T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
"Tarihsizlik" illeti (I)

-"İslâm felsefesi uzun bir müddet insan fikrini idare etmiştir. Bu cümleden olarak İbn Rüşd'ün (Allah'ın rahmeti üzerine olsun!) Aristo Felsefesi üzerine bina ettiği hikmet (felsefe) âdeta müstakil olarak Ortaçağ'da âlim ve sanatkârların rehberliğini yapmış, o vakit Yahudi âlimleri, İtalya'nın fikir adamları, Paris Üniversitesi, özellikle Padova Üniversitesi ve Felsefe Okulu, kısaca skolastikler hep İbn Rüşd'ün fikirlerini takip etmişlerdir.

(...) Kendisinin gösterdiği tevazûdan sarf-ı nazar edersek İbn Rüşd hazretleri Eflâtun, Aristo, vs. gibi insanlığın yetiştirdiği birinci sınıf zekâlardandır. Zenbilli'ler, Ebussuud'lar -diğerlerini de buna kıyas et!- bu arslan'ın yanında sümüklüböcek kalırlar. Hz. Peygamber'den sonra insan düşüncesine, müslümanlar arasında nüfûz eden İbn Rüşd derecesinde kimse yoktur!"

Celâl Nuri Tarih-i İstikbal adlı eserinde öne sürdüğü bu iddiaların cevabını zamanında merhûm Filibeli Ahmed Hilmi'den almışsa da bu iddiaların hâlâ günümüzde temsilcilerinin bulunuyor/bulunabiliyor olması sebebiyle bu metinden hareketle birkaç mühim husûsa yeniden dikkat çekmek faydadan hâli olmayacaktır sanırım.

Kitabında da açıkça dile getirdiği üzere -birçokları gibi- Celâl Nurî'nin nazarında dahî İslâm Düşünce Tarihi "İmam Gazâlî'den öncesi" ve "İmam Gazâlî'den sonrası" şeklinde iki ana döneme ayrılmaktadır. Yazara göre İmam Gazâlî'den önce "insan düşüncesine -en üst derecede- nüfûz eden" bir kişi vardır: Hz. Peygamber! İmam Gazâlî'den sonra da bir kişi vardır: İbn Rüşd!

Yazarın taksîm ve tasnifine hâkim olan zihniyetin sığlığını bir kenara bırakmak sûretiyle söyleyelim ki düşünce tarihimizi yoksullaştırma ve bütün ilim mirasımızı birkaç kişinin marifetinin bir mahsûlü imişcesine sunma gayretleri hâlâ işin kolayına kaçan çevrelerce rağbet bulmakta, nitekim, doğru-dürüst ne kadar anlaşıldıkları bile şüpheli birkaç ilim adamı göklere çıkarılırken, yüzlerce âlimimizin yapıp ettikleri ceffelkalem bir kenara itilmektedir.

- "İbn Rüşd hazretleri Eflâtun, Aristo, vs. gibi insanlığın yetiştirdiği birinci sınıf zekâlardandır. Zenbilli'ler, Ebussuud'lar -diğerlerini de buna kıyas et!- bu arslan'ın yanında sümüklüböcek kalırlar."

Burada Eflatun ve Aristo'nun "birinci sınıf zekâ" olarak ilân edilmesi veya İbn Rüşd'ün "arslan" olarak nitelenmesi -bence- bir mesele teşkil etmiyor; bilakis bütün mesele, Zenbilli'nin veya Ebussuud'un "sümüklüböcek" derekesine düşürülüp tahterevallinin bir ucunun insafsızca yere çakılmasıdır.

Acaba, "Olsun ne çıkar, bu da bir yorumdur" diyebilir miyiz?

Yorum'un (tâbir, tefsir ve tevil'in) kıymetini ayaklar altına almayı istemiyorsak diyemeyiz. Diyemeyiz; zira bir yorumun kıymeti, bizâtihi yorum olmasından kaynaklanmaz; eğer öyle olsaydı, dileyenin dilediğini dilediği biçimde söylemesinde bir kıymet farzeder, o takdirde de "yorum" ile "atmak" (!) arasında bir tefrikte bulunamazdık. Halbuki "yorumlamak" ve/veya "yormak" için, biraz da "yorulmak" gerekir; yoruma konu olan nesne veya olgu'yu "adam gibi" kavramak gerekir.

Beylik bilgilerle, oradan buradan gelişigüzel aktarmalar yapmakla, anlaşılmamış/kavranılmamış, hatta bu yolda ciddiye alınabilecek hiçbir mesai sarfedilmemiş olduğu halde her türlü temelden, destekten mahrûm lâf u güzâfı "fikir" kılığında öne sürmekle yorum yapılmış olmaz. Ne kadar istismar edilmiş olursa olsun yorumun bir asliyeti, bir haysiyeti, bir ciddiyeti vardır, olmalıdır.

Nedir o adına asliyet/haysiyet/ciddiyet dediğimiz şey? Malumat! Evet, hem de en sıradan anlamıyla malumât! Kasd-ı mahsûsla ilim sözcüğünü kullanmıyorum; çünkü ilim kişiye "yorum(lama)" sırasında lâzım olacak şeyin adıdır ve elde edilmesi de -sanıldığı üzere- pek o kadar kolay değildir. Malumat ise kişide yorum sırasında değil, hiç değilse yorum öncesinde bulunmalıdır ki cesur zevâtın (!) yorumlarının ilmî bir değeri olmasa dahî en azından bir asliyeti, bir haysiyeti, bir ciddiyeti olabilsin!

Bakınız Filibeli merhûm, Celal Nuri'nin yukarıdaki yorumu (!) hakkında ne diyor:

- "Materyalistlerin en büyük silahı atak davranmak ve yükseklerde uçmaktır. Eminiz ki yazar, Ebussuud'un ilmî çalışmalarına, fikir hayatına vâkıf değildir. Ebussuud denildiği zaman hatırına sıradan bir sarıklı geliyor. Ama diyeceksiniz ki: Bir adam bilmediği ve derinliğine araştırmadığı bir şey hakkında nasıl fikir yürütebilir; hem de yazarın kesin ve mutmain tavrıyla?

Cevap olarak deriz ki: Materyalistlerin en garip maharetlerinden biri de bilmedikleri şeylerden -hem de onu tamamen- biliyorlarmış gibi bahsetmeleridir. Bu garip âdet yalnız materyalist talabelere değil, üstadlarına da hastır!"

Ne dersiniz, bu garip âdetin bizim mahallenin sâkinlerine de bulaştığını söylersek mübalağa mı etmiş oluruz?!


29 Haziran 2001
Cuma
 
DÜCANE CÜNDİOĞLU


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | İzlenim | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED