YeniSafak.com “ Türkiye'nin birikimi... ” Dizi

 
Ana Sayfa...
Gündem'den...
Politika'dan...
Ekonomiden...
Dünya'dan...
Kültür'den...
Yazarlar'dan
Spor'dan
Dizi...

 

Açıklama

Dizi sayfalarımıza olan talebin yoğunluğundan dolayı ara vermek zorunda kaldığımız yayınımıza, kapasite arttırımından sonra kaldığımız yerden devam ediyoruz.
Bu gecikme için tüm okuyucularımızdan özür dileriz.


 

Her gün yeni bir haber, her gün yeni bir şifre-kelime..

Gülen vurulacak mıydı?

Akın Birdal suikastını yapanların, Gülen'i vurma planı yaptıkları iddiası ortalığı hareketlendiriyor.. Ülkücülerin Fethullah Gülen'e yakınlık duymasından rahatsız olan Şamanistler'in, polis ifadelerinde "ülkücü baba"ları "irtica kaynağı" olarak göstermeleri "yerel" konjonktüre denk düşüyordu ama "globalleşen alem"in gerçeklerine uymuyordu. Şamanistler gelişmeleri görememenin cezasını bir haftada toparlanıp ağır hapis cezasına çarptırılarak ödedi...

Türkiye, bilinmeyenlerin bilinenlerden daima daha fazla olduğu bir ülke.. "Hocaefendi Sendromu"nu anlamaya çalışırken, bunun daha fazla farkına vardım..

Örneğin bazan "şifre"ler, "sembol"ler, "simge"ler, gerçeklerin ötesindeki olguları da ifade ediyor.. Bu durum, cemaatler için de, devlet için de, rutin-dışılıkların dünyası için de aynı..

Diziyi hazırlarken, 26 Eylül Salı günü, "Hürriyet"te bir haber yayınlandı..

Ayda Kaydar imzalı bu haberde, "Fethullah Gülen" adı, "Sabetaycılık", "Bahailik", "Masonluk" gibi kavramlarla birlikte geçiyordu..

Bu derin-haberi birlikte okuyalım:

İslamcı yazar Mehmed Şevket Eygi'nin 'İki kimlikli, gizli, esrarlı ve çok güçlü bir cemaat Yahudi Türkler yahut Sabetaycılar' adlı kitabında, Akit Gazetesi'nden alıntı yaparak, İnsan Hakları Derneği eski Başkanı Akın Birdal'a yapılan suikastın azmettiricisi olduğu gerekçesiyle yargılanan Semih Tufan Gülaltay'ın Sabetaycı olduğunu iddia etmesi, Gülaltay'ın ailesini kızdırdı.

Gülaltay, kitabın üst başlığı olan 'Gözler Yalan Söylemez' cümlesiyle, Gülen'i ilk dinlediğinde, bir din adamının ağzından 'milliyetçi' kelimeler duyduğu için beğendiğini belirterek, şunları söylüyor: "Fethullah Gülen hakkında ciddi şüpheler besliyordum. Bu düşüncelerim, ortada hiç bir şey yok iken bir suçlu gibi Amerika'ya kaçmasından sonra yoğunlaştı... Yüzünün burnundan aşağısı ve kaşlarından yukarısını kapattığım zaman hep aynı ifadeyi görüyordum: Suçluluk ve yalancılık."

Eygi'nin 'Fethullahçı' olduğunu iddia eden Gülaltay'ın yakınları "Semih Tufan Gülaltay, Sinop Cezaevi'nde yazdığı 'Fethullah Müslüman mı?' kitabıyla, bu kesimin boy hedefi haline geldi. Gülen'in Bahai olduğunu yazdığı için böyle bir saldırı bekliyorduk ama bu kadarı da fazla. Üstelik kendisi hapishanede olduğu için cevap hakkı bile yok" dediler.

Karslı olduklarını söyleyen aile üyeleri, Sabetaycılıkla hiç bir ilişkileri olmadığını belirterek, kendilerini 'Türkçü' olarak tanımladılar.

28 Şubat'a minnet

Gülaltay'ın Kafkas Yayıncılık tarafından yayınlanan kitabında, Fethullah Gülen'in ve Nurcu cemaatin, Bahai olduğu iddia ediliyor ve Nurculuk ile Bahai dinin bir çok yönden benzedikleri öne sürülüyor. Gülaltay, 28 Nisan 2000'de Yozgat E Tipi Cezaevi'nde, kitaba yazdığı önsözde, "Bu kitap, bir araştırmacı gözü ile 'Nurculuk ve Fethullah hareketi'nin tahlilidir. Bu kitap, Fethullah'ın kendisinden bile gizlemeye çalıştığı 'sırrı'nı ortaya koyan belgedir. Bu kitap, Adolf Hitler'den sonra dünyanın başına musallat olmuş en tehlikeli adamın portresidir" diyor.

Kitabı okuyanların Türk ulusunun nasıl bir uçurumun eşiğinden döndüğünü anlayarak, 28 Şubat kararlarını alanlara minnettar olacaklarını belirten Gülaltay, şehitlere ithaf ettiği kitabın önsözünü 'Tanrı, Türk milletini takiyyecilerden ve İslam dinini tahrip etmek isteyenlerden korusun' diye bitiriyor.

Bahailiğin 1812'de İran'ın Şiraz kentinde doğan Mirza Ali Muhammed Bab tarafından ortaya atıldığı belirtilen kitapta "Bu tehlikeli virüs, Said-i Kürdi (Sadi-i Nursi, kitapta bu adla ya da Kürt Said olarak anılıyor) ismindeki tescilli bölücünün, İngiliz gizli servisi adına yürütülen hain planının bir parçası olarak ülkemizde kök salmaya başladı" deniyor.

Gülen'in camide yapılan dini, 'ruh müzakereleri'nin ışıkevlerinde yapılacağını söylediğini öne süren Gülaltay, Gülen'in ışıkevleri için kullandığı 'ev-mabed' kelimesinin, Bahailerce de kullanıldığını söylüyor. Gülaltay, Gülen'in 'Buhranlar Anaforunda İnsan' adlı kitabının 16'ncı sayfasında Bahailere 'methiyeler düzdüğünü' belirtiyor ve Bahailerin sürgün hadisesini Hazreti Muhammet'in hicretini anlatır gibi yorumladığını öne sürüyor. Kitaptaki iddialardan biri de Gülen'in düzenlediği 'Harran Dinler Sempozyumu'na Bahailerin rağbet ettiği ve bunun, Bahailerin dinleri birleştirme projesinin payandalığını yaptığı iddiası. Said-i Nursi'nin Bahailer gibi mermer lahit içinde gömüldüğünü belirten Gülaltay, Gülen'in Said-i Nursi'yi 'üstat' diye anmasının da masonluktan ileri geldiğini öne sürüyor.

Kapaktan Gülaltay'ın özgeçmişi

Semih Tufan Gülaltay, 1968 yılında Kars'ta doğdu. 7 yaşındayken ailesiyle beraber İstanbul'a yerleşti. Maltepe Lisesi'nden mezun olduktan sonra Londra'ya giderek, London International College'e yazıldı. 1990 yılında İngiltere'den dönen Gülaltay, inşaat müteahhitliği yapmaya başladı. 1998 yılında Akın Birdal isimli Kürtçünün vurulması olayı ve TİT davasında azmettirici kişi olarak suçlandı. 19 yıl hapis, müebbeten de kamu haklarından men edilme cezası aldı. Halen Yargıtay'da hukuk mücadelesi veriyor. Gülaltay, aynı zamanda bir tarih araştırmacısıdır. Yazdığı bütün kitapları, tarih araştırmalarının üzerine kurmuştur. Yozgat Cezaevi'ndeyken yazdığı 'Koca Türk Diyor ki', 'Kağızmanlı Hıfzı Destanı', 'Kaplanların Efendisi', 'Kerbela', 'Baykuş Konağı' ve 'Türklerin Gizli Tarihi' gibi kitapları basıldı.

Kitapta Cevdet Saral'ın Ankara Emniyet Müdürlüğü zamanında İstihbarattan Sorumlu Emniyet Müdür Yardımcısı Osman Ak'a Fethullahçı örgütlenmelerle ilgili 89 sayfalık bir rapor hazırlatıldığı iddia ediliyor. Fethullah Gülen'in 'ışık' tarikatını kurduğunu iddia eden Gülaltay, Gülen'in Turgut Özal ve Kenan Evren'in 'ABD etkisi ile uygulamaya koydukları sentezci İslam motoru' sayesinde güçlendiğini belirtiyor.

Fethullah Gülen'in 1960 yılında askere gittiğini ve daha sonra Edirne'ye döndüğü belirtilen kitapta, bu cemaatin aslında Bahai olduğu savunuluyor. 1960 yılında Adnan Menderes'in tutuklanması ve Said-i Nursi'nin ölümüyle, cemaatin sarsıldığı belirtilen kitapta, daha sonra iktidara gelen, 9'uncu Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'le ilgili de şunlar öne sürülüyor: "Gülen, kısa süren korku nöbetlerinden sonra AP'nin ve Demirel'in iktidarıyla, Menderes'ten daha sağlam bir Nurcu başbakanın güvencesi altına girer... Süleyman Demirel, aileden bir Nurcu'ydu. Üstelik babası ve kayınpederi Said-i Nursi'nin görüştüğü insanlardandı."

1938 yılında, Erzurum'un Pasinler ilçesinde doğan Gülen'in 'şartlandırılmış' bir aileden geldiğini anlatan Gülaltay, "Aile, yeni doğan oğullarına Mirza Muhammed Bab'ın intikamını almak için intihar suikasti düzenleyen Fethullah'ın ismini vermiştir. Çocukluk yılları Erzurum'da geçen Fethullah'ın hayatı, ailesinin, onu Edirne'ye akrabaları Hüseyin Top hocanın yanına göndermesiyle değişti. Edirne'deki Bahai Cemaat, şarktan gelen bu delikanlıya yepyeni bir dünya açtı. 1863'den 1865'e kadar Edirne'de kalan Bahaullah (Bahai dininin kurucularından) orada kalabalık bir cemaat edinmişti."

Oldukça karmaşık konuları ve isimleri biraraya getiren, şifrelerle dolu bu haberi anlamaya çalışırken, arşivlerde, aynı ismi (S. T. Gülaltay) konu alan bir başka haberle karşılaştık..

23 Mart 2000 tarihli "Aktüel" dergisinde yayınlanan Necdet Açan imzalı bu haberde de, "Akın Birdal'ı kurşunlatanlar, önce Hocaefendiyi vuracaktı" başlığı altında şunlar anlatılıyor:

Hocaefendi hedef mi?

Nisan 1998'in ikinci yarısı... Bir gece yarısı, İstanbul'un Küçükyalı semtindeki bir apartmanın bodrum katında, sedir ve kilimlerle döşenmiş, iki oda bir salon küçük bir dairesi. Koltuk ve sandalye olmayan salonun ortasına yerleştirilmiş altıgen sehpanın etrafında bir ağa edasıyla oturan Mustafa Gülen "Eylemimiz ses getirmeli, meselâ Fethullah" diyordu. Konu, ünlü Türk İntikam Tugayı (TİT) adına yapılacak eylemde hedefin kimin olacağıydı.

1998 Mayısı'nda, İnsan Hakları Derneği Genel Başkanı Akin Birdal'a suikast düzenleyen Şamanist-Turancı TİT örgütünün paravan şirketi, MİT sermayeli Ser Dış Ticaret'in sahiplerinden olan siyah kuşak karate hocası, eski ve yeni ülkücü, artist Mustafa Gülen'in önerdiği isim Fethullah Gülen'di. Kendisiyle aynı soyadını taşıyan bir hedef...

Senaryosu hazırdı: Önce Fethullah Gülen adına karanlık bir kişinin ismiyle bir banka şubesine bağış olarak para yatırılacak, banka dekontu basına bu "karanlık ve kabul edilemez ilişki"nin belgesi olarak dağıtılacaktı. Ardından da kamuoyuna teşhir edilmiş olan Fethullah Gülen vurulacaktı.

Sehpanın etrafında oturan diğer isimler Semih Tufan Gülaltay, Bünyamin Balta ve Mehmet Konan'dı. Gülaltay, Gülen'in önerisini destekledi. Üstelik o bu kanaatinde samimiydi. Halen 18 yıl yatmak üzere gönderildiği Yozgat Cezaevi'nde arkadaşları ve çevresine "Çıkar çıkmaz Gülen'i vuracağını" anlatmaya devam ediyor çünkü. Ama ayçiçeği çekirdeği, kola ve çay bağımlısı Mustafa Gülen'e sözkonusu toplantıda gelen iki itiraz suikast silahlarının son anda hedef değiştirmesine neden oldu.

Sedat Peker'in adamı olarak bilinen eski ANAP Maltepe Belediye Başkan adayı Mehmet Konan ve Avrasya Gıda Şirketi'nin sahibi eski ülkücü Bünyamin Balta, Gülen'le aynı kanaatte değildi. Evet "28 Şubat sürecinde irtica tehlikesinin kaynaklarından Fethullah'a yönelmek" akıllıca gibi gözüküyordu ama, "TİT" isminin kullanıldığı bir eylemde "irtica" vurgusu yeterli değildi. Türkiye ve özellikle Avrupa'da daha çok ses getirecek, meselâ Kürt meselesine daha çok vurgu yapacak "milli bir hedef" bulunmalıydı.

Tartışma epey sürdü: Geceyarısı başlayan toplantı gün ışırken sona erdiğinde sonunda hedef kesinleşmişti. Kamuoyunun bu toplantıdan birkaç hafta sonra tanık olduğu üzere Akın Birdal, 12 Mayıs 1998 günü Ankara'daki İHD Genel Merkezi'nde bulunan odasında iki tetikçinin saldırısına uğradı ve yakın mesafeden sıkılan 13 kurşunla ağır yaralandı.

Suikast girişiminden bir ay sonra, Küçükyalı toplantısına katılanlardan Semih Tufan Gülaltay olayın azmettiricisi olarak yakalanıp gözaltına alındı. Polis kameraları önünde "Devlet Bakanı Salih Yıldırım, türkücü Mahsun Kırmızıgül, İbrahim Tatlıses" gibi isimleri hedef olarak seçtiklerini ilan ediyordu. Mafya babası, Ankara DGM'nin gerekçeli kararına göre TİT'in kurucu üyesi Semih Tufan Gülaltay, Fethullah Hoca'nın ismini nedense polis kayıtlarına geçirmemişti. TİT Merkez Komitesi üyesi ve askeri kanat sorumlusu "Şamanist" astsubay Cengiz Ersever ise, yine her nedense Türkçülük masası yerine sorgulandığı PKK masasında, dönemin polislerine mafya hakkında brifing verirken "ülkücü baba" Sedat Peker'i "Hocaefendi'nin kara paralarını aklayan kişi" olarak suçlayacaktı. Şamanist Türkçüler'in ülkücüleri sevmediği de bu ifadeyle belgelenecekti.

Ülkücülerin Fethullah Gülen'e yakınlık duymasından rahatsız olan Şamanistler'in, polis ifadelerinde "ülkücü baba"ları "irtica kaynağı" olarak göstermeleri "yerel" konjonktüre denk düşüyordu ama "globalleşen alem"in gerçeklerine uymuyordu. Şamanistler gelişmeleri görememenin cezasını bir haftada toparlanıp ağır hapis cezasına çarptırılarak ödedi.

TİT ve Akın Birdal'a suikast girişimi davası sanıklarının yargılanması geçen haftalarda tamamlandı. Astsubay Cengiz Ersever, mafyacı Semih Tufan Gülaltay ve kamuoyunun "Mikail Sarı" olarak tanıdığı Mehmet Cemal Kulaksızoğlu 18 ila 19 yıl arasında değişen ağır hapis cezaları aldılar. Fethullah Gülen'in kendisine yönelik bu girişimlerden haberi var mıydı bilinmez. Ama geçen hafta "darbeden kaçan ANAP'lı milletvekilleri" başlığı ile duyurulan bir haberde, üç milletvekilinin 11 Haziran 1998 günü darbe olacağı gerekçesiyle denize açıldığı, daha sonra geri döndükleri anlatılıyordu. Fethullah Gülen'in de aynı tarihte sağlık nedeniyle yurtdışına çıktığı ve bir süre sonra geri döndüğü biliniyor. Kendisine yakın kaynaklar ise gerçek nedenin sağlık olmadığı, suikast girişimlerinin de bu çıkışta etkili olduğu konusunda hemfikir.

Günlük gazeteleri ve haftalık dergileri okurken karşılaştığınız bu tür haberlerle, çeşitli konularda bilgiler alırken, aynı ölçüde sorularla da doldurursunuz beyninizi..

Acaba gerçekten Fethullah Gülen, öldürülmemek için mi Amerika'ya gitti? Acaba gerçekten Gülen'le Bahailik arasında bir bağlantı kurulabilir mi?

Acaba gerçekten, Gülen, Kenan Evren ve Özal'ın planı ile mi, "sentezci İslam motoru" olarak kamuoyuna açıldı?

İfadeler... ifadeler...

Yine arşivlere dalıyorsunuz..

"Aktüel"in haberine göre, Fethullah Gülen'in öldürülmesinin konuşulduğu toplantı 1998'in Nisan ayında yapılmış.. Akın Birdal'a suikastın tarihi ise 12 Mayıs 1998.. Bu olaydan bir ay sonra, suikast sanıkları yakalanmış.. Oysa, Fethullah Gülen'in Amerika'ya gidiş tarihi, 22 Mart 1999.. Yani aradan bir yıla yakın zaman geçmiş.. Demek ki, Gülen öldürülme korkusu ile kaçmış değil..

Bir diğer konu "Bahailik" meselesine ilişkin.. Daha da ötesi, Gülen'in babasının "Yahova Şahidi" olduğu iddiaları da gündeme getirilmiş..

Bu konuyu anlamak için, Fethullah Gülen'in, 19/25 Haziran 1999 tarihli "Aksiyon" dergisindeki açıklamalarına bakıyoruz..

SORU- Babanızı Sahabeye cinnet derecesinde bağlı olmakla tavsif ettiğiniz halde, onun oğullarından hiçbirine Sahabe adı vermediği öne sürülüyor. Oğullarından birine Mesih adını vermekle de, Yahova Şahitliği töhmeti dile getiriliyor. Onun sapık bir cereyanı empoze etmeye çalışan biri olabileceği, bu yüzden köyünden ayrılmak zorunda kalmış olabileceği ihtimali üzerinde duruluyor.

F. GÜLEN- Bir insanın, Sahabe'ye ve bazılarına cinnet derecesinde bağlı olup olmadığı, çocuklarına verdiği isimlerle ölçülmez. İslâm'da böyle bir kaide olmadığı gibi, tersi variddir. Sahâbe, Peygamberimiz gibi önceki peygamberlere de cinnet derecesinde bağlı idi. Fakat, çocuklarına onların isimlerinden çok, kendi dönemlerinde geçerli isimleri koyarlardı. İslâm'da önemli olan, çocuğa güzel bir isim koymaktır. Acaba, Atatürk'e cinnet derecesinde bağlı milyonlarca insanın kaç tanesinin çocuğunun ismi Mustafa Kemal'dir; hattâ bu polis memurları içinde oğullarına Mustafa Kemal adını veren var mıdır?

Mesih ismine gelince: Mesih, Hz. İsa'nın Kur'an'da geçen bir lâkabıdır. Hz. İsa, yalnızca Hristiyanlara ait bir peygamber değildir ki! O, Kur'an'da adı geçen 5 büyük peygamberden biridir ve Müslüman olmak için, her peygamber gibi ona da inanmak gerekir. Onun hakkında, bırakın inanmamayı, kötü bir düşünce bile kişiyi dinden çıkarmaya yeter. Kaldı ki, ahir zamanda -manâ ve yorumu ne olursa olsun- onun yeryüzüne ineceğine dair onlarca hadis-i şerif vardır. Demek oluyor ki, onunla İslâm, Peygamberimiz ve âhir zamandaki bazı hadiseler arasında husûsî bir münasebet var ki, onu yorumlamak sosyal tarihçilere veya tarih sosyologlarına düşer. Onu açıklamanın yeri de burası değildir. Kaldı ki, Mesih, manâ olarak, "seyahat eden, mesh yoluyla dirilten" demektir. Türkiye'de aynı adı taşıyan çok sayıda başka insan da vardır. Böyle bir ismi koymak ile Yehova Şahitliği veya sapık inanç sahibi olma arasında münasebet arayanlar, kendi inanç ve anlayışlarını kontrol etmelidirler. Öte yandan Türkiye'de ismi Mesih olan binlerce insan var. Bu insanları ve onların babalarını samimi Müslüman olmamakla itham etmek ayrı bir saygısızlık değil midir?

SORU- Bir diğer iddia, soyunuzu Selâhaddin-i Eyyûbî'ye ve Hz. Hasan, Hz. Hüseyin yoluyla Hz. Ali'ye dayandırmanız. Güya, Hz. Hüseyin soyundan gelenlere seyyid, Hz. Ali'nin diğer hanımlarının soyundan gelenlere şerif deniyormuş. Siz, ikisine de bağlı olduğunuzu iddia etmekle, cemaati etkilemek istiyormuşsunuz.

F. GÜLEN- Bir insanın hangi soydan geldiğinde, geleceğinde, anne-babasının, doğum yeri ve tarihinin, renginin, ırkının.. seçim ve tesbitinde hiç bir rolü ve dahli yoktur. Bu hususlarda tek hakim Kader'dir. Bir insan, Peygamber soyundan geliyorsa, Peygamber soyundan demektir. Böyle olup olmaması elinde değildir.

Tarih boyu, peygamber soyundan gelenlerin ellerinde sürekli belgeler bulunmuş ve bunlar nesil-be-nesil muhafaza edilmiştir. Benim için böyle bir nisbeti bir arkadaşımız yazdı; kendim şimdiye kadar böyle bir açıklamada bulunmadım ve daima, her türlü iddia gibi, bu tür ayrıcalık kokusu veren iddialardan da kaçındım. Irkı, nesebi değil, inancı, ameli ön planda tutmaya çalıştım.

İkinci olarak, Selâhaddin-i Eyyûbî'nin soyundan geldiğimi hiç söylemediğim gibi, böyle bir şey de söz konusu değildir. Kaldı ki, Selâhaddin-i Eyyûbî'nin soyu ve kökeni bellidir. Basit tarih bilgisi olanlar bile, Eyyûbî kelimesinden hemen bunu anlayabilirler. Üçüncü olarak, Hz. Ali'nin diğer hanımlarından olma çocuklarına şerif denmez; şerif, Hz. Hasan'ın soyundan gelenlere, seyyid de Hz. Hüseyin'in soyundan gelenlere denir. Büyük büyük iddialar ortaya atılırken, hiç olmazsa bu çok basit terminolojik yanlışlar yapılmasaydı!

Görüldüğü gibi Türkiye'de bir olayı anlamak için, "şifre kelimeler"i çözmek de şart..

Bunlardan biri de "Işık" kelimesi..

Örneğin Gülen'in "ışık" kelimesini sık kullanması, "ışık evleri"nin varlığı da, bir "Işık Tarikatı" meselesini gündeme getiriyor..

Gülen'in "ışık"la ilgili açıklamaları da şöyle:

F. GÜLEN- Şimdiye kadar, Nurculukla suçlanırken, şimdi Işıkçılıkla suçlanıyorum. Bir defa, ışık kelimesini kullanan tek kişi ben değilim. Bilindiği gibi, Batı'da aydınlanma hareketi oldu. Bugün de, ışığa karşı bir gazete hâlâ sürekli aydınlanmadan bahseder. Aydınlanma, ışıkla olur. Ahd-i Atik, ışıkla ilgili ayetlerle başlar; Kur'an'da da sayılamayacak kadar çok ışık veya aynı manâya gelen kelimeler geçer. Işık, burada ilmin, fikrin sembolüdür. Bunu, herkes böyle anlar ve böyle kullanır. Işık Ordusu şiiri okunduğunda, burada bahsedilenlerin, zihinleri müsbet ilimlerle, kalbleri dînî ilimlerle aydınlanmış, ahlâklı ve milletine bu sahada hizmet etmeyi hayatının gayesi bilmiş insanlar olduğu hemen anlaşılır. O şiirde Şeriat'a, siyasete, devlete yönelik tek bir hece bile yoktur.

İkinci olarak, geçen yıl da bir gazete Işık Üniversitesi'ni benimle alâkalandırmıştı da, adı geçen üniversiteden açıklama gelmişti. Bildiğim kadarıyla bu üniversite, o değilse bile Işık Lisesi, Türkiye'de Selânikliler olarak bilinen bazı vatandaşlarımıza aittir. Onlar ve daha başka ışık kelimesini kullanan başkaları da mı acaba bana atfedilen tarikatin üyesi oluyor? Kaldı ki, Öğretmen Marşımız'da "ışık" ve "nur" kelimeleri geçtiği gibi, meselâ yine Atatürk'le ilgili bazı şiirlerde, nesirlerde, hattâ Gençliğe Hitabe'nin cevabında ışık kelimesi, hattâ "Açtığın ışıktan yolda" tabiri geçer.

Üçüncü olarak, "Şevk mezhebi yoldur bize" sözünde geçen "şevk" ile "ışık" kelimesinin hiç bir alâkası yoktur. Bu iki kelimeyi aynı sanma hatasını ancak, ellerinde bir şey olmayınca, karalama adına suç unsuru arayan ve dolayısıyla görmeleri, idrakleri bulanmış olanlar yapabilir. Yazık, çok yazık!..

 

YARIN 7. BÖLÜM: Siyasette bir taraf mı?

 


Kağıda basmak için tıklayın.



 


Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar | Spor | Bilişim | Dizi
İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV


Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED

Bu sitenin tasarım ve inşası, İNTERNET yayını ve tanıtımı, TALLANDTHIN Web tarafından yapılmaktadır. İçerik ve güncelleme Yeni Şafak Gazetesi İnternet Servisi tarafından gerçekleştirilmektir. Lütfen siteyle ilgili problemleri webmaster@tallandthin.com adresine bildiriniz...