YeniSafak.com “ Türkiye'nin birikimi... ” Yazarlar

 
Ana Sayfa...
Gündem'den...
Politika'dan...
Ekonomiden...
Dünya'dan...
Kültür'den...
Yazarlar'dan
Spor'dan
Dizi...

  Arşivden Arama

  I Explorer Kullanıcıları, TIKLAYIN.

 

Biten şey, Batıcılık olmasın sakın!

Üniversitelerin açılışı dolayısıyla yapılan konuşmalarda atılan sloganlar, geliştirilen dogmatik, militan ve militarist söylem/ler, bir gerçeği gün ışığına çıkardı: Türkiye'de demokrasinin, en temel insan hak ve özgürlüklerinin, hukukun üstünlüğünün egemen olması istenmiyor. İstenen tek şey var: Laikliğin korunması.

Ancak bazı elit ve "aydınlar", laikliği, demokrasinin, en temel hak ve hürriyetlerin, hukukun üstünlüğünün hakim kılınmasının garantisi olarak görüyorlar. Böyle düşünen elit ve "aydınlar" arasına son yıllarda İslamcı elit ve "aydın"lar da dahil olmaya başladı! Bu elit ve "aydın"lara göre, "Batı tipi bir laiklik anlayışı ve uygulaması", Türkiye'nin sorunlarını çözebilecek yegane araç veya yöntemdir.

Ülkeye vaziyet eden elitler, laikliği, rejimin, hatta ülkenin bağımsızlığının, toprak bütünlüğünün teminatı olarak görüyorlar. Bugün hemen hemen bütün siyasi partilerin, ekonomik ve kültürel iktidar aygıtlarına hakim olan bütün güç ve çıkar çevrelerinin ortaklaşa olarak paylaştıkları görüş bu. Bu cenahta yer alanlar, laikliği kutsuyorlar; demokrasi, insan hak ve özgürlükleri, hukukun üstünlüğü gibi taleplerin Türkiye'yi "bölücü ve gericilerin ellerine teslim etmekle sonuçlanacağını" düşünüyorlar.

Ne demek bu? Türkiye'nin Batıcılıktan vazgeçtiğini ilan etmesi demek tabii ki!

Türkiye'nin Batıcılıktan vazgeçmesi, Batılılar tarafından da destekleniyor. Türkiye'nin Batıcılıktan vazgeçmesi, Batı yörüngesinden çıkması anlamına gelmiyor; tam tersine her bakımdan Batı yörüngesine girmesi, Batılıların hem ülke, hem de bölge için geliştirdikleri projeleri benimsemesi ve uygulaması anlamına geliyor.

Bizim anlamakta zorlandığımız yakıcı nokta burası işte. Bugüne kadar, Batılılaşmanın, modernleşmenin en önemli dinamikleri ve hedefleri olarak sunulan demokrasi, insan hakları, rasyonalite, liberalleşme, insan hak ve özgürlükleri, hukukun üstünlüğü gibi kavramlar ve kurumlar, Türkiye'de de, İslam dünyasında da, son kertede müslümanlığın hayatın her alanında daha etkin konuma gelmesine yol açtı.

Müslüman toplumlarda kırdan kente göç süreci, kitlelerin siyasi, ekonomik ve kültürel taleplerini sürgit artan bir şekilde müslümanlığın sunduğu söylemlerle telaffuz etmelerini intaç etti. Ve sonuçta 1970'lerden itibaren İslami söylemler tüm primitifliklerine rağmen müslüman toplumlarda en güçlü alternatif söylemler oldu. Kırdan kente göç süreciyle birlikte müslüman kitleler bir takım köklü sorunlar ve travmalar yaşadılar ama o zamana kadar pek gündemlerinde olmayan yakıcı bir sorunu, yani müslümanlıkla ilişkilerinin sorunlu olduğunu da keşfettiler.

Ne olduysa işte bundan sonra oldu: Müslüman toplumlardaki kitleler, bu travmatik deneyimle birlikte iki önemli şeyin farkına vardılar: Birincisi, Batıcılık veya Batılılaşma söyleminin hem hayatlarını anlamlı kılacak kapsamlı bir dünya ve hayat tasavvuru sunmaktan uzak olduğunu; hem de kişiliklerinde ve toplumun genelinde tam bir parçalanma ve çatışma doğurduğunu gördüler. İkinci olarak da, Batıcılık veya Batılılaşma söylemi çerçevesinde hakim kılınmayan çalışılan kavram ve kurumların, kendilerini, müslümanlık ile soyut, içi boş ve sloganlardan ibaret Batılılaşma arasında bir tercih yapmaya zorladığını insiyaki olarak farkettiler. Ve tercihlerini henüz imkanlarını, dinamiklerini tam anlamıyla keşfedemedikleri müslümanlıktan yana yapmaya başladılar. 1980'li yıllardan itibarense, hayata daha müslümanca bakmayı ve hayatlarını müslümanlığın sunduğu, dinamiklere, anlam ve sembol haritalarına göre yeniden düzenlemeyi "öğrendiler".

İşte bu sürecin, müslüman kitlelerin siyasi, ekonomik ve kültürel anlamda "merkez"e doğru yürümelerini hızlandırdığı farkedilince, bu yürüyüşün durdurulması için daha fazla vakit geçirilmeden farklı ülkelerde farklı görünümler alan küresel balans ayarları yapılmaya başlandı.

Böylelikle, İslam dünyasındaki Batıcı rejimler, kesinkes Batıcılıktan vazgeçtiklerini ilan etmiş oldular.

Bu aslında Batıcılığın bittiğinin ilanıydı: Ama nasıl olduysa oldu, İslamcılığın bittiği şeklinde lanse edildi. Batıcılığın bittiğinin ilanıydı diyorum: Çünkü İslam dünyasındaki kitlelerin müslümanlıkla buluşma trendi "kontrolden çıkmaya" başlayınca bu ülkelerdeki rejimlerin esaslı bir otorite, meşruiyet ve hegemonya sorunu olduğu anlaşıldı. Ve müslüman kitlelerin talepleri, duyarlıkları, sesleri dikkate alınmak yerine tehlike addedilerek bastırılmaya çalışıldı.

Biten modern Batılı ve Batıcı tasavvurun, stratejilerin ve söylemlerin temelini oluşturan sekülerliğin kendisiydi. Bugün Batıda sekülerlik yoğun bir şekilde tartışılıyor, "seküler aklın ötesi"nden sözediliyor. Örneğin John Keane, "özgürlüklerin garantisi olarak geliştirilen sekülerizmin siyasi despotizme dönüştüğünü" söylüyor.

Ama Türkiye'de sekülerizm hala kutsanıyor; ve İslamcı elitler ve "aydın"lar bile "Batı tipi laikliğin" Türkiye'yi girdi(rildi)gi çıkmazdan kurtaracağını söyleyecek kadar entelektüel bir sığlık sergiliyorlar!


4 EKİM 2000


Kağıda basmak için tıklayın.

Yusuf KAPLAN

 


Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar | Spor | Bilişim
İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV

Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED

Bu sitenin tasarım ve inşası, İNTERNET yayını ve tanıtımı, TALLANDTHIN Web tarafından yapılmaktadır. İçerik ve güncelleme Yeni Şafak Gazetesi İnternet Servisi tarafından gerçekleştirilmektir. Lütfen siteyle ilgili problemleri webmaster@tallandthin.com adresine bildiriniz...