YeniSafak.com “ Türkiye'nin birikimi... ” Dizi

 
Ana Sayfa...
Gündem'den...
Politika'dan...
Ekonomiden...
Dünya'dan...
Kültür'den...
Yazarlar'dan
Spor'dan
Dizi...

 

 

Sanki iki devlet var.. Biri Gülen'e öfkeli, diğeri ise Gülen'le övünüyor...

Cemaatten cemiyete

Özkök 1995'te onunla söyleşi yaparken "Hapiste ne kadar yattınız?" diye sordu. Cumhuriyet'te Oral Çalışlar'la görüşürken, "Devlete zarar vermemek en önemli konu" diyordu..

Fethullah Gülen'in kendi cemaatinin dışına çıkışını, bazıları "cemaatten cemiyete", bazıları da "kozadan kelebeğe" ifadeleri içinde değerlendiriyor..

"Gülen olayı"nın bu aşamalarını, Prof. Nilüfer Göle yönetimindeki bir "atölye çalışması"na dayanarak ele alalım.. "İslam'ın Yeni Kamusal Yüzleri" kitabında (Metis Yayınları), "Fethullah Gülen cemaat hareketi"ni inceleyen Uğur Gömeçoğlu, şöyle görüyor olayı..

-Said Nursi, İslamî gelişmede kronolojik aşamalar tanımlıyor ve Fethullah Gülen hareketinde de bu tanımlamaların "naif" izlerini bulmak mümkün. Birey merkezli olarak inancın ıslah edilmesi ve yayılması (iman faslı); sosyo-kültürel yapıların dönüştürülmesiyle toplumsal hayatta inanç (hayat faslı) gibi..

-Said Nursi, ülke üzerinde yaygın bir inançsızlığın egemen olduğundan bahisle, kendisinin "kış"ta dünyaya geldiğini söylüyor. İleride ikinci aşamada görev alanlar, yani toplumsal yaşamdaki müminler, "bahar"a denk geleceklerdir.

-Said Nursi döneminde hedef yalnızca bireyken, Fethullah Gülen döneminde hem bireysel, hem kurumsal büyüme olmuştur.. F. Gülen, 1995'te ikinci aşamaya geçtiklerini ima etmektedir.. (Ufuk Turu-E. Can) İkinci aşama aynı zamanda cemaatin inziva ve mahremiyetten, toplumsal açılmaya geçişine tekabül eder. İkinci aşamada "imanlı bireyler"in birlikteliği toplumsal kurumları ve özellikle eğitim kurumlarını dönüştürür. "Toplumun kişileşmesi", bu yaklaşımlarda da görülmektedir..

Bunlar Uğur Gömeçoğlu'nun, 1997'de Boğaziçi Üniversitesi'nde, Sosyoloji Bölümü'ne yüksek lisans tezi olarak sunulan çalışmasındaki tespitler..

ÇEŞİTLİ KAYNAKLAR

Elimizde, Latif Erdoğan'ın kaleme aldığı "Küçük Dünyam" adlı Gülen'in oto-biyografi denemesi ve Eyüp Çan'ın Gülen'le söyleşisinin kitaplaştırıldığı "Ufuk Turu" var.. Ayrıca, gazetelerde, dergilerde, televizyonlarda yayınlanmış "Gülen'le söyleşiler" de, Fethullah Gülen grubunun, "kozadan kelebeğe" uzanan süreci hakkında bilgiler veriyor..

İlk dönemde Fethullah Gülen, "nispeten" daha rahattır.. Hatta bu rahatlık Cumhuriyet yazarı Oral Çalışlar'ın da dikkatini çekmiş ve Ağustos 1995'te Gülen'le yaptığı söyleşide "devlet-Gülen ilişkileri" konusunda sorular yöneltmiştir..

20 yaşındayken Edirne'deki bir camie vaiz olarak atanan, camide kalan ve münzevi bir hayat yaşayan Fethullah Gülen, önce bireylerle ilişki kurmuş ve 1979'dan başlayarak "Sızıntı" dergisi ve daha sonra da 1980'lerden itibaren "dershaneler"le "toplum-merkezli" aşamaya adım atmıştır..

Gülen'in halka veya medyaya açılma yılı 1995'tir.. O yılın ocak ayında, önce Hürriyet, sonra Sabah gazetelerinde röportajları geniş biçimde yayınlanmıştır. Aynı yılın şubat ayında "Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı", bin kişilik bir iftar yemeği vermiş, sonra da aynı vakıf, yine görkemli bir davetle "1995 Hoşgörü Ödülleri"ni dağıtmıştır.

ÖZKÖK-GÜLEN SÖYLEŞİSİ

1995'in ocak ayında Hürriyet'te geniş biçimde yayınlanan Fethullah Gülen söyleşisine başlarken, Ertuğrul Özkök şöyle soruyor..

E.Ö- Siz içine kapalı bir din adamıydınız. Son günlerde dışarı açılma niyetinde olduğunuzu gösteren işaretler var. Neden böyle birşeye ihtiyaç duydunuz?

F.G- Aslında bir gazeteci; televizyonda çalışan bir insan kadar olmasa bile, vazifem itibarı ile hep halkın içindeyim. Vaizler, toplumun içinde olan insanlardır. 20 yaşından önce mesleğe intisap ettim. Edirne'de, Kırklareli'nde, İzmir'de ve Ege'de dolaştım. Uzun zaman gezici vaizdim. Toplum içindeydim. Duyulma, görülme, bilinme, eğer bunlar bir mana ifade ediyorsa, duyulan, bilinen, görülen bir insandım. Fakat gazetelere intikal etmiyordu düşüncelerim, televizyonlara ulaşamıyorduk..

Bilinçli bir cumhuriyet çocuğu olarak, Özkök, birkaç yıl sonra bu "medyaya açılma"nın neler doğurabileceğine zıt işaretler veriyor 1995'in ocak ayındaki söyleşide..

E.Ö- Ordunun içindeki Fethullahçı denilen subaylardan söz ediliyor. Hatta bu yüzden ordudan çıkarılanlar var. Bu kişilerin sizinle hiç ilişkisi yok mu?

F.G- İçlerinde beni tanıyanlar da olabilir, tanımayanlar da.. Camiye gelmiş, vaaz dinlemiş olabilirler. Bilmem ben. Belki ordunun içinde bu söylentilere inananlar vardır. Bilemiyorum. Fakat kastedilen manada "Fethullah" yoktur. Dolayısıyla Fethullahçılık da yoktur.

...

E.Ö- Çeşitli dönemlerde içeride yattınız.. Ne kadar süre tutuklu kaldınız..

F.G- Girip çıktığım oldu. En çok 12 Mart Muhtırası'ndan sonra 6,5 ay kadar kaldım. Soldan bazı arkadaşlarla bir koğuşta kaldık..

Evet.. Gülen halka açıldıktan sonra ve görkemli törenlerde yer alınca, "Acaba Türkiye'de ne değişti?" diye sorular gündeme geliyor.

Cumhuriyet'te '1995 Ağustos'unda yayınlanan söyleşide, yazar Oral Çalışlar, merak edilen konuya girip, soruyor:

DEVLET Mİ TUTUYOR?

O.Ç- Daha önce devlet tarafından sürekli izlenen, kovuşturmaya uğrayan, hapishanelere atılan bir kimse iken, birden farklı bir konuma geldiniz.. Siz mi değiştiniz, yoksa devlet mi değişti?

F.G- ...Meselenin bana ait yönüne gelince, ben dün ne dediysem, bugün de aynı şeyleri söylüyorum. Bu açıdan dünkü yanlışları her iki tarafa paylaştırmak daha isabetli olur kanısındayım. Biz kendimizi anlatamadığımız için yanlış yapmışken, muhataplarımız da bizi anlama ihtiyacı duymadan hakkımızda peşin hüküm vermekle yanlış yaptılar.

O.Ç- Cumhuriyetin kuruluşuyla birlikte tekke ve zaviyeler kapatıldı. İslami kesimin görüşlerine göre, İslamcılar üzerinde ağır baskılar uygulandı. Şimdi ise devlette bir tavır değişikliği var. Örneğin size karşı gösterilen ilgi. Eskiden bu kadar rahat hareket edemiyordunuz?

F.G- Bu tür bir değişiklik, sadece Türkiye sınırlarıyla çerçeveli değildir. Kanaatimce bütün dünyada bu yönlü bir değişim söz konusudur.. Türkiye de, bu umumi değişimden payına düşeni almaktadır. Yani umumi manada Hristiyanlar kiliseye, Yahudiler havraya, Budistler kendi tapınaklarına giderken, Müslümanlar da camiye ve bir bakıma camileri besleyen tekke ve zaviye benzeri yerlere dönüyorlar. Ancak burada şu husus da gözden uzak tutulmamalıdır. Tarikat, İslam'ın ruhî hayatının değişik ekoller halinde zuhurudur. Tasavvufi hayatın, Kitap ve Sünnet'le irtibatlı olarak hayata geçirilmesidir. Tarikat zühd yoludur, takva yoludur. İhlas ve samimiyet yoludur. Bu açıdan, tekke ve zaviyelerin kapatılması, şeklen tarikatlara sekte vurmuş görünse bile, esas itibarıyla o misyon günümüze kadar devam etmiş ve ebedlere kadar da devam edecektir. Tekke ve zaviyelerin kapatılmasına gerekçe gösterilen arızalardan bazıları doğru olabilir. Ama bu arızaların bütüne birden teşmil edilmesi doğru değildir.

O.Ç- Siz bu sözlerinizle, tekke ve zaviyelerdeki kısmî arızaları kabul etmekle, devletin yaptıklarını ve gerekçelerini haklı buluyor sayılıyor musunuz?

F.G- Devletin tarikatlarla ilgili müdahaleleri, şekle müdahalelerdir. Zaten bu manada öze ve asla müdahale söz konusu olamaz. Evet bir dönemde tarikatlar çeşitli baskılara maruz kalmışlardır. Ne var ki, 'Mevlana'ların, 'Yunus Emre'lerin, 'Hacı Bektaş-ı Veli'lerin, 'Şah-ı Nakşibendi'lerin ve daha nicelerinin izini silmek mümkün değildir. Bu gerçeği kabulle beraber, tekke ve zaviyelerin işleyiş keyfiyetinde bazı arızalar da bulunmuş olabilir.

O.Ç- Devlet yanlısı bir uslup kullanıyorsunuz. İslami kesim, cumhuriyet döneminde yapılan değişiklikleri sert bir dille eleştiriyor. Siz ise neredeyse onaylıyorsunuz..

F.G- Her alanda dengeli olmak zorundayız. Aşırılıklardan kaçmak, bir erdem vesilesidir. Ben, burada devletin veya bir başkasının haksız uygulamalarını tasvip ettiğimi söylemiyorum. Ancak en anti-demokratik devletleri dahi, devletsizliğe tercih ettiğimi söyleyebilirim. Bu açıdan da, devlet manasının yıpratılmasına, gözden düşürülmesine karşıyım..

Görüldüğü gibi cemaatten cemiyete geçerken, hazırlıklı, ölçülüdür Fethullah Gülen.. Hareketin (veya cemaatin) meşrulaşması, kurumsallaşması, belli ki çok önemlidir..

Ama Gülen ne kadar dikkatli ve özenli konuşsa da, "devlet" onun hakkında farklı düşünmektedir..

GÜLEN ASKERDE

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Vural Savaş'ın kitabından (Militan Demokrasi, Bilgi Yayınları) alıntı yaparak, Jandarma Genel Komutanlığı'nın "Hizbullah Terör Örgütü ve Diğer İrticai Faaliyetler Raporu"ndan, Fethullah Gülen'le ilgili bölümü görelim:

-Unutulmamalı ki F. Gülen'in nihai hedefi ve rüyası, Türkiye liderliğinde İslam Birliği ve 'Tanrı'nın sözünün topluma egemen olmasıdır.

Şifre kendisinin ifadesi ile üç kademelidir. İman, hayat, iktidar.. Said Nursi onlara göre imani dirilmeyi sağlamıştır. İçinde bulunulan safha ise, imanı hayata geçirme ve yaşama safhasıdır. "Altın Nesil" de, iktidarı sağlayacaktır.

-Cemaatin tüm çabası Türkiye'deki siyasal ve ekonomik güç dengesinde söz sahibi olmak ve ranta ortaklıktır. İnsanlara yaklaşılırken "Liberal İslam" anlayışı ile hareket edilmekte, İslam'ın siyasal yüzünü göstermekten ziyade, tüm insanları kucaklayan bir hoşgörü felsefesi olduğu lanse edilmektedir.

-Cemaat tek tip insan yetiştirme gayreti içindedir. Gerçi 1990'larda tahminlerin ötesinde büyüdüğü için, bu amaç biraz sekteye uğramıştır... Büyümenin iki yolu vardır. Okuyan gençler ve esnaf.. Gençler cemaatin insan kaynağını, esnaflar ise lojistik ve para kaynağını oluşturur. F. Gülen'e göre cemaatin lokomotifi Anadolu insanı ve himmetidir. Hiçbir dış katkı yoktur.

-Harp Okulları'na ve askeri liselere sokulacak çocuklar gizlilik içinde eğitilir. Bu çocuklar özel evlere giderler.. Cemaatin örgütlenemediği tek kurum askeriyedir. Son olarak İzmir Maltepe Askeri Lisesi'nden 3, Balıkesir Astsubay Okulu'ndan 2 öğrencinin "Işık evleri"nde Nur eğitimi aldıkları, okulda dikkati çekmemek için abdest yerine teyemmüm etmeleri, namazı gözle kılmaları, oruç tutmamaları konusunda talimat aldıkları, okul bitene kadar kendilerinden birşey beklenmediği tespit edilmiştir.

Evet.. Gülen'in söyledikleri ve "devlet"in onun hakkında düşündükleri arasında çok büyük farklar var.

"Orduya sızma" konusundaki iddialar, acaba ne ölçüde doğrudur?..

Çünkü Fethullah Gülen, kendi yaşam deneyleri ile, orduda İslami hayatı sürdürme veya Siyasal İslam'ı canlandırmanın, pek kolay olmadığını bilir..

GÜLEN ASKERDE

İşte "Küçük Dünyam"dan, Gülen'in askerlik anıları..

-1960 yılının 11 Kasım günü Mamak'ta birliğime teslim oldum. O dönem ihtilâl dönemi idi ve ben Talât Aydemir'in birliğinde idim.

Bir gün eğitimde iken, bölük komutanı beni çağırdı. "Hoca sen misin?" dedi ve ilave etti: "Benim hanımım hasta. Getireyim onu da, bi oku!" "Ben öyle okuma filan bilmem. Eğer siz okumanın tesirli olacağına inanıyorsanız, sizin okumanız muvafık olur" dedim. Meğer beni deniyormuş. Beni büyük ölçüde korudu. Rahat edeyim diye beni telsizci yaptılar.

Tam manâsıyla askerlik yapamıyorum ve dolayısıyla askeriyenin yemeği bana helâl olmaz diye düşünüyordum. Giyeceğim elbiseyi dahi bir askerî talebeden satın almıştım.

Kasım ayında teslim olmuştum. Aralık ayında Talât Aydemir hadisesi patlak verdi. Ve Mamak, 15.000 mevcuduyla bu hadiseyi destekledi.

27 Mayıs İhtilâlinin içinde olduğu halde, daha sonra ihtilâli yapanlara karşı bir ihtilâl teşebbüsüne girişen Aydemir, başarılı olmuş olsaydı, Mussolini gibi hareket ederdi. Kendisi de, onu destekleyenler de tamamen diktatör insanlardı. Maneviyatla da alay ederlerdi.

Askerlikte bazen insanın onurunu çok kırıyorlar. Abdest almaya gittiğim için birkaç defa çok ciddî dayak yedim. Birkaç defa da, namaz kılmaktan dolayı bir-iki dakika geciktim diye patlatırcasına ellerime vurdukları oldu.

Birliğe teslim olduktan 8 ay sonra kuralar çekildi. Kuramda Erzurum çıktı. "Erzurum memleketin, olmaz" diye tekrar kura çektiler. Yine Erzurum çıktı. Yine "Olmaz" dediler. Üçüncüde Diyarbakır çıktı; "Sana zulüm olur" dediler. Dördüncüde İskenderun çıktı, "Hoca yaşadın" dediler.

İskenderun'da da komutanlarla aram iyiydi. Bir de Arif başçavuş vardı ki, onun çok himayesini gördüm. Beni haber merkezine aldı.

Boş vakitlerimi kitap ve Kur'an okumakla geçiriyordum. Burada çok iyi bir komutanım vardı. Bana ısrarla Batı Klasikleri'ni de okumamı tavsiye etti. Onun bu tavsiyeleri sonucu Doğu Klasikleri ile birlikte Batı Klasikleri'ni de okuma imkânım oldu.

Gıdasızlık beni yazın çok hırpalamıştı. Halsizlik başgöstermişti. Sarılık olmuşum. Uzun bir süre hastanede yattım ve ardından 3 ay hava değişimi verdiler. Böylece, 4 yıl önce ayrıldığım Erzurum'a dönme imkânım oldu.

Erzurum'da kaldığım süre içinde Halkevi'ne de gidip geliyordum. Bir defasında orada Mevlâna hakkında bir konferans verdim.

3 ay sonra tekrar İskenderun'a birliğime döndüm. Nihayet askerliğimi tamamlayıp terhis olarak Erzurum'a döndüm ve yeniden Edirne.

'Siyasi İslam' mı
'Sosyal İslam' mı?

Olaya "Gülen çetesi" şeklinde değil "Gülen çemaati" olarak baktığınızda, karşınıza "kentleşme", "sivil toplumun örgütlenmesi", "modernleşme" gibi, sosyoloji bilmini doğrudan ilgilendiren başlıklar çıkar..

Bu konulara ilgi duyan ve ürün veren önde gelen isimlerden biri olan Ali Bulaç, İslam dünyasındaki cemaatleşmelere, "Sosyal İslam" diyor.

Ali Bulaç'ın pek alışılmış "Siyasal İslam" tanımlamasının ötesine geçerek irdelediği, cemaatlere dayalı "Sosyal İslam" kavramının "siyaset"le ilişkisi, şöyle belirleniyor..

-Cemaat devlete muhtaçtır. Çünkü siyasi bakımdan istikrarlı ve bütün toplumsal gruplar karşısında tarafsız bir devlet -bugün buna hukukun üstünlüğüne dayalı demokratik devlet deniliyor- sivil alanın da özgürce gelişmesinin teminatıdır. Her sivil inisyatifi rahatsız eden şey, cemaati de rahatsız eder. Bu da devletin toplumsal gruplar karşısında yanlı davranması -ki bu laikliğe de aykırıdır- ve bu tutumu dolayısıyla tahakkümcü bir karakter kazanmasıdır.

-Kendi varoluş amacına aykırı hareket eden şey, kendi varlık sebebini de ortadan kaldırmış olur. Doğası ve onu ortaya çıkaran sosyal şartlar gereği sivil/medeni bir nitelik olan cemaat, "devleti ele geçirme"ye veya "devlete alternatif olma"ya kalkıştığı anda, artık onu var kılan sebebe aykırı olarak, başka bir niteliğe dönüşür. Bir süre sonra pür siyasi ve siyasileştirilmiş bir kimliğe bürünür.

Ali Bulaç'a göre ise...

Ali Bulaç'a göre, cemaat ve benzeri sivil inisyatiflerin zaman zaman devlete ilgi duymalarının iki sebebi var.

1- Devletin demokratik hukuk devleti misyonundan uzaklaşarak tarafsızlığını kaybetmesi. Kendi öngördüğü formatın dışındaki bütün farklı sosyal faaliyet ve zümreleşmeleri tasfiye etmeye matuf politikalar izlemesi.

2- Gerçekte devletin asli fonksiyonları arasında yer almayan eğitim, sağlık ve benzeri toplumsal fonksiyonlara, sivil cemaatlerin talip olması..

Bu iki durumun ortaya çıkması ile cemaatlerin bürokratik mekanizma içinde kendilerini koruyucu mekanizmalar araması, "cemaatlerin devleti ele geçirme" dürtüleri ile değil, devletin tarafsızlık ilkesine aykırı davranmasıyla açıklanabilir..

Görüldüğü gibi, salt devletçi gözlükle cemaatlere bakarsanız, "şeriatçı örgütlenmeler"i görmeniz mümkündür.

Ama sosyal bilimlerde, her toplumsal ve siyasal olayın, birden fazla boyutu vardır..

Ali Bulaç'ın "cemaat"e bakışını, bu tür çok boyutluluğa örnek olarak gösterebiliriz.. (Bulaç'ın bu konudaki son iki makalesi, 28 ve 30 Eylül'de Zaman gazetesinde yayınlanmıştır.)

 

YARIN 6. BÖLÜM: Çok hızlı mı büyüdü?

 


Kağıda basmak için tıklayın.



 


Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar | Spor | Bilişim | Dizi
İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV


Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED

Bu sitenin tasarım ve inşası, İNTERNET yayını ve tanıtımı, TALLANDTHIN Web tarafından yapılmaktadır. İçerik ve güncelleme Yeni Şafak Gazetesi İnternet Servisi tarafından gerçekleştirilmektir. Lütfen siteyle ilgili problemleri webmaster@tallandthin.com adresine bildiriniz...