermek için kesin raporların alınmasını beklerken Gülen'e kontrolleri altında ilaçla tedaviye devam etmesi tavsiyesinde bulundular.

Bu esnada Gülen'le tanışan doktorlardan birisi de Amerika'da doğmuş ve büyümüş bir Türktü. Amerika'da çok yaygın olan alternatif tıpla ilgilenen bu doktor ve bu alanda uzman olan arkadaşı muayeneleri sonunda Gülen'e Türkiye'de pek tanınmayan fakat Amerika'da 20 fakültede öğrenimi yapılan Osteopathy ve Homiopathy sahasında selasyon (chealation) tedavisi teklif ettiler. Normal tedavinin yanında uygulanacak olan bu kür tedavisinin hiç bir mahzuru yoktu.

ABD'de resmen kabul edilen bu tedavi yöntemi, kurşun ve metal zehirlenmelerini de önlüyor. Yapılan araştırmalar, bu yöntemle damarlardan kalbe, bacaklara ve beyne kan akışının daha rahat olduğunu ispatlamış. ABD Deniz Kuvvetleri'nde bilhassa kurşun zehirlenmesine karşı kullanılan ve selasyon yönteminde kullanılan ilaçlardan olan Calcium Disodium EDTA, yiyeceklerde antitoksidan olarak da fonksiyon görüyor.

Doktorları, Fethullah Gülen'e 1'er aylık kürler halinde 3 aylık bir tedavi süresi önerildiğini, 10 Mayıs'ta başlayan bu tedavi kürleri çerçevesinde, Gülen'in ayrıca her gün yürüme bandında yürüdüğünü ve çok sıkı bir diyet uygulaması ile kolesterolünün en alt seviyeye düşürülerek, sabah-akşam alınan insülinle de şeker rahatsızlığının kontrol altında tutulmaya çalışıldığını ifade ediyorlar. Gülen'in özellikle bu tedavi aşamasında kalbini zorlayacak, heyecan verecek hadise ve ortamlardan uzak kalması ve yer değiştirmemesi gerektiğini ilave eden doktorlar, ilk bir aylık kürün bitim tarihi olan Haziran'da Gülen'i muayene ettiklerini, kendisine yeni ilaçlar verdiklerini ve şu anda kontrol altına alınan şeker, tansiyon ve kolesterolünün dengede seyrettiğini söylüyorlar.

Gülen kendini savunuyor

Fethullah Gülen'in DGM'de açılan son davaya ilişkin savunması, henüz bilinmiyor.. Ama, geçen yıl medyaya verilen ve DGM Savcısının iddianamesinde delil olarak sunulan kasetlere ve hakkındaki suçlamalara ilişkin, daha önce verilmiş cevapları var.

Bunlar bir ön-savunma niteliği taşıyor..

"Aksiyon" dergisinden alarak, bazı cevaplarını aktarıyoruz..

- Fethullahçılık ve Fethullahçı örgütlenme veya yapılanma konularında ne söyleyebilirsiniz?

İslâm, her türlü -cilik ve -culuk ayırımlarına temelden karşıdır. Nasıl, Hristiyanlığın adı baştan Hristiyanlık değildi ve Romalılar, "İsa'ya uyanlar" manâsında bir aşağılama ve suçlama olarak "Hristiyan= Hrist (Krist-Hristos)'a uyan" ifadesini uydurdular; yine nasıl, müsteşrikler, İslâm'ı ilâhî bir din değil de, Efendimiz Hz. Muhammed'in güya kurduğu bir din olduğu imajını vermek için "Muhammedanism = Muhammedîlik, Muhammedçilik" tabirini uydurdular; aynı şekilde, bugün de bazıları, hem ortada bir suç örgütü olduğu imajını vermek, hem de bazılarını suçlayabilmek için "Nurcu, tarikatçı" gibi uydurmalara gidiyorlar. -Kabûl edenin de, diyenin de Allah hakkından gelsin- Fethullahçı tabiri de bu uydurmalardan biridir.

Türkiye'de benim kadar ayırımcılık ifade eden kelimelere, tabirlere ve ayırımcılığa karşı ikinci bir insan göstermek zordur. Bunu, defalarca ifade ettim. Ve, böyle bir etiketlemeyi şiddetle, nefretle reddediyorum; hattâ, müsamaha ufkum ve bazı kelimeleri kullanmaya edebim müsaade etseydi, lânetle reddediyorum derdim.

"Fethullahçı yapılanma veya örgütlenme" iddiasına gelince: Bir defa ben, kanun dışı bir insan değilim. Emekli bir memurum. Pek çok kısmı resmî devlet memuru olarak 35 yıla yakın vaaz verdim. Yayınlanmış pek çok kitabım var. Verdiğim vaazların pek çoğunun kasetleri bandrollu olarak piyasada bulunuyor. Ne vaazlarımdan, ne de yazdıklarımdan dolayı hiç bir soruşturmaya uğramadım. Bırakın soruşturmayı, bir ihtar bile almadım. Bir insanın söylediklerinde ve yazdıklarında suç olup olmadığına polis memurları değil, savcılar ve hakimler karar verir. Bunlar, isterlerse bilirkişilerin mütalâalarını da alabilirler ve çok zaman da alırlar. Hele, bazı söylediklerinizden ve yazdıklarınızdan, bizzat suçlamayı yapanların ifadeleriyle "cımbızla" bazı ifadeler alınacak; sonra bunlara manâlarının bilinmediğini, biliniyorsa çarpıtıldığını ortaya koyacak şekilde anlamlar yüklenecek; hattâ, siz İslâm demişseniz, yerine şeriat konacak; hizmet eri demişseniz, yerine militan konacak ve sonra da bir örgütlenmeden söz edilecek. Bütün bunları da, böyle bir şey görev sahasına girmeyenler yapacak.

DGM kararları var

İkinci olarak, bir insan hakkında, o insanın yazdıkları ve söyledikleriyle alâkalı karar merkezi olan mercîler, yazılanlarda, söylenenlerde, yapılanlarda hiç bir suç unsurunun bulunmadığına defalarca karar vermişler; bu konudaki suçlamalar her defasında kesin olarak reddedilmiş. Buna rağmen, bazıları ve üzerlerine vazife olmayanlar kalkıp, aynı şeyleri tekrar edecekler. Meselâ, İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığı, 1998/1283 hazırlık ve 1998/209 no.lu kararında, Fethullah Gülen ve arkadaşlarının orduyu ve emniyet güçlerini ele geçirmek için örgüt oluşturdukları iddiasını kesin bir dille reddetmiş ve "Ortada bir suç unsuru bulunmadığından takibata yer olmadığına, tebligata da gerek bulunmadığına" karar vermiş. Aynı şekilde, bu defa Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığı, 1997/18 hazırlık no ve 1998/24 no.lu kararında da, Fethullah Gülen ve talebeleriyle bağlantılı şeriat düzeni getirmeyi amaçlayan bir örgütün bulunmadığını, dolayısıyla bu konuda adı geçenler hakkında dava açılmasına gerek olmadığını kesin olarak ifade etmiş.

Hangi istihbarat geçerli?

Şimdi, mahkemelerin bu kararları ortada iken, hem de bunlar 1998 yılı içinde verilmiş kararlar iken, polis memurlarının, bazı kelime ve tabirlere kendilerince verdikleri birtakım manâlara dayanarak, ağır suçlamalara gitmeleri, mahkemeleri ve yasaları hiçe sayma manâsına gelmez mi?

Burada daha önemli bir hususu arz etmek istiyorum: Adları telefon dinleme skandalına karışanlar, bir suçlamada bulunuyorlar. Bunlar, bir şehir emniyetinin istihbarat mensupları. Buna karşılık, Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanlığı'nın, yani daha üst ve daha yetkili bir makamın, bir gazetede de yer alan çok açık ifadeleri var. Bu makamın "İstihbarat Bülteni"nde ve "Terörizm Sorunu ve Türkiye" başlıklı kitabında, "Müslüman bir kişinin terörist olamayacağı, benim bazı yazılarımdan örnekler verilerek açıklanıyor ve İslâm adına takip ettiğim çizginin hiç bir zaman değişmediği ve bunun ılımlı bir din anlayışına dayandığı, dini siyasî hedeflere alet etmekten uzak, hattâ böyle bir şeye karşı olduğum" vurgulanıyor. Bu görüşlerimden dolayı radikal dînî gruplarca eleştirildiğim ifade ediliyor. Şimdi, bizzat yazdıklarıma, söylediklerime ve yaptıklarıma dayanarak verilmiş bir en üst Emniyet İstihbarat raporu mu geçerlidir; yoksa, büyük bir skandala adı karışanların can havliyle basına sızdırdığı ve yazıp söylediklerini keyiflerince yorumlayanların, verdikleri manâlarla anlamadıklarını ortaya koyanların çelişkilerle dolu iddiaları mı geçerlidir? Kararı kamuoyunun vicdanına ve gerçek hukuk anlayışına, gerçek istihbarat anlayışına havale ediyorum.

Bir diğer önemli husus da, yanlışlıkla fakire atfedilen, fakat temelde her kesimden bu millet evlâdlarının ortaya koyduğu hizmetler, yapılan bir anketle de ispatlandığı gibi, halkımızın büyük çoğunluğunun tasvibine mazhar olmuş hizmetlerdir. Bu çoğunluk ki, içinde siyasî/gayr-i siyasî, Sünnî/Alevî her kesimden insan var. Hattâ, Katolik, Ortodoks, Musevî ve Süryanî cemaatlerinden ve işadamlarından, dahası spor ve san'at camiasından pek çok insan var. Acaba bütün bu insanlar aldanıyor da, sadece adları garip bir skandala karışmış bir-kaç memur mu gerçeği görüyor?

 

YARIN 5. BÖLÜM: Cemaatten cemiyete

 


Kağıda basmak için tıklayın.



 


Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar | Spor | Bilişim | Dizi
İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV


Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED

Bu sitenin tasarım ve inşası, İNTERNET yayını ve tanıtımı, TALLANDTHIN Web tarafından yapılmaktadır. İçerik ve güncelleme Yeni Şafak Gazetesi İnternet Servisi tarafından gerçekleştirilmektir. Lütfen siteyle ilgili problemleri webmaster@tallandthin.com adresine bildiriniz...