T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

R Ö P O R T A J

Ecevit, Yüce Divan'lık

Yıldırım Aktürk Krizin Türkiye'ye maliyeti, yani ülkenin kaybı 80 milyar dolar civarındadır. Akaryakıt deposuna sigara atarak krizi patlatan Ecevit için, DSP kongresi bir jübile fırsatıdır. Bunu yapmazsa da kesinlikle Yüce Divan'lıktır. Bu iktidar değişikliğinde apaçık ortaya çıkar.

Siz 24 Ocak 1980 kararlarını alan ekipteydiniz. O tarihin üzerinden tam 21 yıl geçti. Türkiye bugün daha kötü bir durumda mı?

Buna benzer iki krizden bahsedilebilir. Bir tanesi 1979 sonu kıtlıklar, kuyruklar dönemidir. Terör vs.. hazin bir tablo vardı. Yokluk vardı ve ciddi bir siyasi kriz de vardı. Öyle bir tabloda sayın Demirel'in bir günlük liderlik vasfını kullanarak rahmetli Turgut Özal'a "gel bu işi hallet demesi" ile inanılmaz bir şey oldu. Ocakta böyle bir tablodan, altı ay içinde memlekette yoklukların kalktığı bir noktaya geldik, IMF ile üç yıllık stand-by anlaşması imzaladık. Parlamentonun çalışmadığı bir ortamda üç yıllık anlaşma yapmak büyük bir başarıydı. Çünkü, Turgut abinin beş kişilik ekibi onları ikna etti. 1983'ün sonunda enflasyon yüzde 30'un altına düşmüş, yüzde 4-5'lik bir büyüme hızı yakalanmıştı. İkinci kriz 1994'te... Bu krizin bir numaralı sebebi dışarıya eksik bilgi vermek, cinlik yapmak, uyutmak ve yalan söylemektir. Sonunda Moody's geldi, rakamları altı ay gecikmeli olarak eline geçirdi "burası iflas etmiş" diye imdat çanlarını çaldı. Bunun üzerine notlar kırılınca bugünkü gibi, bankacılık sistemi krize girdi, Türkiye dışarıdan 8 milyar Dolar sıcak para kullanıyordu, bu bıçak gibi kesildi... Vadesi gelmeden bile parasını almaya başladı bankalar. Bugünkü kriz ile 94 krizinin benzerliği burada. Yabancı finans çevreleri "galiba Türkiye batıyor" dediler. Ben o gün de, krizin aşılması için bankaların sigorta sistemine alınması kararında Tansu Çiller'e önerilerde bulundum. Yoksa, bankacılık sistemi çökecekti.

Bugünkü kriz de benzer nitelikler mi taşıyor?

15 ay öncesine Helsinki'ye, AB adaylığı sürecine gidelim. Amerika bastırdı, Helsinki'de üç yıllık stand-by da imzalandı ve Türkiye, Maastrich kriterlerine kavuşacak diye ilan edildi. Burada da 94'teki gibi yine eksik bilgi verdik dünyaya.

Nerede eksik bilgi verdik?

Kamu sektörünün tablosunda. Bu, Sayıştay 2000 yılı raporu ekimde ortaya çıktığında anlaşıldı. Ama 1999 başında çıkacaktı. Rapor çıkmadan IMF ile anlaşma yapıldı. Sayıştay Başkanı Kamil Mutluer'i fevkalade kusurlu buluyorum ve itham ediyorum: Bir yıldan fazla bu raporu geciktirerek büyük bir felakete sebebiyet vermiştir. Bu rapor, mali sektörün Susurluk Raporu'dur oysa.

Siz de bankalar konusunu Meclis'te sık sık gündeme getiriyordunuz...

1998 haziran ayında Meclis iç ve dış borçlarla alınan kredilerin nerelerde kullanıldığının tesbiti amacıyla bir komisyon kurdu. Bütün partiler bunu ciddiye aldı, çünkü bazılarının kellesi gidebilirdi. Herkes bu endişeyle "as"larını gönderdi bu komisyona. Herkes birbirini kolladığı için koro halinde beni başkanlığa seçtiler. Komisyon, erken seçimin ilan edildiği tarihte kurulmasına rağmen, çok güzel bir çalışma yaptık. Komisyondaki çalışmaları tamamlayıp Sayıştay'ın bu çalışmaları olgunlaştırarak bir rapor haline getirmesini ben sağladım. Sayıştay raporu böyle çıktı ortaya. Ama, Sayıştay Başkanı Mutluer, "bunu hemen rapor haline getirip önümüzdeki meclise yetiştireceğiz" demesine rağmen, rapor geciktikçe geciktirildi. Araya kulisler girdi, siyaset girdi. Uyutmak için iş komisyona havale edildi. Sayıştay'da uzun mücadeleler oldu. Sonuçta, rapor doğru dürüst yazılana kadar çok zaman kaybedildi.

Bu gecikme nelere yolaçtı?

Rapor, IMF ile anlaşmadan önce çıksaydı durum çok daha değişik olurdu ve çok daha gerçekçi bir anlaşma yapardık. Bulguları ortaya çıktıktan hemen sonra rapordaki rakamlar, Eylül 2000'deki Dünya Bankası Türkiye Raporu'na girdi. Herkes kamu bankalarındaki görev zararının dehşetini o zaman gördü. Kamu sektöründeki borçlanma gereğini (PSBR) biz dışarıya yüzde 16 diyorduk ama yüzde 24,5 olduğu ortaya çıktı. 1999'un rakamı ancak Eylül 2000'de ortaya çıktı. Ve kamu bankalarının acıklı tablosu. Kamu bankalarının 99'daki açığı Milli Gelir'in yüzde 13'üne ulaşmış. Bu açık, yani üzerimize büyüyerek gelen çığ yıllardır devletin raporlarında gösterilmiyordu. Finans dünyasının lisanında en ağır şey, "böyle diyorlar ama öyle değilmiş" denmesidir. Bizim için dış raporlarda artık böyle deniyor. Çünkü, gerçekleri gizliyoruz. Demek ki, biz 15 ay önce IMF ile yola çıkarken yalancılık etmişiz. Bu yalan eylül 2000'de ortaya çıktı. Bu konuda IMF'cilerde de biraz cehalet var. IMF'ye 18 Aralık 2000'de verilen 3. ek niyet mektubunda kamu bankalarına ilişkin görev zararlarında uygulanacak faize Ziraat Bankası için 1,33, Halk Bankası için 1,60 katsayısı uygulanacağı belirtiliyor.

Borçsa aynı borç... Bu fark niye?

Niye olacak, Halk Bankası'nda daha fazla katakulli yapılacak da ondan. Seçim için, kampanyalar için, birtakım harcamalar için en kolay kullanılacak banka Halk Bankası'dır. Sonra krediler vereceksin, almayacaksın; mektup vereceksin, karşılığına bakmayacaksın... IMF'nin bu faiz farkına paraf atması yanlıştır.

Ortada inanılmaz bir ihmal var. Hem de, IMF niyet mektubuna kadar...

Evet. Bunların her biri neredeyse Yüce Divan'lık problemlerdir. Sayıştay Başkanı'nın ihmali... Niyet mektubuna yazılanlar... Devlet, Ziraat Bankası'na 315 milyon dolarlık kütlü pamuk alma görevi veriyor. Benim sana 315 milyon dolar borcum var. Sana 700 milyon dolar ödemişken sen benden 7,4 milyar dolar daha istiyorsun. Böyle borçlanma nerede var?! Sonra, kamu bankaları için özelleştirme(!) çalışmaları. Ecevit, 95 seçim kampanyasında Eskişehir yoluna, 'Flamingo yolu' dedi. Kamu kurumlarının binalarını eleştirdi; "Biz gelirsek kamuyu küçülteceğiz, bakanlıkların sayısını azaltacağız" dedi. Geldi, 35 bakanlı kabine kurdu. 45 bin geçici işçiyi kadroya geçirdi. Üç ortak, her biri kucağına bir banka aldı. Veleddaallin amiiin... Bunların niyetinin özelleştirme değil, hortumlama, becerme olduğu ortaya çıktı.

Bu kadar fahiş bir faiz nasıl oluyor?

Ziraat Bankası bir mektupla Hazine'ye "borcunu ödemedin borca şu kadar faiz uygulayalım" demiştir. Hazine de "olur" demiştir. 315 milyon dolar için iki sene sonra 700 milyon dolar ödenmesine rağmen Ziraat Bankası, "borcunun sadece 51 milyon dolarını ödemiş oldun" diyor. Niye bu kadar anlamsız bir faiz var? Şundan: devletin kaynakları hortumlanıyor. Bunları yazacak başka hesap yok çünkü. Hukuk dışı yapılan bütün işlemler bu hesaba sayıştırılmış. Bilançoyu denkleştirmek için dağıtılan bütün paraları bu faizlerle kapatmışlar. Bakın, Hazine ile Ziraat Bankası arasında ensest ilişki vardır. Onun için Ziraat Bankası'ndan Hazine'ye müsteşar gider, oradan da Ziraat'e genel müdür. Banka bir ekstre gönderdiğinde buna kim "okey" diyor. Hazine!

Şimdi bu bankaların siyasetin kontrolünden çıkarılması için içten ve dıştan büyük baskı var. Bundan sonuç alınamaz mı?

Tam zevklenmişlerken bunlara "bırakın" deniyor. Bırakmak ister mi adam!.. Bırakmamak için bir cinlikler çeviriyorlar, evlere şenlik!.. Dünya Bankası, "Kamu bankalarını özelleştirecektiniz, ne oldu?" diyor. "Yapcaz, yapcaz" diyorlar. Haziran 2000'de diyor bunu. Üç bankayı Özelleştirme İdaresi'ne bağlamak işlerine gelmiyor, Hazine'ye bağlıyorlar! "Yasayı Meclis'e sevkediyoruz" diyorlar; tasarı hazırlanıyor, içinde özelleştirme yok! Cottarelli "Yahu bizim istediğimiz burada yok?" diyor. "Meraklanmayın, Plan Bütçe Komisyonu'nda bir önerge ile onu hallederiz" diyorlar!.. IMF komisyon çalışmalarını dört gözle izliyor: orada önerge falan yok! Tasarı Genel Kurul'a iniyor. Cottarelli, "Ben gidiyorum. Bir dahaki gelişimde de bu iş olmazsa bitti bu iş" diyor. Sonunda anlıyorlar ki hakikaten özelleştirme olmazsa bu anlaşma yırtılacak. O zaman diyorlar ki: "Peki beyler, bu iş buraya kadar. Bankaları bırakmamız lazım." Ama yine "bırakmayalım da bırakmış gibi yapalım" diyorlar. Bir madde hazırlanıyor: "Bankalar bir bakana bağlı olarak üç yıl içinde önce özerkleşecek, sonra özelleşecektir." Bunu da hemen tercümeyle IMF'ye gönderiyorlar. Ama, kendi parti gruplarına "Bu madde önemli değil, yönetimde yine bizim partililer olacak" diyorlar. Bu kadarla da kalmıyor; kanunun bir geçici maddesine göre, "üç yıl içinde özelleştirme olmazsa Bakanlar Kurulu süreyi yüzde 50 uzatabilir" deniyor. Yani, 4,5 sene tecavüz garanti!!! Tecavüzün zevkinden mahrum kalmak istemiyorlar...

Bu tecavüz, bu kadar açık, bu kadar göstere göstere nasıl oluyor?!..

Kardeşim, Türkiye'de siyasetin tanımı budur. Süleyman beyden başlamıştır: Yalan söylemek en makbul siyaset sanatıdır. Söylediğinin onda birini yapmayacaksın; siyasetin profesyonel zümresini, beş delegeyi, on teşkilatçıyı, sana yakın işadamlarını ihya edeceksin, devlet imkanlarını hortumlatacaksın... Bu melanetin başı Demirel'dir. Seçim meydanlarında "Sen ne verecen, ben 500 fazlasını verecem" dedi. Al sana, bugünkü görev zararları. 93'te başlamış bu film. Demirel, ülkenin son 10 yılının kaybına sebep olmuştur.

Şimdi üç bankanın bileştirilmesi çalışmaları var. Bu nereye varacak?

Bu da yeni bir seks yöntemi!.. Özelleştiriyor görünmenin yeni yolu. Birleşme çalışmaları tek başına 1,5 sene zaman alır. Bu yapılırken de bir sürü suistimal ve yanlış yapılır. Bir şey biliyorsam, bunun asla yapılamayacağını söylüyorum. Diyelim birleştirildi: Bu koskoca bankayı kime satacaksın? Bir büyük bankanın satışı, stratejik olarak Telekom'dan daha zordur. Çünkü, banka bütün sanayi ve ticaret sisteminin ciğerini bilir, büyük bir istihbarata hükmeder. Üç banka bölünerek altışar tane bölge bankası haline getirilerek özelleştirilmelidir.

Krizden çıkış için, uluslararası kuruluşlara güven verebilecek durumda mıyız?

Kemal Derviş için Amerikalılar da: "Sizden çok memnunuz; en azından aynı lisanı konuşan bir yetkili karşımıza çıkıyor, ama yeterli değil" diyorlar. Çünkü, 50 milyar dolar verseler bunun uçup gideceğini biliyorlar.

Peki, Derviş gibi rasyonel bir adam neden böyle bir yükün altına girdi?

Geldiğinde bir baktı, "bir şey olabilir mi" diye. Kendisini bence Meclis'teki 350 kişilik iktidar çoğunluğuyla ikna ettiler. Daha açıkçası , "Biz üç tane çobanız. Daldır çıkar, ne istersen yaparız. Sen yaz, kanun olsun" dediler bence.

Krizi konuşurken galiba bir hasar tesbiti de yapmak gerekiyor, değil mi?

Evet, hasar tesbiti yapılmadı. IMF'ye yalan bilgiler verdik, ondan sonra yapmamız gerekenleri de tavsattık. Problemin yüzde 80'i buradan kaynaklandı. Yüzde 20'nin içinde IMF'nin de hatası var. Ama asıl sorun Ecevit'te... Şubat krizinde elindeki sigarayı, kapısında "kesinlikle ateşle yaklaşılmaz" yazılı levhaları hiçe sayarak akaryakıt deposunun içine atıp büyük bir hata etti. Sadece bu işlem doğru değerlendirilirse, Ecevit de Yüce Divan'a gider. "Zaten bu kriz olacaktı" diye bir şey yok. Ağzını açmasaydı haziran sonuna kadar hiçbir şey olmayacaktı. O zaman da çözümü vardı. Bunlar ödlekliklerinden en kötüsünü yaptılar. Sorumluluktan kaçmak için kuru dalgalanmaya bıraktılar. Ben bu krizin Türkiye'ye maliyetinin 80 milyar dolar civarında olduğunu zannediyorum. Bu parayı millet ve memleket olarak hepimiz kaybettik. Sayın Ecevit için, DSP Kongresi bir jübile fırsatıdır. Bunu yapmazsa kesinlikle Yüce Divan'lıktır. Bu durum ilk iktidar değişikliğinde apaçık ortaya çıkar.


 
Sistem yozlaştı ama böyle gitmeyecek!
Halen Toprakbank Yönetim Kurulu Başkanvekili olan Yıldırım Aktürk, İngiltere ve ABD'deki eğitiminden sonra Daire Başkanı olarak girdiği DPT'te müsteşarlık yaptı. Özel sektörde üst düzey yöneticilik görevlerinde bulundu. 1995'te ANAP listesinden Meclis'e giren Aktürk'ün "vekil"lik kariyeri de çok parlak geçti. Yılmaz'ı da ağır bir şekilde eleştirerek farkını gösterdi. "Mesut beyle 3-4 tane ayrı özel seansımız var. Başsavcı ile ilgili olanını Meclis kürsüsünden açıkladım. Zamanı gelince hepsini açıklayacağız. Yozlaşmış bu sistem. Böyle gelmiş ama böyle gitmeyecek" diyor.

Herkesin mermisi hazır ama, kimse kimseye sıkmıyor!

Derviş'ten, biraz ABD destekli, biraz içeriden çalışmayla, bir siyasi proje çıkabilir mi?
Amerika, bazı ülkelerde kendisine yakın adamını iktidara getirme arayışından da, demokratik bir ülkede hakkı olmayan birilerini kendi gücüyle ayakta tutmak politikasından da vazgeçti. Oralardan bize gelecek mesaj, "evini düzelt"tir. Bunun Amerika da ister, biz de isteriz. Ama bizim medyamızda, prensi keşfetme hastalığı vardır. Şimdi yapılan pompalamanın nedeni de, olur da tutarsa "ben buldum" diyebilmek içindir. Derviş olabilir de... Ama sistemin değişmesi gerekir. Siyasi Partiler Yasası, seçim sistemi değişmeli. Böylece Mustafa Bayram'lar, Aydın Ayaydın'lar ve benzerleri Meclis'e giremez hale gelmelidir.
Bayram tamam da, Ayaydın nereden çıktı?
Kardeşim, Türk toplumunun en büyük hatası çok kısa ömürlü hafızası olmasıdır. Eğer, Kutlu Savaş'ın Susurluk raporu kamu bankalarıyla ilgili bölümü hatırlanacak olursa, senin bu soruyu sorman abes olur. Üstelik sayın Yılmaz, MKYK'da şiddetli itirazlara rağmen bu arkadaşı İstanbul listesinin başına koymuş ve Meclis'e taşımıştır.
Devletin bu kadar hantallaşmasının bir nedeni de bakanlık sayısının ve buna bağlı organizasyonların çok olması mıdır?
Özal, bakan sayısı az olsun, karar mekanizması hızlı olsun diye çok gayret gösterdi. Bakan sayısı artarsa herkes teşkilatını genişletmek ister, diye düşündü. 20 düşünüyordu 22'de karar kılındı.
Artık merkez sağ liderler de tasfiye oluyor mu?
Bakın Mesut bey tombaladan çıkmıştır. Ölümünden önce söylediği gibi Turgut beyin de bir hatasıdır. Bu krizden önce de Mesut bey çoktan bitmişti. Kafası kopmuş durumda da, biraz kıpırdarsa düşecek gibi. Hafiyecilikle, bir sürü oyunla ayakta durmaya çalışıyor. Bir dahaki seçimde baraj altındadır. Milletvekilliği dönemimde kendisini grup konuşmalarında en ağır bir şekilde eleştirdim... Türkiye'de siyasi sistemde herkes dosyalı üslup kullanır. Bu merkez sağ için de geçerlidir. Birisi hakkında bir duyum alır ve muhatabını vuracak bir mermi olarak saklar. Bunu kullanmaz. Çünkü büyük ihtimalle kendisini vuracak mermi de bir yerlerde hazırdır. Bütün sistem kuşanıp arada bir bu mermileri göstermek üzerine kuruludur. "Sen atarsan sana da atarlar. Benden mal beyanı istersen herkesten istensin. Beyaz enerji araştırılacaksa siyahı da, moru da araştırılsın" diye bu film sürüp gider.

2 Nisan 2001
Pazartesi
 

 
Künye
Temsilcilikler
Reklam Tarifesi
Abone Formu
Mesaj Formu

Ana Sayfa | Gündem | Politika| Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon| Hayat| Arşiv
Bilişim
| Aktüel | İzlenim | Dizi | Röportaj | Karikatür

Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED