T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
"Azıcık fikir üret!" Hay hay, üretelim...

Fazilet Partisi'nin kapatılmasından daha "ehemmiyetli" işler var... "Millete iş, sofrasına aş, üstüne giyim sağlama konusunda fikir üretemeyen" ve köşesinde "sanki hapishane parmaklıkları arkasında duruyormuş gibi" poz veren yazarlar (Özellikle Yeni Şafak'ın dördüncü sayfasında yazan arkadaş gibi) bunun idrakinde değiller ama, Türkiye batıyor.

Bırakın Nizam, Selamet, Refah, Fazilet muhabbetini...

Gerçeğe dönün...

Hakikatleri yazın...

Böyle diyor, Şikago'dan yazan "Muhammet" adlı okuyucumuz.

Dönelim ve yazalım da değerli arkadaşım, biliyor musun ki Türkiye'de "hakikatleri deşeleme"nin de kendi ölçeğinde bir bedeli var ve bu bedel, siyasete müdahale etmeyi alışkanlık haline getirmiş o namütenahi güç tarafından bizzat ödettirilmekte.

Nerden bileceksin!

Bu kafa yapısı, bu "eseme" birliğiyle bilemez, anlayamaz, fehmedemezsin...

Neden insanlar "hapishane parmaklıkları arkasında duruyormuş gibi" poz veriyorlar sanıyorsun?

Ama, hadi seni kırmayalım da, gerçeğe dönüp "millete iş, sofrasına aş, üstüne giyim" sağlama konusunda azıcık fikir üretelim.

Türkiye'nin, ekonomik açıdan zor durumda olduğu, Kemal Derviş'e bağlanan umutların da boşa çıktığı vakıa.

("Millete iş, sofrasına aş, üstüne giyim sağlama" konusundaki deneyimlerinden yararlanmak üzere Amerika'dan getirttiğimiz Derviş, meğer "evinde ayakkabı çıkarılan" bir siyasetçiyle çalışmayacak kadar süzülmüş bir aristokratmış. Bazıları hâlâ onu "sosyalist solcu" sanıyor. Sefa Kaplan'ın kitabında yer alan bir anektoda göre, Derviş, Özal'ın ekonomi heyetinin bir toplantısına katılmak üzere Başbakanlık Konutu'na gittiğinde, kapının önünde yığılmış ayakkabıları, botları, postalları görünce kararını vermiş: "Ben bu ekiple çalışamam!")

Oysa, yaşanan, zannedildiği ve ileri sürüldüğü gibi, ekonomik değil, siyasî kriz.

Halkı, parlamentoyu ve temsil mekanizmasını devreden çıkarmayı itiyat edinmiş çevrelerin yol açtığı Türkiye Cumhuriyeti tarihinin belki de en büyük krizi.

Sorumlusu ise, hiç kuşkusuz, "millete iş, sofrasına aş, üstüne giyim" taleplerini bile ağır müeyyidelere bağlayıp bir kısım yazarları "sanki hapishane parmaklıkları arkasında duruyormuş gibi" poz vermeye zorlayan o namütenahi irade(dir)...

Toplum, ne zaman "toplum" olmaya doğru adım atsa, karşısında onları bulur.

Rahmetli İdris Küçükömer hocanın da belirttiği gibi, "Bu memleket sahipsiz değil" derler, tıkır tıkır işleyen mekanizmalarını devreye sokarlar.

"Millete iş, sofrasına aş, üstüne giyim" sağlanması, bugün "onlar"ın devre dışı bırakılmasıyla mümkün görünüyor Muhammet kardeşim.

Onların, yani "bürokrasi ve resmî ideoloji" ekseninin...

Mesut Yılmaz buna "statüko" tabir ediyor.

Kemal Derviş'e göre ise, militer laisizm...

Ya toplumda oluşmaya başlayan "toplum bilinci"ni özümseyip, toplumun kendine dönme çabalarını hazmederiz, yani "siyaset"in önünü açarız, ya da "topyekûn" yok olup gideriz.

Toplumsal yönsemeleri dikkate almaz ve "tutucu" kalıplar içinde donup kalmayı sürdürürsek, tarih zaten kaçınılmaz olarak tasfiye edecektir bizi.

Bilmem anlatabiliyor muyum?


29 Haziran 2001
Cuma
 
MEHMET E. YAVUZ


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | İzlenim | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED