T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

K R O N İ K  M E D Y A
'Güvenlik brifingi' nasıl 'irtica brifingi' oldu?

9 Aralık'ta, başta Cumhuriyet ve Vatan olmak üzere bazı gazetelerin yazıişlerinde tatlı bir heyecanın yaşandığı anlaşılıyor; çünkü Ankara'dan gelecek "Genelkurmay'dan hükümete ilk brifing"in ayrıntıları beklenmekte ve gelecek malzemeyle 10 Aralık gazetesi çatılacaktır. Biraz 28 Şubat 1997 günkü ruh haline benzer bir hava, ama hayli siliği... Çünkü "heyecanlı" yazıişlerinin, "ilk brifing" (daha doğrusu "irtica brifingi") haberini kotarırken itibar etmediği, ama Radikal gibi, Murat Çelik ve Muharrem Sarıkaya gibi "oyunbozan" gazete ve yazarların aktardığı kimi küçük ayrıntılar vardı… Gelin bakalım gazetelerimiz nasıl yansıtmış olan biteni…

Önce şu "ilk" sözcüğüne dikkatinizi çekelim… "Güvenlik brifingi" gerçekleşmeden önce, duyuru amacıyla gerçekleştirilen haberlerde, dikkat edin, özellikle bazı gazeteler "ilk brifing" sözcüklerini kullandı. "Genelkurmay'dan hükümete brifing" değil, "ilk brifing…" Yani "devamı da var", "yok öyle" anlamında… Bazı sözcükler ilk anda görüldüğü kadar masum değildir…

Gelelim 9 Aralık tarihli gazetelere ve bakalım "heyecan" nasıl yansımış birinci sayfalara… Ya da, böylesi daha ilginç olacak, başlıklara geçmeden önce gelin Radikal, Sabah ve Star'da yer alan kimi bilgileri aktaralım…

Radikal'in birinci sayfasında yer alan "Rutin irtica brifingi" başlıklı haberin anonsu: "Başbakan ve bakanlara Genelkurmay'da verilen brifingde irtica da gündeme geldi. Askeri kaynaklar, 'Bir önceki hükümete verilenden farklı bir şey yok' dedi…"

Bu sunumun, "heyecanlı" gazetelerin sunumundan ne kadar farklı olduğunu, biraz sonra onların başlıklarını aktardığımızda göreceksiniz, ama Radikal'in haberinden şu satırları da aktaralım:

"Brifinge katılan sivil ve askeri kaynaklardan edinilen bilgilere göre, 3 saat 15 dakikalık toplantının 'irticayla mücadele' bölümü 20-25 dakika aldı. Kaynaklar brifingin, önceki hükümete verilenden farkı olmadığını belirtti, 'özel bir ekleme ya da çıkarma yapılmadığını' söyledi. Brifingde irticayla mücadelede sürekliliğin sağlanması gereğinin vurgulandığını belirten kaynaklar, bu yönüyle brifingin 28 Şubat'ta yaşanan türden bir uyarı niteliği taşımadığını, böyle nitelemenin 'haksızlık' olacağını belirtti. Bir askeri kaynak, 'Ülkenin Kıbrıs, AB, Irak gibi sorunları varken, kamuoyunu gereksiz yere meşgul etmek yanlış olur' derken, bir hükümet kaynağı, 'Toplantı sert bir ortamda geçmedi. Verilen bilgileri dinledik, yararlı oldu' bilgisini verdi."

Şimdi de Star gazetesi Ankara temsilcisi Murat Çelik ile Sabah gazetesi Ankara temsilcisi Muharrem Sarıkaya'nın, toplantı sonrası Başabakan Abdullah Gül ile yaptıkları telefon görüşmesinden aktardıkları ilginç bilgilere bakalım…

Murat Çelik'ten ve yazısının ortalarından bir yerden başlayalım:

"Genelkurmay Başkanlığı'nda, Başbakan Abdullah Gül ve beraberindeki bakanlara verilen detaylı brifing sona erdi. Başbakan, Genelkurmay Karargahından çıkıp, sadece birkaç dakika uzaklıktaki makamına geçti. Saat 18.00'a yaklaşıyordu… Abdullah Gül, makam odasındaki televizyonu açtı. Başlayan haber bülteninde ilk duyurulan gelişme, bizzat aldığı 'askeri brifing'di. Gül haberi izledi, büyük bir şaşkınlık ve rahatsızlık hissiyle Genelkurmay Başkanı'nı aradı…"

Gül, aldıkları brifingin sadece "irtica" bölümünün ve neredeyse aynıyla haberleştirilmesinden fena halde rahatsız olmuştu. Bu duygusunu, telefonda Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök'e şu özlerle aktardı (Murat Çelik'in yazısından):

"Sayın Paşam, biz üç buçuk saat boyunca, Türkiye'nin tarihi ve hayati meselelerini konuştuk. Çok faydalı ve verimli bir brifing aldık. Biliyorsunuz, çok da memnun kaldık. Ancak şimdi görüyorum ki, televizyonda konu mecrasından uzaklaşmış şekilde duyuruluyor. Maksadını aşan yorumlar yer alıyor. Doğrusu böyle önemli ve hayati konuların önüne spekülatif haberlerin geçmiş olmasını üzüntüyle izliyorum. Bu üzüntümü sizinle de paylaşmak istedim."

Çelik'in verdiği bilgiye göre, telefon kapanıyor, 10 dakika kadar sonar bu kez Hilmi Özkök arıyor. Çelik, diyaloğun bu bölümünü de şöyle yansıtıyor:

"Genelkurmay Başkanı, Başbakan'a, ortaya çıkan durumdan kendisinin de üzüntü duyduğunu ve yapılan yorumları aynı şekilde kendisinin de medyadan takip ettiğini söyledi. Brifinge ilişkin herhangi bir açıklama yapılmamış, basına bilgi verilmemişti… Orgeneral Özkök, Abdullah Gül'e, yapılan yorumların, geçmişte gündeme gelen değerlendirme raporlarından kaynaklanmış olabileceği yönündeki düşüncesini iletti."

Murat Çelik'in yazısının bundan sonraki bölümünde, Abdullah Gül'ün, "Genelkurmay'daki brifinge dair asıl konuşulması gereken konuların Kıbrıs, Avrupa Birliği ve Irak meseleleri olduğu" yönündeki görüşünü aktarıyor. Gül, üç buçuk saatlik görüşmenin "sadece iç güvenlik bölümünü" ve onun da "sadece irtica bölümünü" yansıtan televizyonlara sitem etmiş haklı olarak…

Benzer bilgiler Sabah'ın Ankara temsilcisi Muharrem Sarıkaya'nın köşesinde de var (hatta Sabah, Sarıkaya'nın yazısını sürmanşete çekmiş.) Bizim anladığımız, Başbakan Gül, televizyonları izledikten sonar, gazetecilere bilgi vererek, hiç değilse ertesi gün gazetelerin brifingi doğru dürüst yansıtmasını sağlama uğraşına girmiş … Peki başarılı olmuş mu?

İşte zamanı geldi, bakalım gazetelerimiz hangi başlıklarla duyurmuş toplantıyı:

Star: "Askerden hükümete irtica raporu…"

Sabah: "İrtica uyarısı… Genelkurmay Başkanlığı dün Başbakan Abdullah Gül'e birifing verdi. Brifingde irtica ile mücadeleye kesintisiz devam edilmesi mesajı verildi…"

Müsaadenizle araya girip neden Star ve Sabah'ı başa aldığımızı açıklamak isteriz: Hatırlayın, bu iki gazetemizin Ankara temsilcileri, yazılarını, televizyonların "konuyu mecrasından uzaklaşmış şekilde" yansıtmaları üzerine kurmuştu. Tesadüf, Sabah ve Star'ın konuya ilişkin haberleri tam da bu köşelerin altına denk gelmiş… Devam edelim başlıklara…

Cumhuriyet: "28 Şubattan dönülemez… Başbakan Gül ve yardımcılarını uyaran Genelkurmay, irtica tehdidinin sürdüğünü vurguladı…"

Vatan: "Genelkurmay hükümete 28 Şubat'ı hatırlattı…" (Vatan gazetesi, içerde de "Genelkurmay Toprak ve Arınç için uyardı" başlığını kullanmış. Spotta da şöyle deniyor: "Genelkurmay, Arınç'ın türbanı kamu alanına taşıması ve ordudan ihraç edilen Toprak'ın Savunma Komisyonu Başkanı olmasından duyduğu rahatsızlığı iletti…")

Müsaadenizle bir kez daha araya gireceğiz. Haberin ayrıntılarını okuyunca anlıyoruz ki, sadece Vatan'da yer alan bu çok özel bilgiler "Kulislere yayılan bilgiler"e ve "Orgeneral Özkök'ün son derece nazik bir üslupla ve isim vermeden yaptığı uyarılara" dayanıyormuş… Devam edelim…

Hürriyet: "Asker irticaya yine dikkat çekti…"
Milliyet: "Devlette 13 bin irticacı…"
Akşam: "Askerden 'irtica' brifingi…"

Bir itirafla bitirelim…

"İrtica brifingi"ni, orada telaffuz edildiği belirtilen rakamlarla yansıtan gazetelerin verdiği rakamlar biribirinin aynısı: Hepsi "devlette 13 bin irticacı" diyor, hepsi "1300 vakıf, 42 üniversite, 485 özel okul, radyolar, televizyonlar" falan diyor… Peki, Genelkurmay Başkanı "basına hiçbir bilgi verilmedi" dememiş miydi Başbakan'a… Bu bilgiyi, gene Genelkurmay Başkanı'na ait şu cümleyle birleştirin: "(O haberler) geçmişte gündeme gelen değerlendirme raporlarından kaynaklanmış olabilir…"

Ne demek mi istiyoruz? Sakın gazeteler, bir önceki hükümete sunulan raporu açıp rakamları oradan aktarmış olmasın? Olmaz, demeyin hemen, burada "olmaz" olmaz…

İtirafımız şu: Vakit dardı, rakamları karşılaştıramadık. Ama yapacağız bu işi… (A.G.)

Manşetler 'Kasımpaşalılaşma' yolunda...

Bir ay öncesinin AB'ye üyelik konusu konusunda bin türlü "rezerv"i olan Türkiyesi, bir ay içinde işçevreleri, medyası, iktidarı ve muhalefetiyle "AB saksısı"nın tek "çiçeği" haline geliverdi!

Türkiye gerçekten ilginç bir ülke; "Türk medyası" ise hepsinden ilginç... Hatırlayın; 3 Kasım öncesi işbaşında olan hükümetin etrafa saldığı "AB umudu" fikrinin ne derece zayıf olduğunu hatırlayın... Heyecandan daha da titreyen bir sesle her fırsatta "bağımsızlığımız"ın ne derece önemli olduğunu hatırlatan bir Başbakan, ülkenin AB'ye katılımını elinden geldiğince engellemeye çalışan bir koalisyon ortağı ve ancak "iş başa düşünce" samimi olarak AB'yi hatırlayan bir üçüncü Başbakan Yardımcısı.... Hatırlayın; 3 Kasım öncesi bu ülkenin 12 Aralık Kopenhag zirvesinden gönlünün hoş tutulmuş olarak ayrılabileceğini bir kişi bile ihtimal dahilinde buluyor muydu? Tabii ki hayır; yıllarca beklendikten sonra son güne ancak yetiştirilebilmiş bir takım "paketler"le Kopenhag'a varıldığında "Bugün gidin ve çook sonra gelin!" benzeri bir cevapla karşılaşılacağını herkes biliyordu. Sonra bu ülkede bazılarınca "3 kasım Beyaz Devrimi" olarak adlandırılan "bir şeyler" oldu. Bir ay gibi bir ülkenin siyasi tarihi açısından çok kısa bir döneme, yeni bir hükümet, yeni bir siyaset anlayışı ve AB yolunda yepyeni bir eylem planı yerleşti. Hatırlayın; bütün bunlar, hepsi hepsi bir aylık bir dönem içinde oldu. Bir ay öncesinin AB'ye üyelik konusu konusunda bin türlü "rezerv"i olan Türkiyesi, bir ay içinde işçevreleri, medyası, iktidarı ve muhalefetiyle "AB saksısı"nın tek "çiçeği" haline geliverdi! Ne dersiniz; bizim açımızdan olduğu kadar muhataplarımız açısından da fazla hızlı bir "dönüşüm" değil mi? İnsaf, "Bizim" bile algılamakta zorluk çektiğimiz bu derece hızlı bir dönüşümü, Türkiye hakkında karar verecek muhataplarımızın serinkanlı bir biçimde değerlendirmeleri mümkün mü?

Dikkat ettiyseniz, bu bir aylık kısa dönemde Türkiye'nin Batı'ya takdim tarzında da önemli değişiklikler yaşadık. Daha dün sayılabilecek günlerde Türkiye'den söz ederken altı çizilen asıl husus "İslam dünyasının tek laik devleti"yken (ve bununla ilişkili olarak ülkenin "müslümanlığı" çok mu çok ufak bir ayrıntı olarak değerlendirilirken), bir ay sonra "Hrıstiyan Batı" ile "Müslüman Türkiye" arasında mutlaka geçilmesi, çözülmesi gereken "Medeniyetler Sınavı"ndan söz etmeye başladık! Bu "dönüşüm" çizgisi özellikle medyada o derece belirgin ki, şu günlerde "Kopenhag yolunda Türkiye müslümanlığını keşfetti!" desek yalan değil!

Dünkü (10 Aralık) gazetelerin pek çoğu manşetlerinden başlayarak çok "öfkeli"ydiler doğrusu. Manşetlerden itibaren öyle bir hava var ki, sanki yıllardır elinden gelenden fazlasını yapan Türkiye'ye 12 Aralık'ta sevindirici bir tarih verilmezse, bundan sonra "herkes yoluna"! Sanırsınız ki, bu medya yıllardır ülkesinde yaşanan her gelişmeyi en başta "Kopenhag Kriterleri"ne uygunluk açısından denetledi ve eleştirdi....

Bakın Sabah'ın manşetinde ne okuyoruz: "Kopenhag raconu / Erdoğan AB'ye raconu kesti: Çifte standart yapma / Duygularımızı zedeleme. Yoksa... Hiç hayırlı olmaz"(!)

Bakın Akşam gazetesi (yine manşetten) nasıl efeleniyor: "Yolumuza gideriz / AK Parti Lideri Erdoğan, Kopenhag Zirvesi'ne iki gün kala AB'yi çok sert uyardı: Türkiye'yi memnun edecek bir sonuç çıkmazsa sonuçlarına katlanırsınız. Yol haritamızı yeniden belirleriz"(!)

Radikal'e de bakın: "Erdoğan, Danimarka'da ve sonra gittiği ABD'de hayli sert konuştu / 'Avrupa çifte standartlı' ".

Cumhuriyet, ellerini ovuşturuyor gibi: "Sezer ve Baykal Kopenhag'a gitmiyor. Erdoğan, AB'yi ikiyüzlülükle suçladı / Ankara'dan tavır". (Gazetemiz nihayet memnun!)

Ve tabii bakın Hürriyet AB'ye nasıl ders veriyor: "Medeniyetler sınavı"; "Hırıstiyan kulübü mü?"; "Biz değiştik sıra siz de"; "Şimdi sıra Avrupa'da".

Hatta bakın ömrünü Brüksel'de geçirmiş bir Hürriyet yazarı (Ahmet Sever) bile nasıl havaya girmiş: "Ya modernleşen, İslamın laiklik ve demokrasiyle bağdaştığını kanıtlayan bir Türkiye'ye, verdiği onca söze rağmen 'hayır' diyerek tüm inandırıcılığını yitirecek, ya da Türkiye'ye 'evet' diyerek çok kültürlü, çok dinli bir kimlik kazanarak tüm dünyaya vereceği mesajla 'medeniyetler çatışması' tezini çürütecek."(!)

Sanırsınız ki Türkiye gerçekten de "İslamın laiklik ve demokrasiyle bağdaştığını" kanıtlamış bir ülke; sanırsınız ki epeydir milyonlarca Müslüman göçmenle birlikte yaşayan AB, "çok kültürlü, çok dinli" bir toplumu henüz başörtülü üniversiteli öğrencilerini bile kampüslere sokmayan Türkiye'den öğrenecek!

Sabah'tan Yavuz Donat, Danimarka'dan olumsuz sinyal gelmesi üzerine (bizce çok yanlış bir kararla) Kopenhag'a gitmeyeceğini açıklayan Cumhurbaşkanı'nı "Sezer'in 'dik' duruşu" diye tebrik ediyor....

Türkiye gerçekten ilginç bir ülke.... Yeniyi öğrenmekte çok gönülsüz davrandığı kadar, öğrendiklerini de hemen hiç unutmuyor.... Ne dersiniz, hepsi hepsi bir aylık bir "balayı"nın etkisiyle AB'ye "efelenmeye" başlayan bu yorumlar İsmet Paşa'nın bir zamanlar sarfettiği "Eğer öyleyse yeni bir dünya kurulur, Türkiye de orada yerini alır!" mealindeki yersiz, zamansız ve tamamen yanlış sözleri hatırlatmıyor mu? Demiştik ya, bir türlü unutamıyor! (K.B.)

'AB saksısı'nda 'Türkiye Çiçeği'; ya da 'Tek çiçekle bahar gelmez' şarkısı...

  • Vatan'dan Haşmet Babaoğlu'nun "AB'yi bırak, bir an kendine bak" başlıklı yazısından: "AB'ye girmenin Avrupa'nın kalbini çalmakla hiç ilgisi yok! Bunu bir sevgi – nefret ilişkisi olarak görmekten vazgeçmezsek, olup biteni hiç anlamayacağız. Son günlerdeki tartışmalara biraz uzaktan bakınca şaşırıyorum: Yıllardır 'geç de olsa, bir tarih verin de önümüzü görelim' diyenler, şimdi tarihlerden tarih beğenemiyorlar. Beni ise kendimizi beğenip beğenmediğimiz noktası ilgilendiriyor daha çok... "

  • Babaoğlu yazısında ironik bir tarzda, sanki olacakları önceden görmüş gibi "Hatta AB liderlerine 'bizsiz susuz bir çiçeksiniz' (...) türünden çok etkili olacağı" düşünülen mesajlar gönderilebileceğini de hatırlatıyor. Sanki, TÜSİAD, TOBB ve TÜRSAB'ın 12 Aralık'a olumlu bir katkı olsun diye AB ülkelerinde yayımlanan gazetelere verdikleri çiçekli ilanları önceden görmüş gibi... Nedir sahiden bu tek "çiçek"li yeşil süs bitkisi böyle; Türkiye'nin AB üyeliğini desteklemek için "Saatchi Saatchi Güzel Sanatlar"ın aklına gele gele bu tasarım mı geldi? Eloğlu zaten "Sen bizden farklısın" diye inat etmekteyken, "Evet ben farklıyım, ben bu yeşil bitkinin tek çiçeğiyim!" diye ortaya çıkmanın anlamı var mı? Hem bu anlayışla, bütünleşmiş bir Avrupa Birliği fikri verilebilir mi muhataplarımıza? Bütün AB ülkeleri "yeşil" ama Türkiye "saksı"nın tek "çiçeği"! Ayrıca şu da önemli: "AB saksısı"na bakan her göz çok haklı olarak, bu "yeşil" bitkinin epeyce uzun ömürlü olacağını ancak bitkinin neredeyse bütün Orta Avrupa bölümüne denk bir alanını kaplayan ve yere epeyce yakın duran "Türkiye Çiçeği" kısmının çok yakında "solacağını" düşünmez mi? AB süs bitkisinin üzerine yerleştirilen şu "özlü söz" de çok kafa karıştırıcı: "Bir şeyi ekip, baktığınızda onun büyümesine yardımcı olursunuz / Şimdi harekete geçin sonuçlar sizi şaşırtsın"(!) Ne kadar yanlış ve yersiz bir "özlü söz".... Adamlar aralarında karar verip "çiçeksiz", sadece "yeşil" bir bitki "ekip, bakmaya" karar vermişlerken, sen kalk "Hadi gelin bu bitkiye görene bayağı 'yapma çiçek' izlenimi verse de illâki bir çiçek ekleyelim!" diye tuttur... Yahu adamlar istemiyor; bitkilerinin tamamen "yeşil" kalmasını, bir kenarından çiçek fışkırdığını görerek "şaşırmak" filan istemiyorlar...

  • Aslında bu "tanıtım kampanyası" meselesinde yine de verilmiş sadakamız varmış... Ya Reklamverenler Derneği Başkanı Caner Tunaman'ın önerisi kabul görüp de, "AB saksısı"nındaki "Türkiye Çiçeği"nin yerini çok daha "münasebetsiz" bir şey alsaydı ne yapardık? Duymayanlar vardır diye Tunaman'ın önerisini aynen aktarıyoruz: "Yapacağımız tanıtımlarda Türkiye'nin bir mozaik olduğunu, demokrasiyi vurgulayabiliriz. Ülkede sarıklısı da var sarıksızı da. Başörtülüsü de var başörtüsüzü de. Denize üstsüz giren bile var. Bunun bile reklamını yapabiliriz. 'Dünyada üstsüz denize girilmesine izin verilen tek müslüman ülkesiyiz' diye reklam yapabiliriz."(!)

  • Nasıl reklam ama.... Aslında "AB saksısı" az biraz gayret ve masrafla bu reklama göre de düzenlenebilir. Yapılacak iş çok basit; saksıdaki "çiçek"in yerine Tunaman'ın önerisinde dile gelen "mozaik"in şahidi bir Antalya fotoğrafı mesela....

  • Gazeteler "Avrupa'ya ilan-ı aşk"tan çok memnun ama bakalım bu işin sonu nereye varacak? Haşmet Babaoğlu çok haklı; bize göre de asıl mesele "kendimizi beğenip beğenmediğimiz", (ve bir ilave olarak) niçin beğenip niçin beğenmediğimiz meselesi.... (K.B.)


  • 11 Aralık 2002
    Çarşamba
     
    YÖNETENLER: Kürşat Bumin
    Alper Görmüş


    Künye
    Temsilcilikler
    ReklamTarifesi
    AboneFormu
    MesajFormu

    Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
    Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat| Arşiv
    Bilişim
    | Dizi | Röportaj | Karikatür
    Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
    © ALL RIGHTS RESERVED