YeniSafak.com “ Türkiye'nin birikimi... ” Yazarlar

 
Ana Sayfa...
Gündem'den...
Politika'dan...
Ekonomiden...
Dünya'dan...
Kültür'den...
Yazarlar'dan
Spor'dan
Dizi...

  Arşivden Arama

  I Explorer Kullanıcıları, TIKLAYIN.

 

Tek Batı, iki İslam imajı

Batı'nın İslam/Arap/Türk olana bakış tarzı en azından bazı entellektüel ve akademik çevreler için monoblok olmaktan çıkıyor. Artık hemen bütün büyük Batı üniversitelerinde İslam araştırmaları yapılıyor, dersler okutuluyor, önemli kitaplar Batı dillerinde basılıyor. Bunun sonucunda, İslam'a dair tarihî ön yargılar tümüyle yok edilmese de asgari düzeye indirilmiş alternatif bir bakış açısı geliştiği söylenebilir. Ancak büyük çoğunluk hâlâ tarihî Batılı önyargılarından beslenen bakış açısını sürdürüyor. Bunun sürdürülmesinden yarar uman siyasi çerçeve gözönüne alındığında bütün Müslümanlar'ı belli kalıba sıkıştırmaya çalışan medyatik tanımlamanın neden hâlâ sorgulanmadan sürdürülmekte olduğu anlaşılır.

Batı içinde İslam, öteki olmaktan çok içerden biri, komşu hatta mevcut Batı'yı artık Yahudi, Hristiyan medeniyeti yerine Yahudi, Hristiyan ve Müslüman medeniyeti olarak tanımlayan yaklaşımı paylaşanlar da bulunmaktadır. Bunun nedeni hem İslam'ı tanıma noktasında gayretlerin artması, hem de artık yanı- başlarında görmeye başladıkları, aynı kamusal alanı paylaşan/paylaşmak zorunda oldukları ve hiç de küçümsenmeyecek rakama ulaşan Batılı Müslümanlar'ın varlığı. Resmi olarak İslam hâlâ Batı'da kültürel bir değer olarak tanınmasa da, siyasi varlığına izin verilmese de aydınlar düzeyinde geleneksel bakış açısına meydan okuyan (challenge) bir bakış açısının gündeme girdiği rahatlıkla söylenebilir.

Oryantalist şovalyeler

John Esposito, kendini, Batı'nın geleneksel Müslüman bakış açısına/ön yargılarına meydan okuyan, taraf olan biri olarak tanımlayan bir akademisyen. Türkçe'ye çevrilen kitaplarıyla Türk okuyucusu onu yakından tanıyor. Dünkü Jerussalem Post gazetesinin İnternet versiyonunda Daniel Pipesin yazısını okuyunca ister istemez Esposito'yu hatırlamadan edemedim.

Esposito, kendisiyle yapılan bir konuşmada (İ.Kalın, Ekopol, 6. Sayı) Müslümanlar'ı Batı kamuoyunda mahkum etmek için bilinçli bir kampanya yürüten, Batı'nın geleneksel önyargılarını bugüne taşımak için elinden gelen gayreti esirgemeyen kesimin önde gelen isimlerinden örnekler veriyor. Bunlar arasında Türkiye'de hayli tutulan Bernard Lewis, Daniel Pipes, Tel Aviv Üniversitesi'ndeki Diana Center'in başkanı Martin Kramer, Washington Institute'den Robert Satlof gibi isimlerin bu kesimin sözcülüğünü yaptığını açıkça belirtiyor.

Esposito'nun dikkati çektiği bir önemli husus, Müslümanlar'ı ve İslamcı hareketleri tümüyle fanatik güruhtan ibaret, gerici kitleler gibi algılayan/gösteren bakış açısının (çoğu despotik karakterli) bölge devletleri tarafından paylaşılmakta olduğudur. Esposito'ya göre, sisteme katılmak isteyen İslamcılar bile, bu kesimin gözünde, taktik gereği böyle konuşuyorlar. İslami her oluşumu fanatizmle eş gösteren yukarıdaki tanınmış isim ve kurumların neden Türkiye'de pekçok kimseye hayli sempatik geldiğini anlayabiliyoruz. Bu zihin yapısının Türkiye'yi nelere götürebileceğinin vahim sonuçları taraf olması, tarihi sorumluluğunu hatırlaması gereken durumlarda ortaya çıkıyor.

Fundamentalist tehdit

Yukarıda sözünü ettiğim Daniel Pipes'in yazısı Filistin-İsrail çatışmasında taraf olmayan, daha doğrusu, Türkiye'yi İsrail yanlısı politikalarla dolaylı olarak Filistin karşıtı duruma düşüren, Türkiye'yi doğal ve tarihi köklerinden, ittifaklarından koparıp atan zihniyet yapısı arasındaki paralelliği bir kez daha ifşa etmeye yardım etti.

Pipes, yazısında son intifada hareketine değinerek, tüm Arap ülkelerinde yükselen "siyonizm karşıtı" gösterilerin ne kadar derin köklerinin olduğunu belirterek Araplar'ı geçmişten ders almaya çağırıyor. Hatta, "Aklınızı başınıza alın" türü ifadelerle tehdit ediyor.

Araplar'a, kaybettikleri 1948'den itibaren 1967 ve 73 savaşlarını hatırlatıyor hatta katliamlarla hafızalardan silinmeyen 1982 Lübnan işgaline gönderme yapıyor. Ve ilave ediyor, 1990'dan sonra Araplar'a arka çıkabilecek Sovyetler'in çökmesi, Irak'ın 91'de dize getirilmesinden sonra İsrail gücünün zirvesindeyken Araplar'a bahşettiği barışın kıymetini bilmelerini salık veriyor. Tehdidi sürdürerek, aksi takdirde yaşanan olaylardan sonra artık İsrail'den barış konusunda 1993 Oslo günlerine dönmeyi beklemenin hayal olduğu yorumunu yapıyor.

Burada, barış süreciyle İsrail'in bölgesel olarak gücünün zirvesinde olmasına karşın global politikalar için ne kadar zor durumda olduğunu, az şey vererek aslında Araplar'dan çok şey aldığını belirtmekle yetiniyorum. İsrail'in barışa ihtiyacı bir yana, barış denilen süreç biterse İsrail'in mi Araplar'ın mı kaybının daha çok olacağına bakılmalı.

Bu noktada, İsrail politikalarının önde gelen savunucularının neden Türkiye'de sempati ile karşılandığı, Türkiye'yi halksızlaştıran politikaların Müslümanlar'a bakış açısı ile Batı'nın fundamentalist İslam tanımının birbiriyle ne kadar örtüştüğüne dikkat çekmek gerekir. Bir de Amerika'da, Avrupa'da İslam ve Müslümanlık imajı üretmeye yönelik kampanyaların akademik ve entellektüel alanda bayraktarlığını yapan isimlere duyulan sempatinin kökleri ve zihin formları arasındaki yakınlık.


12 EKİM 2000


Kağıda basmak için tıklayın.

Akif Emre

 


Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar | Spor | Bilişim
İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV

Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED

Bu sitenin tasarım ve inşası, İNTERNET yayını ve tanıtımı, TALLANDTHIN Web tarafından yapılmaktadır. İçerik ve güncelleme Yeni Şafak Gazetesi İnternet Servisi tarafından gerçekleştirilmektir. Lütfen siteyle ilgili problemleri webmaster@tallandthin.com adresine bildiriniz...