T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Kasımpaşa'dan Paris'e yol gider...

Bundan dört buçuk yıl önce Prof. Kemal Karpat ile 'Türkiye'nin geleceğinde Tayyip Erdoğan'ı tahmin ederken' kastettiğimiz aşağı yukarı böyle bir şeydi. Recep Tayyip Erdoğan'ın 'Kasımpaşa'dan çıkıp, Dolapdere'den yukarı yürüyerek Elmadağ'daki Hilton Oteli'nin lobisine gelmesi'nden söz etmiştik. Tabii ki, bu söylediklerimiz bir 'metafor'du ve topu topu dört sene önce bugünleri görebilmiş olmamızdan ötürü, Prof. Karpat'la geçenlerde İstanbul'da biraraya geldiğimizde kendimize övünme payı çıkartmıştık. Ama Amerika'da dört yıl önce Okyanus kıyısındaki sohbetlerimizin, önceki gün böylesine 'gerçek görüntü'ye bürünebileceğine tanık olabileceğimi ne ben, ne Kemal Hoca, herhalde tasavvur etmemiştik...

Ak Parti'nin -daha doğrusu Ak Parti İstanbul Teşkilatı'nın- önceki gün (Pazar) Lütfü Kırdar Konferans Merkezi'nin Rumeli Salonu'nda Tayyip Erdoğan'lı iftarından söz ediyorum. Lütfü Kırdar, Hilton'un yanıbaşında. Dev bir salon ve içerde 3500 kişi. Ak Partililer ve konukları. Oldukça şık giyimli bir topluluk. Kasımpaşalı olabilecekleri izleniminden ziyade, Elmadağ'daki Hilton lobisi ahalisine uygun bir görüntüdeler. En doğrusu, Dolapdere'den tırmanıp, Kasımpaşa'dan yola çıktıkları kıyafetleri değiştirmiş, Elmadağ'daki Hilton lobisine uyan bir görüntüye bürünmüşe benziyorlar.

İftar programı da öyle zaten. Pek iftar geleneğini andıran, bir 'dini töre'ye uyan bir atmosferi yoktu oradaki iftarın. 2002 yılında Türkiye'de Ak Parti'nin iktidara gelmesini, daha doğrusu 'Ak Parti'nin 2002 yılında Türkiye'de iktidara gelmesini' andıran bir ortam. Şöyle:

Tayyip Erdoğan'ın, bakanların ve Ak Partili yetkililerin oturduğu ana yuvarlak masanın tam karşısına gelen hayli büyük dikdörtgen bir sahne. Sahnenin bir yanında tavandan aşağıya sarkan dev bir Türk bayrağı, diğer yanında Atatürk'ün fraklı, dev bir renkli afiş-fotoğrafı. Atatürk'ün mavi gözlerini diktiği salonda iftar...

Bu arada, sahnede 'Yolcular' grubu ilahiler söylüyor ve sürekli bir sema gösterisi izleniyor. Mevlevi ayinlerinin, tasavvuf kültürünün 'mistik' özelliklerinin ortadan kalkarak, su böreğine, tas kebaba bir 'eğlence müziği'ymişcesine eşlik etmesi, bunun bir beş yıldızlı oteller düzeyinde bir servis ve salonda cereyan etmesi, iftarı tuhaf bir iftara dönüştürüyordu.

Münevver Arınç'ın başörtüsünün, protokolde gözükmesiyle 'dönüşme' korkusuna kapılan 'sistem'in, aslında iftarı ve 'iftar metaforu'nda Ak Parti'yi 'dönüştürmekte' olduğu da aslında pekala akla gelebilir. Önceki günkü iftarda benim aklıma geldi.

Bu olumsuz bir şey değil. Ak Parti'nin iktidar egzersizlerinde sosyologlara, ilahiyatçılara, siyaset bilimcilerine olağanüstü zengin bir malzeme sunuluyor; işin bu yönünü görmek gerektiğine dikkat çekmek istiyorum.

Ak Parti iftarıyla devam edelim... İlahilerin ardından, 'Yolcular' adlı grup, türküler ve şarkılara geçti. 'Yemen Türküsü'yle girdiler 'iftar konseri'nin ikinci bölümüne. 'Adı Yemen'dir; gülü çemendir; giden gelmiyor; acep nedendir... Burası Huş'tur, yolu yokuştur...' bölümleri yüzlerce kişinin dudaklarında mırıldanma halinde. Bir meslektaş eğiliyor, 'Bu, Tayyip Bey'in çok sevdiği bir türküdür'... Bir başkası, 'Bu, Turgut Bey'in (Özal) çok sevdiği türkü' diyerek müdahale ediyor. Arkasından Tayyip Erdoğan'ın seçim kampanyasında sık sık vurguladığı ve sevdiğini pek belli ettiği şarkı geliyor: 'Beraber yürüdük biz bu yollarda; beraber ıslandık yağan yağmurda... Herşey bana seni hatırlatıyor'... Bu kez, M.Ali Birand, masanın diğer ucundan bana sesleniyor: 'Bu şarkıyı rahmetli Turgut Bey pek severdi'...

Ardından bir Rumeli türküsü, 'Hani benim Recebim, Recebim; sarı lira vereceğim; bulmazsan karakola gideceğim'... Türkünün doğrudan Recep Tayyip Erdoğan'a göndermede bulunduğu besbelli. Ardından gelen 'İstanbul'dan Üsküdar'a yol gider'i ise yanımdaki meslektaş farketti. 'Bunun, Tayyip Erdoğan'la ne ilgisi var ki?' diye sorduğumda, 'Üsküdar'da oturuyor ya... İstanbul Belediye Başkanı idi'...

Bu kadar 'sembolizm'in konusu, 'iktidarın güçlü yeni sahibi' en sonunda dev salonun ayakta alkışlarıyla kürsüye yürüyor. Tayyip Erdoğan'ı, birkaç metre ötemde 'Kasımpaşa'dan çıkmış, Dolapdere'den geçmiş, Hilton lobisine girmiş haliyle' ilk kez görüyorum.

Ne ki, 'iktidarın güçlü yeni sahibi' Başbakan değil, milletvekili bile olması engellenmiş bir yasaklı hâlâ. Sağ yanımdan, Tayyip Erdoğan için 'O, bizim Mandela'mız' nitelemesi geliyor. İlginç.

Ve, Tayyip Erdoğan, Hilton lobisini andıran iftar yemeği salonunda, eline geçen bir araştırma raporunda 'İstanbul'da bir milyon ailenin yoksul olduğu'ndan söz ediyor. Bir gün önce bir 'yoksul evindeki iftarı' anlatıyor. İstanbul'un Kadıköy'ünün birçok İstanbullu'nun bilmediği yoksul bölümlerinden söz ediyor. Avrupa Birliği istikametindeki 'demokratikleşme' ve 'özgürleşme' adımlarını atma kararlılığını vurguluyor. 'İşkenceye son verileceği'ne dair kükrüyor.

Tayyip Erdoğan'ın 'Kasımpaşa'yı unutmayacağını, Hilton'un lobisinde bozulmayacağı'nı tahmin edebiliyordum. Önceki günkü Ak Parti iftar yemeğinden sonra emin olabilirim.

Tayyip Erdoğan'la; Avrupa'da havada, karada, Portekiz'den Finlandiya'ya, Danimarka'dan İsveç'e ve son durak Fransa'ya yani Paris'e birkaç gün birlikteyim. 72 saat içinde, Ankara-Lizbon; Lizbon-Helsinki; Helsinki-Kopenhag; Kopenhag-Stockholm; Stockholm-Paris; Paris-Ankara arası uçulacak ve uçulmayan saatlerde Tayyip Erdoğan'ın Avrupa hamlesini karada izleyeceğiz.

Önümüzdeki günlerde 'Dış politika yorumcusu' gözümüzle bu 'AB hedefli başdöndürücü trafik'e ilişkin gözlemlerimi nakledeceğim.

Tayyip Erdoğan'la 'dışarı'da bulunduğumuza göre, 'İstanbul'dan Üsküdar'a yol gider' türküsünü, 'Kasımpaşa'dan Paris'e yol gider'e çevirelim mi?


26 Kasım 2002
Salı
 
CENGİZ ÇANDAR


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Ramazan | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED