YeniSafak.com “ Türkiye'nin birikimi... ” Yazarlar

 
Ana Sayfa...
Gündem'den...
Politika'dan...
Ekonomiden...
Dünya'dan...
Kültür'den...
Yazarlar'dan
Spor'dan
Dizi...

  Arşivden Arama

  I Explorer Kullanıcıları, TIKLAYIN.

 

Dr. Başer ve Alvarof

Türkiye, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi(AİHM)'nde, bir günde üç kere daha mahkûm oldu.

Birisi HEP dâvâsı için ve "İfade özgürlüğünü ihlâl gerekçesiyle..." Bu mahkûmiyetten 17 milyar ceza ödeyecek.

Diğer ikisi Zübeyr Akkaç davasında işkence ve yaşama hakkının ihlâli, Buca Cezaevi tutuklularından Murat Satık ve 9 arkadaşının açtığı davada gene işkence iddiasıyla toplam 126 milyar lira tazminat ödemeye mahkûm oldu.

İşkencecilerin, canilerin ve ifade özgürlüğüne ambargo koyanların günahını Türkiye insanı ödeyecek... İtibar kaybı da cabası...

Avrupa Parlamentosu Dışilişkiler Komisyonu'nun Türkiye raporuna geçen tesbitlerin bir bölümü gene insan hakları ile ilgili. İşte iki paragraf:

"Memurlar, ideolojik ve dînî düşünceleri nedenleriyle işten uzaklaştırılmasın.

"Necmettin Erbakan'ın cezaevine girmesi, demokrasinin çoğulcu prensibine aykırıdır."

Evet, Türkiye hep böyle anılıyor insan haklarının sorgulandığı platformlarda...

Doya doya özgürlüğün yaşanması gereken alanlarda şabloncu zihniyet fırtına estiriyor. Bedeli Türkiye ödüyor.

Ne Meclis'te özgürsünüz, ne üniversitede...

Anayasa kuralları bile şabloncu zihniyeti dizginlemeye yetmiyor. Bilime de ambargo var, siyasete de... Egemen düşünce, egemen odak iradesi, her şeyi bir anda anlamsız hale getirebiliyor.

Dr. Alev Erkilet Başer dâvâsı da muhtemelen yarın gitmek zorunda kalacağı AİHM'de Türkiye'ye yönelik bir mahkûmiyetle sonuçlanacak. Bir bilim insanının, bilim jürisinden geçmiş doktora tezi, onun üniversite hayatında ipini çekmek için gerekçe olarak kullanılabiliyorsa, bunu bu dünyada hiç kimseye, hiçbir gerekçe ile anlatamazsınız.

Olay birkaç köşe yazısında yer aldı. Bana da yazmak düşer.

Hacettepe Üniversitesi Fen Edebiyet Fakültesi Sosyoloji Bölümü'nden bölüm ve fakülte birincisi olarak mezun olan, H.Ü. Öğrenci Bilim Teşvik Ödülü, 1983 Dönemi İ. Doğramacı Üstün Başarı Ödülü alan, aynı yıl H.Ü. Sosyoloji Bölümü'nde araştırma görevlisi olan, 1985'te yüksek lisansını veren ve1996'da doktor olan Alev Erkilet Başer...

Tam 17 yıllık bir öğretim tecrübesi... Kırıkkale Üniversitesi'nde öğrencileriyle özgür, coşkulu ve sıcak bir diyalog ortamı...

Daha ne istenir bir bilim insanından?

Ama bir yerde "dur" deniyor Alev Erkilet Başer'e...

Dört yıl önce bilim jürisi tarafından incelenerek kabul edilmiş doktora tezi, ipini çekmek için gerekçe haline getiriliyor... Üstelik branşı sosyoloji olmayan bir jürinin marifetiyle...

Tez "Ortadoğu'da Modernleşme ve İslami Harekteler" başlığını taşıyor. Dr. Başer tezinde, Türkiye, Mısır, İran örneğinde İslâmî hareketleri incelemiş ve "Neden İran'da devrim oldu?" sorusunun cevabını aramış.

Böyle bir tez, dünyanın, Ortadoğu ve İslâm ülkelerindeki İslâmî hareketlere ilgi duyan, bu ülkelerle ilişkiyi sosyoljik verilere dayandırmayı amaçlayan herhangi bir büyük ülkesinde burslar verilerek hazırlatılırdı. Amerika'nın, İngiltere'nın, Almanya'nın, Fransa'nın böyle sayısız fonu var. Ve bursiyer uzmanlar harıl harıl Ortadoğu'yu, Avrasya'yı okumaya çalışıyorlar Amerika vb ülkeler adına...

Bu soru, vaktiyle Sovyet devrimi için sorulurdu ayrıca... "Neden Rusya'da?" diye... Yani neden, kapitalizmi çok daha gelişmiş ülkelerde değil de Rusya'da? Diyalektik mantığı zorlayan bir boyutu vardı çünkü Rusya örneğinin...

Ama bizde, "Neden İran'da?" sorusu, biçilme gerekçesi...

Neler sorulmamış Dr. Başer'e savunması alınırken...

Meğer tez kitaplaştırılmış, kitaplaştırılırken yayınevi ilk sayfaya Besmele koymuş, kitabın arkasına, tezde ismi geçen şahsiyetlerin fotoğrafları yerleştirilmiş...

Neden kitapta Besmele var? Neden fotoğraflar var?

Ne demesi gerekir savunmasında Dr. Başer? "Besmele'yi ben koymadım, yayınevi koydu" mu demeli? Yani "Besmele koyma"yı zımnen bir suç olarak kabul edip, kendini sıyırmaya mı bakmalı? Bunu yapmıyor Dr. Başer... Bunu, "aşağılayıcı" buluyor.

Dr. Başer savunmasında, 1948, 1960, 1971,1980'lerde yaşanan bilim adamlarına yönelik tasfiye operasyonlarıyla, bugünkü tasfiye harekâtını bir arada değerlendiriyor ve "Bu tasfiyelerin ortak özelliği bilim insanlarının 'düşünceleri'ne yöneltilmiş ideolojik suçlamalara dayanmakta oluşlarıdır" diyor ve ekliyor:

"-Bilim insanlarını, içinde yaşadığı dönemin hakim paradigmaları içine hapsetmek ve zihinlerine ambargo koymak eğilimi genellikle engizisyon ile özdeşleştirilegelmiştir."

Bu sözler, "özgürlükler kaosu"nu son şablon olarak geliştiren bir mantık anlar mı bilmem... Dilerim iç yargı safhasında yankı bulur bu sözler... Eğer olmazsa, bilim ve düşünce özgürlüğünden taviz vermeyen çağdaş dünya standardında yankı bulacağı kesin... Bunun tek üzücü yanı, bu şabloncu zihniyetin Türkiye'ye bedel ödetmesidir...

Burada YÖK mantığına taze bir Nobel haberini sunmak isterim:

Fizik alanında Nobel Ödülü'nü DUMA'da Komünist Parti sandalyelerinde oturan Zhores Alvarof aldı... Bizde olsa Nobel'e aday gösterilir miydi? Ya da 1971, 1980 tasfiyelerinden kurtulup bugünlere kadar gelebilir miydi?


12 EKİM 2000


Kağıda basmak için tıklayın.

Ahmet Taşgetiren

 


Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar | Spor | Bilişim
İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV

Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED

Bu sitenin tasarım ve inşası, İNTERNET yayını ve tanıtımı, TALLANDTHIN Web tarafından yapılmaktadır. İçerik ve güncelleme Yeni Şafak Gazetesi İnternet Servisi tarafından gerçekleştirilmektir. Lütfen siteyle ilgili problemleri webmaster@tallandthin.com adresine bildiriniz...