T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
ABD'de kritik saatler; Türkiye'nin önünde iki ihtimal

Bir Washington sabahına dün saat 06:00 gibi uyandım. Türkiye'de öğle vakti. İlk iş olarak Washington Post'a baktım. Washington Post'a ilişkin 'Amerikan Başkanı'nın kahvaltı masasının üzerindeki gazete' nitelemesi vardır. Ben bu yazıyı yazmaya 07:30 gibi oturduğuma göre, bir yarım saat kadar sonra benim okuduğum Washington Post'un başyazısını Başkan George W.Bush, bir yarım saat kadar sonra okuyacak demektir. George W.Bush'un, öğle yemeğinde Recep Tayyip Erdoğan ile biraraya gelmeden önce okumuş olacağı başyazının başlığı şöyle: 'Türkiye'nin Haftası'. Ve, bu başyazı, Bush'a Tayyip Erdoğan'la görüşmesinden önce epey 'kopya veriyor'. İlk iki paragraf:

"Bu hafta Türkiye ve Batı için tarihi bir hafta olarak şekilleniyor. Perşembe günü Avrupa Birliği, 80 milyonluk bir Müslüman ulusu önümüzdeki on yıllık zaman diliminde tümüyle entegre etmek anlamına gelecek adımı, Ankara ile üyelik müzakerelerine başlayıp başlamama kararını alacak. Şimdi ve zirve arasındaki süre içinde, BM müzakerecileri, Türkiye'nin yeni hükümetinin, Ada'nın kuzeyindeki Türk yönetimine sıkı tavizler vermeyi gerektirecek 30 yıllık Kıbrıs ihtilafının çözümü yönündeki gelişmeyi umut ediyorlar. Bu arada, Türkiye'nin yeni lideri Recep Tayyip Erdoğan, bugünü Washington'da geçiriyor ve burada, eğer Irak ile bir savaş olması halinde, Türkiye'ye Amerikan uçakları ve Amerikan kuvvetleri yerleştirilmesi konusunda Başkan Bush tarafından bastırılacak. Hafta sonuna geldiğimizde, Türkiye ile Batı arasındaki bağlar ya kesinlikle güçlendirilmiş olacak veya tehlikeli ölçüde zayıflamış.

Gelişmiş demokrasiler ile İslam dünyası arasındaki mevcut uçurumun üstesinden gelinmesinde çıkarı olan herkes, bu iki ihtimalden ilkini ümit etmelidir. Bush yönetiminin Türkiye'nin üyeliği için Avrupa Birliği'ne böylesine güçlü biçimde bastırmasının nedenini bu –sadece Ankara ile askeri işbirliği isteği değil- açıklıyor. Mesele, yalnızca, Türkiye'nin ekonomik istikrarını güvence altına almak da değil; AB üyeliğinin hatta o uğurda müzakerelerin, gerçek faydası, Türkiye'nin siyasi sistemini tümüyle özgürleştirmesi ve azınlıklara yönelik ayrımcılığa ve insan hakları ihlallerine son vermesini getirecek olmasıdır. Sonuç, sadece, stratejik yeri olan bir ülkede modern demokrasinin sağlamlaşması değil, aynı zamanda Ortadoğu ve Orta Asya'nın komşu ülkeleri için bir örneğin yaratılmasıdır."

İşte bu. Herşeyi bir çırpıda, iki paragrafta özetlemiş ve Bush-Erdoğan görüşmesinden önce, Bush'un kahvaltı masasında kahve ve çöreğin yanına koymuş oluyor.

WP başyazısının son paragrafındaki şu cümleyi de ihmal etmeyelim: "Brüksel'e yönelik Türkiye'nin savunuculuğunu yapmakla birlikte, Bush, Erdoğan'ı siyasi sözlerini yerine getirmesi ve Kıbrıs'ta BM çözümünü kabul etmesi için bastırmalıdır."

Bush görüşmesinden ve Pentagon'a (randevu saat 10:00'da) gitmeden önce, Tayyip Erdoğan'ın bu Washington Post başyazısından haberi olacak mı? Olabilir. Olmayabilir de. Bu sırada, Amerikan ve Avrupa'nın en etkili gazetelerinde Türkiye hakkında geniş birinci sayfa haberleri ve başyazılardan geçilmiyor. Ama örneğin, önceki günkü New York Times'ın birinci sayfasında yer alan, hem de Michael Gordon imzalı ve kendisinin Bush ile görüşmesine ilişkin haber-yorumu, Kopenhag-Washington uçağında yol alırken, eline ben tutuşturdum. Daha doğrusu, yanında oturan Dışişleri Bakanı Yaşar Yakış'a ona okuyup anlatması için, verdim. Ak Parti Genel Başkanı'nın (Washington'da tanıtıldığı biçimiyle 'Türkiye'nin yeni lideri') bu gibi konularda tam anlamıyla organize bir ekibi de, 'beyin takımı' da yok. Nitekim, CSIS'te, Washington'a ayak bastıktan hemen sonra yaptığı konuşma, içinde önemli mesajlar taşımakla birlikte, Amerikalı izleyicilerince gereksiz derecede uzun ve tekrarlarla dolu bulundu.

Bununla birlikte, Tayyip Erdoğan, muhataplarını olumlu bir elektrikle etkileyebilen Allah vergisi bir özelliğe de sahip. Soru-cevap bölümünü 'hasarsız' ve kendiliğinden gelen bir kıvraklık ve kolaylıkla atlattı. CSIS konuşmasının sonlarına doğru, Paul Wolfowitz geldi ve salona girdi. İlk kez bir hafta önce Ankara'da biraraya gelmiş olan iki şahsiyetin, aralarındaki teklifsiz iletişimi, toplantı sonrası bir odada küçük bir grupla sohbet edilirken, kendi gözlerimle gördüm. Tayyip Erdoğan, CSIS'ten ayrıldıktan sonra, ben, Paul Wolfowitz'le birlikte çıktım ve Erdoğan'ın oteline ikimiz birlikte gittik. Wolfowitz'in 'Ankara temasları'nı birinci elden dinleme imkanım oldu. Bu, başka bir yazının konusu.

Paul Wolfowitz'e, Tayyip Erdoğan'ın kaldığı otelde Marc Grossman ve ABD'nin Ankara Büyükelçisi Robert Pearson da katıldı. Bu 'Amerikan resmi heyeti' ile Tayyip Erdoğan'ın Amerikan başkentindeki ilk resmi görüşmesi, Erdoğan'ın otel odasında bir hayli uzun sürdü.

Gecenin geç saatlerinde, az kişinin bildiği önemli bir haber ulaştı. Rauf Denktaş, BM Genel Sekreteri'nin Özel Temsilcisi Alvaro de Soto tarafından ertesi sabah (yani dün sabah) kendisine ulaştırılacak nihai belgedeki dili çok fazla itiraz etmezse kabul ettiğini ve imzalayacağını açıklayacak ve sağlık durumu nedeniyle kendisi gelemezse bile KKTC Meclis Başkanı'nı Kopenhag Zirvesi'ne gönderecek.

Alvaro de Soto, belgeyi, biz saat farkı nedeniyle daha uyanmamışken Denktaş ve Klerides'e iletti. Şu saatte (Türkiye'de saat 15:00, burada 08:00) gelen bilgilerde, Denktaş'ın kendisine sunulan 'eski belgeden farklı bulmadığı'na dair açıklaması var. Bu, 'kabul etmediği' ya da 'reddettiği' anlamına geliyor mu? Belli değil.

Belli ki, bu konu, Tayyip Erdoğan'ın Bush ile öğle saatlerinde ve BM Genel Sekreteri Kofi Annan'la New York'ta akşam vakti (Türkiye'de geceyarısını geçe), biz, Kopenhag'a gerisin geri uçmadan önce yapılacak görüşmelerde netleşecek ve Denktaş da tavrını ona göre belirleyecek.

Kıbrıs'a ilişkin bir 'ilerleme'nin, Türkiye'nin AB'den müzakere tarihi almasını ve bu tarihin '1 Temmuz 2005'den daha önce' olmasını kesinlikle, evet kesinlikle etkileyeceğinden kimse şüphe etmesin.

Bütün bu temasları, sahada ve hemen her durakta, birebir izliyen, gözlemleyen ve perde arkasına nüfuz edebilen biri olarak, aynı kesinlikle söyleyebiliyorum.

Tayyip Erdoğan-Abdullah Gül ikilisinin, 'AB'den tarih için bastırma' girişimleri ile 'Kıbrıs'ta çözüm' arasındaki irtibatı, 'Kabul edilebilecek bir tarih verin; Kıbrıs'taki durumu istediğiniz rotaya sokalım' diye tanımlanabilecek bir 'strateji'ye dönüşmüştü. Nitekim, Tayyip Erdoğan, önceki gün Kopenhag'da Washington seferi için uçağı bindiği sırada, 'Bu sefer, Rasmussen, Kıbrıs konusunu en sona saklamıştı. Tarihte anlaşalım; onu öyle konuşalım dedim' diye gelinen durumu açıklamıştı. Tayyip Erdoğan, uçak Washington'a yaklaşırken, Kıbrıs üzerine sohbetimizde, 'Rauf Denktaş, Türkiye'nin kabul edeceğini kabul edecek' demişti. Bakalım, göreceğiz. Kıbrıs'a ilişkin, Türkiye'nin önünü açacak ya da kesecek gelişmenin ne olduğunu görüp anlamamıza saatler kaldı...

Kopenhag'daki basın toplantısında 'AB'ye rest' veya hatta 'fırça çekmek' diye de nitelenebilecek sözleri için ise, uçağa bindiği sırada kendisiyle sohbet ettiğimizde ağzından şu sözler dökülmüştü:

'Bunlara kimle dans ettiklerini öğretmek lazım. Koskoca Türkiye bu. İstedikleri gibi oynayamazlar öyle...'

Bu sözler, 'büyüklük duygumuz'u ve 'ulusal onurumuz'u bir hayli okşuyordu ama AB nezdinde neyi, ne kadar halledeceği şüpheliydi. Önceki akşam, Washington'daki bir Amerikan Dışişleri yetkilisi bana, 'Siz buraya gelmeden, Kopenhag'daki basın toplantısı geldi. Erdoğan'ın sözlerinden kaygılandık. Zira, orası AB'nin oyun sahası. AB'nin oyun sahasında bu sözlerin ters etki yapmasından korkuyoruz' demişti.

Türkiye'nin büyüklüğü, önemi, AB hedefini gerçekleştirebilmesi (ki, bu sonuncusu aslında Ak Parti iktidarının da güvencesi), herşey, şu önümüzdeki saatler içinde burada Washington'da Başkan Bush başta olmak üzere, Başkan Yardımcısı Dick Cheney, Dışişleri Bakanı Colin Powell, Ulusal Güvenlik Başdanışmanı Condaleeza Rice ve Paul Wolfowitz ve diğer Pentagon yetkilileriyle, akşam vakti New York'ta BM Genel Sekreteri Kofi Annan'la yapacağı görüşmelerin varacağı sonuçlarla; ya sağlama alınacak veya sıkıntılı bir sürece girme ihtimaliyle karşı karşıya kalacağız.

Hangisinin ağır bastığını yarına kadar öğreniriz. Kopenhag'da ve Kopenhag'tan görüşmek üzere...


11 Aralık 2002
Çarşamba
 
CENGİZ ÇANDAR


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat| Arşiv
Bilişim
| Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED