YeniSafak.com “ Türkiye'nin birikimi... ” Dizi

 
Ana Sayfa...
Gündem'den...
Politika'dan...
Ekonomiden...
Dünya'dan...
Kültür'den...
Yazarlar'dan
Spor'dan
Dizi...

 

 

Gülen-asker satrancı mı?

Savcı Nuh Mete Yüksel, Türk halkının ve küçük-burjuvaların aldatıldığını söylüyor...

Her toplumsal olaya olduğu gibi, "Fethullah Gülen Olayı"na da, çok farklı bakış açıları var.. Şu anda olayı bir "çeteleşme" şeklinde gören "devlet" adına, Savcı Nuh Mete Yüksel'in bazı tahlillerini ve öngörülerini dikkatle değerlendirmek gerekiyor.. Bu öngörüler arasında "Gülen'in ölümü ve sonrası" gibi maddelerin de bulunduğunu vurgulamalıyız..

İşte "İddianame"nin bir bölümü (s. 28-29):

-Fethullah GÜLEN'in cemaate yansıyan bu doğrultudaki görüntüsü ve onun Müslümanlar dahil tüm insanlığı karanlıktan kurtaracak Mehdi pozisyonu bence üzerinde durulması gereken bir noktadır ve cemaatin pimi buradadır. Bu pim oynatılırsa cemaat büyük bir darbe yer. Herhangi bir şekilde Fethullah Gülen'in Amerika'dan destek aldığı ispatlanabilirse, ben çözülmeler olacağına inanıyorum.

-İstihbarat konusunda hayatiyetin farkındalar. Direkt bilgim olmamakla beraber devletin istihbarat örgütlerine eleman sokmaya çalıştıklarına inanıyorum.

-Siyasetle olan ilişkilerinde yeterince güçlenmedikçe Türkiye'deki güç dengesine direkt temas etmekten, katılımcı olmaktan ve açıkça parti desteklemekten kaçınmaktadırlar.

-Siviller radikal İslam'ın alternatifi olarak, bir ılımlı İslam teşkilatı olarak görülen Fethullahçılar'ı, gerek sahip oldukları oy potansiyelinden dolayı, gerekse sahip oldukları siyasal ve finansal güçten dolayı himaye etmektedirler.

MEHDİ POZİSYONU

-Cemaatin asıl gayesi sadece bir eğitim hareketi, üç yüz yıldır boyunduruk altında yaşamış ülkeyi bundan kurtarma ise, askeriyeye girme çabaları telaffuz edilmeyen ama kabul edemedikleri laiklik gibi hassas konularda niyetlerinin o kadar basit ve saf olmadığını gösteriyor.

-Sivil örgütlenmesini ne yazık ki sağlıklı şekilde gerçekleştirememiş Türkiye'de, askerlik kurumu olmasaydı bugün hayalini kurdukları İslam Devletini tesis etmiş olacaklardı.

-Benim gözlemim şu anda Türkiye'de Fethullahçılar ile askerler arasında gizli bir satranç oynanıyor. Cemaatin askere bakışı bellidir. Askerliği her fırsatta övdükleri halde büyümeleri önünde tek engelin askerlik kurumu olduğunun farkındalar. İstihbarat kaynaklarının bunları öğrenmesi ve çok iyi değerlendirmesi lazım.

-Diğer önemli bir unsur da gençliğini, üniversite yıllarını cemaatle geçirmiş, ancak daha sonra cemaatten aktif olarak ayrılmış bir sürü insanın örgüte karşı negatif bakışlara sahip olmaya başlamasıdır. Çünkü bu insanlar 10 sene sonra örgütün değişmeye başladığına şahit olmuş, geçmişte kendilerine söylenen şeylerin bugün geçersiz kılındığını görmüşlerdi.

-10 sene önce bir örgüt mensubunun bir kız arkadaş edinmesi hayal bile edilemezken, bu gün bu konuda fetva vermektedirler. Değişik ilkelere sahip bir örgütten de insanlar kuşku duymaya başlıyor ve baştakinin samimiyetinden şüphe etmeye başlıyorlar.

-Şahsi görgüm, örgüt Türkiye'de tabii sınırlarını zorlamış ve anti tezi ile yani laik kesimle gerek içtimai hayatta, gerekse iş dünyasında yüz yüze gelmiştir.

-Yakın geçmişte Refah Partisi ve yandaşlarının uğradığı akibetten ders alarak radikal davranışların ne zararlar getirdiğini görmüş ve Fethullah GÜLEN'in sık sık tekrarladığı hoşgörü felsefesini ve politikasını cemaatin amblemi olarak nazara vermiştir.

-İkinci olarak istihbarat konularında ne kadar uğraşılsa azdır. Örgütün bir sonraki adımının bilinmesi lazım.

-Örgüt içindeki hesaplaşmalar ve rant kavgaları basına yansıtılabilir.

-Fethullah GÜLEN'in her kaseti o kadar masum değildir. Bunlar televizyonlarda yayınlatılabilir. Öncesi, 1980 öncesi kaydedilmiş kasetler çok daha radikaldir.

"İddianame"nin en ilginç bölümlerinden biri bu..

En önemli gözlem de, "Fethullahçılar ile Askerler arasında bir satranç oynandığı"na ilişkin olanı.. Savcı, "Gülen Örgütü" ile sivil toplumun mücadele edebileceğine pek ihtimal vermiyor gibi..

Çünkü "Türk halkı" da, "Küçük burjuvazi" de, araştırma ve analiz yetisinden yoksun. (s. 29)

-Araştırma ve analiz yetisinden yoksun Türk halkı ve küçük burjuvazisi bu maskeye hemen inanıyor ve çabuk verilmiş kararlarla "Ilıman İslam" olarak gördükleri örgütü destekliyorlar. Ama örgütün diğer bütün dinci örgütlerden daha akıllı olduğundan ve artık güce ulaşana kadar bu hoşgörü maskesini taktıklarının farkında değillerdir.

-Fethullah GÜLEN'in ölümü cemaatte şüphesiz ki önemli bir boşluğa yol açacaktır. Çünkü cemaatin her ferdi hissi bir rabıta ile liderlerine bağlıdır. Ama sahip oldukları maddesel güçle çıkar, örgütü hayatta tutmaya yeterlidir. Bu konuda sivil örgütlerin ve askerlik kurumunun politikalar üretmesi gerektiğine inanıyorum. Örgüt demokratik ortam içinde eritilme potansiyeline sahiptir. Gülen sonrası cemaat parçalanabilir ve siyasal bir güç olma yolu tıkanabilir.

-Örgütün politikalarına karşı ancak politika üretilerek karşılık verileceğine inanıyorum. Birinci politika örgütü Türk kamuoyunda mercek altına almaktır. Fethullah GÜLEN ve izleyenleri sistemli bir şekilde cemaati ve hedeflerine kamuoyunda tartışmaktan kaçınmakta, ya kendileri ne istediklerini bilmemekte, ya da ne istediklerini telaffuz etmemektedirler.

Gelelim araştırma ve analiz yetisinden yoksun Türk halkının, "Gülen Olayı"na yaklaşımına..

Örneğin zamanın Cumhurbaşkanı Demirel, "Gülen Örgütü" içinde gösterilen "Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı"ndan "Ulusal Uzlaşma Ödülü"nü aldıktan sonra, 25 Aralık günü şu konuşmayı yapar.. 26 Aralık 1997 tarihli "Milliyet"ten, özetleyerek aktaralım.. Unutmayalım ki, Gülen'in "Onursal Başkan"ı olduğu bir vakfın toplantısında konuşmaktadır Cumhurbaşkanı..

-Birbuçuk saat içinde anlamlı anlar yaşadık, ibretli, ders dolu bir geceydi. Tarihimizin derinliklerinden gelen direktifleri hatırladık. Hoca Ahmet Yesevileri, Hacı Bektaş-ı Velileri hatırladık. Bunlar bizim büyük medeniyetimizin mimarlarıdır. Hep barış içinde yaşamayı, birlikte, beraberlikte olmayı bize tavsiye etmişlerdir. Büyük Atatürk'ün "Yurtta barış, cihanda barış" vecizesiyle geçen 75 senede içte, dışta, barışta yaşamayı başardık. Bu ülkenin insanları hangi kökenden gelirse gelsin bin sene içinde bu toprakları vatan yapmışlardır. Ona sahip oldukları sürece mutlu olmuşlardır.

Dünyanın çalkantılardan geçtiği bir dönemde birlik, beraberlik, kardeşlik, dirlik, düzenlik bizim vatandaşımızın sahip çıktığı en önemli kavramdır. Sözde değil hayata geçirmiştir bunu. Aramıza tefrika sokmayın.

Sizi birbirinize düşürmek isteyenler olursa karşı çıkın. Hangi inançta, hangi etnik kökenden gelirseniz gelin hepiniz bu yüce milletin ferdisiniz.

Devlet sizindir. Bedeli ecdadımız tarafından ödenmiştir. İçten birbirimize sarılalım. Bu istikametteki gayretleri takdirle karşıladım. Bu türden çok öğretici olmuştur.

Gönül isterdi ki bu töreni Türkiye'den herkes izleyebilsin. Bu ülke bize emanettir. Biz bu emaneti bizden sonra gelecek nesillere götüreceğiz. Vatandaşlarım bunu idrak edeceklerdir. Dost arıyorsak, bize dost kendimiziz. Kendi kendimizi yıpratmazsak bizim bileğimizi kimse bükemez.

Bizim milletimiz barışsever, huzursever, iyiliksever yüce bir millettir. Yüzde 99.9'unun Müslüman olduğu milletimizin her ferdi hep barış ister. Çünkü Müslümanlık, barış dinidir ve barış tavsiye eder. Barış içinde yaşamayı başarmak bizim nesillerimizin görevidir.

Bu plaketi Türkiye'nin bölünmez bütünlüğüne, Türk milletinin mutluluğuna, barış içinde yaşamasına verilmiş sayıyorum. Çünkü ben Türk devletini, milletin birliğini, bütünlüğünü temsil ediyorum. Türk milletinin birliğini, dirliğini güçlendirecek bu akşamki gibi hareketlerin hepsinin de yanındayım. Meclis bana Cumhurbaşkanlığı görevini tevdi ettikten sonra ülkenin her köşesinin ve her kişisinin devlet başkanıyım. Hepinizi sevgiyle kucaklıyorum."

Bu konuşmayı yapan, araştırma ve analiz yetisinden yoksun Türk halkının, en deneyimli ve en usta sayılan, cumhurbaşkanlığı makamına kadar çıkmış politikacısı Süleyman Demirel'dir.

"Küçük" mü, "büyük" mü olduklarına bizim karar veremeyeceğimiz iki burjuvanın (veya sermaye sınıfı üyeleri), Gülen hakkındaki konuşmaları da şöyle:

JAK KAMHİ KONUŞUYOR

-O, (Gülen) ecdatlarına yakışır güzel bir şekilde, onların yolunda.. Türkler asırlar boyunca bütün insanlara sevgi ve saygı göstermişlerdir. Ne din savaşı, ne baskı, gittikleri yerlerde, tersine, insanları hürriyetlerine kavuşturmuşlar. Geçenlerde Macaristan'a gittim. Hep Türkleri methediyorlar. Romanya'ya gittim, yine aynı sevgiyle karşılıyorlar. Fethullah Gülen Hoca'nın "hoşgörü" girişimini epey zamandır izliyorum ve bunu alkışlıyorum. Bugün, toplumumuzun bu güzel değerlerini, dünyaya layık olduğu gibi tanıtabiliyoruz. Başka yerlerde yaşanmış büyük felaketler Almanya'da olmuş olaylar, binlerce sene silinmeyecek. İkide bir gündeme geliyor. Tarihte hiçbir şey silinmez. Fethullah Gülen'in hareketleri alkışlanabilecek bir girişimdir. İlave edeyim ki, eğer o hoşgörüyü ecdatlarım Osmanlı'dan ve Türkiye'den görmeseydi hayatta olmazdım.

Başka zaman da söylediğim gibi Gülen'in yaklaşımları çok güzel. Mesela, Harran'da okul konusu hem o yörenin hakkı, hem de bunu yapmak gerekiyor. Çok güzel bir şey olur. Bu bir nevi, Vatikan'ın, Kudüs'ün ve Mekke'nin bir yere toplanmasına benzer. Çünkü Hz. İbrahim (a.s.), bütün bunların hepsinin üstünde idi ve orada idi. Bu konuda başarılı olabilmesi için sonuna kadar yanındayız. Her yönüyle faydalı öneriler. Bölgenin istikrara, bir barışa kavuşması gerekiyor. Maalesef, barışı istemeyen bazı kuvvetler var. Bir yanda barış masasına oturuluyor, bir yandan insanlar öldürülüyor.

Türkiyemiz'e de bölgede önemli roller düşüyor. Türkiye, gerçekten bundan dolayı da eleştiriliyor. Türkiye bugün laik ve demokratik bir cumhuriyet olmakla, bu sistemin en müspet bir sistem olduğunu ispatlıyor. Başta Türkî ülkeler tarafından anlaşılmıştır ki, onları başarıya götürecek sistem budur. En mükemmel sistem Türkiye'de demokrasi, serbest ekonomi, açıklık, şeffaflık sistemimizdedir. Diğer bölge ülkeleri de Türkiye'nin örnek teşkil etmesiyle daha açık olurlar ise istikrar gelecektir. (11 Mart 1998-Zaman gazetesi)

Üzeyir Garih'in, 2 Ekim 1996'da Zaman'da yayınlanan sözleri de şunlar:

-Ulu Tanrı insanı adeta bir biyolojik bilgisayar olarak yaratmış, içine bir psikolojik program yapmış, bu saldırganlık, savunma, hırs ve bencillik esası üzerine kurulmuştur. Fakat bunu düzenleyen eğitim, din ve imandır. Öyle zannediyorum ki insan sevgisi, Allah sevgisi, insanın bu duygularını bir yerde yatıştıracaktır. Bu ancak eğitimle mümkün olabilir. Eğitime önem veren Sayın Hocam'a özellikle teşekkür etmek istiyorum.

Bir de, Fethullah Gülen'in simgelediği "hoşgörü ortamı"nı önce destekleyen ve 28 Şubat sürecinde pişmanlıklarını itiraf edenler var.. Bunlar, "sonradan" araştırma ve analiz yetisine sahip olanlar sınıfına alınabilir..

"Akşam" yazarı, Rıza Zelyut'un, 25-26 Aralık 1997'deki yazdığı cümleleri alalım önce.. Zelyut, gruplar ve cemaatler arası diyaloğu savunan bir yazardır ve "Hoşgörü Ödülü" sahibidir.

RIZA ZELYUT-1

-Bir gazeteci kardeşim, eskiden kalma ve yurtdışından ithal edilmiş olan sağ-sol kutuplaşmasına esir olmuş önyargılarıyla bir ara bana çıkışmak istedi: "Senin ne işin var burada?" Bu soruya verdiğim cevap çok boyutluydu.

Bir: Benim yerim, uzlaşma neredeyse orasıdır.

İki: Ön yargılı olmak insanı köreltir.

Üç: Hele ön yargılar zıtlaşma içeriyorsa, bu insanın kalbini karartır.

Dört: Eskiden olmuş olayları bugün de deşelemek kimseye yarar sağlamaz.

Beş: Dün böyle düşünen bir insan bugün böyle düşünebilir. "İnsan 7'sinde ne ise 70'inde de odur" sözü, toplumsal psikolojiye göre yanlıştır. Bu söz eğitimin insana hiçbir şey vermediğini, kabul etmek anlamına gelir.

Bu yüzden de, eskiden o şöyle diyordu, bu yüzden kötüdür, gibi basmakalıp düşüncelerle insanların bugününü mahkûm etmeye hiç kimsenin hakkı yoktur.

Altı: Eskiden kalma, bize dışarıdan şırınga edilen ayrıştırıcı, kışkırtıcı, zıtlaştırıcı kavramlara artık güle güle demenin zamanıdır. Sağ-sol gibi ölmüş kavramlarla bugünü yargılamak, gelişmeyi, değişmeyi göremeyen insanların kurtuluş reçetesidir.

Yedi: Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, geçmişteki siyasal yaşamında ne yapmış, ne söylemiş, olursa olsun, bugün benim gönlümdeki devlet adamıdır. Onun izinde olmak, iyidir.

Sekiz: Fethullah Gülen'in dinî duyarlığı yüksek bir kesime manevî kılavuzluk ettiği doğrudur. Ama bu kılavuzluk eğer hoşgörüye, diyaloğa aşıksa ve ulusal uzlaşma yaratmaya yönelikse neden ben onun uzattığı eli sıkmayayım? Nereye kadar eski düşmanlıkları kalbimizde besleyip büyüteceğiz? Ne kazandırdı şimdiye kadar bize bu zıtlaşma, bu rakip yaratma yarışı da bundan sonra ne kazandıracak?

Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı, gerçekten de diğer kuruluşlara örnek olacak çalışmalarıyla önderliği üstleniyor. Bu insanların arkasında Fethullah Gülen var diye işkillenip, zehir hafiye pozlarında suç unsuru arayacağımıza, onlardan ders almaya bakalım. Ulusal uzlaşma gibi bir büyük davayı eğer onlar gündeme getirmişse, önüne kuyu kazmak yerine biz de destek olalım.

İslâm dinini, Refah Partisi ile özdeş sananlar, Fethullah Hoca'yı ve o insanların dünya ve din anlayışlarını da Refah'la özdeşleştiriyorlar. Bu yanlış değerlendirme yüzünden dinî duyarlığı yüksek her insanı Refah damgası ile damgalayıp bir kenara itmeye kalkışıyorlar. Gerçeğin böyle olmadığını ancak, kendi korkularının esiri olmaktan kurtulanlar, anlıyorlar.

"Türkiye'de Fethullah Gülen Hocaefendi'nin adıyla somutlaşan bu ödül, ülkedeki siyasal havanın yumuşatılmasında, gruplar ve cemaatler arasında diyaloğun başlatılmasında çok önemli bir rol oynadı." 159

ZELYUT'TAN YENİ YAZI

Zelyut'un Gülen hakkındaki ikinci yazısının tarihi 21 Haziran 1999... "Gülen kasetleri" ve "Gülen Raporu" yayınlandıktan sonra yazılmış..

-Birbiriyle çatışan değil...

Birbiriyle anlaşan...

Birlikte çalışan...

Ve başarı...

Türkiye'de görmek istediğim genel insan manzarası bu idi.

Bunun yolu da içine kapanık değil, birbiri ile ilişkili bireylerden geçiyordu. Diyalog her güzelliğin başıdır.

Birlikteliğin diğer şartı da bireylerin (grupların, topluluklara) birbirlerini hoş görmesidir.

Diyaloğa ve hoşgörüye vurgu yapan her çabayı, bu yüzden saygıyla-coşkuyla karşıladım, elimden geldiğince ona destek oldum.

***

Türkiye'de diyalog ve hoşgörüye vurgu yapan Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı, geçen yıl diyalog ve hoşgörüye katkılarım nedeniyle bana da basın dalında ödül verdi. Aynı törende Sayın Cumhurbaşkanımıza da diyalog-hoşgörü ödülü verildi. Bu ödüle geçen sene layık görülen diğer bir siyasetçi de Sayın Bülent Ecevit oldu.

Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı, Fethullah Hoca'nın manevi liderliğindeki bir kuruluştur. Biz, gerek bu vakfın yöneticileri ile; gerekse Fethullah Hoca ile birkaç kez sohbet ettik. Bu söyleşimizde ana konu Türkiye'deki değişik topluluklar arasındaki diyaloğu ve hoşgörüyü geliştirmekti. Bu çabaya ben içtenlikle omuz verdim. Bu çabalarım sırasında bana yönelik eleştirilere göğüs gerdim.

Çünkü, Türkiye'nin diyalog ve hoşgörüye çok ihtiyacı olduğunu biliyordum. Bu ihtiyaç hâlâ şiddetle kendini hissettiriyor.

Fethullah Hoca'nın özel sohbetinde söylediklerini duyunca, doğrusu çok yaralandım.

Meğer "diyalog"da, "hoşgörü"de, belirli noktaları ele geçirmede bir "kamuflaj elbisesi" imiş. Fethullah Hoca, eğitim yoluyla elde ettiği mücahitleri, "sistemin damarları"na şırınga etmiş. Onlara, dediği şu: "Sistemin damarlarında en uç noktalara kadar gidin, larvalarınızı bırakın, çaktırmadan geri dönün!"

Bütün o uzlaşı ve hoşgörü gösterileri, "Yasadışı" olanı "yasal gibi göstermek" uğruna yapılan takiyye imiş.

Fethullah Hoca'nın konuşmalarını ele alın, onun kan damarlarında gezinin, varacağınız nokta, "modern bir takıyye" olacaktır.

***

Laik sistemi "direkt vuruş"la alt edemeyeceklerini görenler, taktik değiştirmişler: Eğitim... Türkiye'nin zeki ama yoksul çocuklarını kendi ideolojilerine göre yetiştiriyorlar. Bunları emniyet, adalet, eğitim, yüksek bürokrasi kademelerine "modern giysiler" içinde yerleştiriyorlar, hiç acele etmeden... Bunları Fethullah Hoca söylüyor, iddia değil...

Öbür yandan, toplumun geneline "olumlu, yumuşak, sıcak" mesajlar verilerek, doğacak tepkiler absorbe ediliyor. Bu iş için de toplumun derin özlemi ve ihtiyacı olan "diyalog", "hoşgörü" kavramları istismar ediliyor.

Gazetelerde, bizim gibi "diyalog-hoşgörü" çağrısı yapan yazarlar, kontrole alınıyor ve bu hareketin dolaylı savunucuları haline getiriliyor.

***

Laik-demokratik Cumhuriyete derinden bağlı bir yazar olarak, şu an aldatılmış olmanın ince sızısını duyuyorum içimde. Bu yüzden geçen yıl aldığım o "kamuflaj" ödülünü reddediyorum. Sanıyorum ki Sayın Cumhurbaşkanımız ve Sayın Ecevit de benimkine benzeyen duygular içindedir. Kendilerinin açıklamalarından bu sonucu çıkartabiliyorum.

***

Bir yandan din istismarı...

Bir yandan hoşgörüyü takıyye aletine çevirme...

Bizde, aldatılmışlık duygusu...

Buna karşın yaptığımın doğru olduğuna yüzde yüz inanıyorum.

Diyalog ve hoşgörü her zaman savunacağım kutsal değerlerimdir. (21-6-99-Akşam)

Aldatılmış, iğfal edilmiş, tahlil ve analiz yeteneğinden yoksun oldukları iddia edilen bu isimler topluluğu, görüldüğü gibi bazan günah çıkartabiliyor.. Ama olay sadece aldatılmak mı, yoksa meselenin bir de sosyolojik yönü var mı?

 

YARIN 12. BÖLÜM: Bilim, din, cemaatler

 


Kağıda basmak için tıklayın.



 


Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar | Spor | Bilişim | Dizi
İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV


Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED

Bu sitenin tasarım ve inşası, İNTERNET yayını ve tanıtımı, TALLANDTHIN Web tarafından yapılmaktadır. İçerik ve güncelleme Yeni Şafak Gazetesi İnternet Servisi tarafından gerçekleştirilmektir. Lütfen siteyle ilgili problemleri webmaster@tallandthin.com adresine bildiriniz...