T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

K R O N İ K  M E D Y A
Medya dünyasında 'Ben farklıyım' rekabeti!

  • Şurası muhakkak ki, 3 Kasım seçimlerinin asıl kaybedeni "Türk medyası"dır! Gazeteler aynı gazeteler, yöneticiler aynı yöneticiler, yazar-çizerler aynı yazar çizerler, ama ne hikmetse 3 Kasım sonrası hemen herkes kendisini model olarak merkeze koyarak diğerlerini ciddi bir "arınma" sürecine davet ediyor...

  • Hatırlıyorsunuzdur, bu "arınma" sürecini Sabah gazetesi başlattı. Vatandı matandı derken bu gazetenin kendisini "ideal tip" olarak sunmaya başladığına şahit olduk. "Gazetecilik nedir?", "Gazeteci ne yapmalı, ne yapmamalıdır?", "Gazete-siyasetçi ilişkisinde memnu olan fasıllar nelerdir? gibi zuhur etmek için nedense 3 Kasım sonrasını bekleyen birtakım meslek kuralları bir tefrika düzeninde karşımıza gelmeye başladı.

  • Fazla gecikmeden Hürriyet'ten yine medyaya ilişkin olarak "AB'de nasılsa, bizde de öyle olmalı" kampanyası başladı. Hürriyet, 24 Kasım Pazar günü manşete taşıdığı bu "şey" ("şey" diyoruz, çünkü bunun nasıl ifade edilmesi gerektiğine gerçekten karar veremedik; "çağrı"ysa kime çağrı, "dilek"se kim için dilek, "özeleştiriyse" kimin özeleştirisi!) üzerindeki ısrarını ertesi gün de sürdürmüş.

  • Gazete bu kez de, Başbakan Abdullan Gül'ün geçen gün Meclis'te okuduğu Hükümet Programı'nda yer alan "Basında ve kamuoyunda etkili kişi ve organların yargıyı etkileyerek adaleti yanıltmaları engellenecek" şeklindeki vaadi dördü Doğan Grubu'ndan olmak üzere beş gazeteciye yorumlatmış. Bu beş gazeteciden ikisi (Milliyet'ten Hasan Pulur ve Vatan'dan Okay Gönensin) Başbakan'ın bu sözleriyle neyi kastettiğini tam anlamadıklarını söylerken, diğer üç gazeteci "Başbakan çok haklı!" şeklinde özetlenebilecek bir görüşü savunuyorlar. Mesela Tufan Türenç (Hürriyet köşeyazarı ve yazıişleri müdürü), "Bu gerçekleşirse, Türkiye için çok önemli bir kazanım olur. Çünkü elindeki medya gücünü şantaj aracı olarak kullanma sona erer ve bu amaçla medyaya girmiş insanlar, işverenler de bu yolu kullanamazlar" diyor.

  • Anlaşılan o ki, Türenç açısından Başbakan'ın sözleri Hürriyet'i hiç mi hiç ilgilendirmiyor; Başbakan bu sözleri bazı rakip grupların elindeki medya kuruluşları için sarfetmiş! Başbakan ile "hemfikir" olduğunu söyleyen Fatih Altaylı'nın (Hürriyet) açıklaması da şöyle: "Türkiye'deki siyasi temizlikle beraber medyada da bir temizlik olması gerektiğini ve değişen parlamentonun bunun için uygun bir ortamı yaratacağını söylemiştim. Gazetecilerin güç odağı haline gelmesini siyasetçiler engellemeli." Tuhaf bir açıklama tabii ki... Demek medyanın "temizlenmek" için bugüne kadar beklediği gelişme "Türkiye'deki siyasi temizlik"miş. Ülke siyaseti "kirli" olunca o da kirli, "temiz" olunca o da temiz! Başbakan'ı haklı bulan üçüncü gazeteci ise Güneri Cıvaoğlu (Milliyet). "Ben" diyor Cıvaoğlu, "AB'de medya için ne varsa, ne bir fazla, ne bir eksik aynısı olması taraftarıyım. Bunu yaptıkları ölçüde kendilerini desteklerim, yapmadıkları ölçüde de kendi çapımda karşı çıkarım."

  • Bize göre bir başka "tuhaf" açıklama da bu. Cıvaoğlu'nun bu açıklamasıyla, kendisi de içinde olmak üzere bir grup gazetecinin AB normlarına göre "fazla" olduğunu savunması bir yana, "medyada temizlik" görevinin bu yazar tarafından da hükümete havale edildiğini gözlüyoruz! Yani illâ ki siyasi otorite "süpürge"yi eline alacak; medyanın anlaşılabilir, makul, ciddi bir "temizlik" süresine gönüllü olarak girmesi hayal....

    Gelelim Akşam gazetesine: Akşam'ın 25 Kasım tarihli sayısında gazetenin genel yayın yönetmeni Nurcan Akad'ın çok mu çok şaşırtıcı yazısı bir yer aldı. "Serdar Turgut neden Akşam'da" başlıklı bu yazının anafikri de -tahmin ettiğiniz gibi- medya dünyamızın en "hakiki" gazetesinin Akşam olduğunu ileri süren bir tezin savunmasına ayrılmıştı. Akad'a göre, Turgut'un Akşam'ı tercih etmesinin nedeni, "bazı çevreler" anlamamakta inat etseler de, eski Hürriyet yazarının Akşam'da "hemen yakaladığı bu farklılık"tı. Peki "bu farklılık" nasıl bir farklılıktı? Akad'a göre Akşam gazetesi, "belli bir yaşam tarzının okura inatla dikte ettirilmeye çalışıldığı, haberciliğin görev ekseninin daha çok ama daha da çok magazine çivilendiği, AK Parti Lideri'nin seçim sonrası ayağının tozuyla Avrupa Birliği için başlattığı Batı seferlerinin bile, 'uçakta içki sunumu' ile manşetlendiği bir habercilik anlayışından, böyle bir anlayışla biçimlenmiş gazetecilik bakışından" farklı tutumu, duruşu olan bir gazetedir.

    Akad'ın "kötü örnek" olarak sözünü ettiği gazetenin hangi gazete olduğunu tahmin etmişsinizdir; tabii ki Hürriyet! Fakat siz şu işe bakın ki, Akad'ın kendisi de birkaç ay öncesine kadar "belli bir yaşam tarzının okura inatla dikte ettirmeye çalışıldığı" bu gazetenin, yani Hürriyet'in yazıişleri müdürüydü! Dolayısıyla biz bu satırları gazeteci-insanoğlunun "vefa duygusu"ndan nasıl süratle uzaklaşabileceğinin güzel bir örneği olarak okuduk! Ayrıca işin şu cephesi de var: Akşam ne zamandır ve ne münasebetle "farklı" bir gazete oldu? Akşam gazetesi gerçekten de Akad'ın iddia ettiği gibi "gazeteciliği asıl alanına döndürmek, yöneticilerin değil okurun beklentilerine göre yayın yapmak için" büyük gayret sarf eden bir gazete mi? Serdar Turgut, daha birkaç ay önce Hüsamettin Özkan için basın tarihimizde eşi bulunmayan bir "güzelleme"yi kaleme alabilen gazetenin Ankara temsilcisi Nuray Başaran'ın bugün de aynı rolü Tayyip Erdoğan'ın yanında sürdürebilmesi için mi Akşam'ı seçti?

    Hadi işe "dün"ü karıştırmadan 25 Kasım tarihli Akşam'dan da bir örnek verelim: Açın gazetenin "Ekonomi" sayfasını ve okuyun "Pamukbank için Tarişbank oyunu" başlıklı haberi... Göreceksiniz, bu öyle bir haber ki, "Ekonomistler Akçakoca'nın planıyla ilgili olarak şunları dile getirdiler" diye başlayıp, okura basbayağı "Çukurova Grubu yetkilileri"nin açıklamalarını aktarıyor! Yani Akad'ın Hürriyet'in yayın politikasını eleştirirken kullandığı ifadeyle söyleyecek olursak, "belli bir yaşam tarzının okura inatla dikte ettirilmeye çalışıldığı" bir habercilik!

    Sonuç olarak, medya dünyamızda bir şeylerin kaynadığı muhakkak ama ne olup bittiğini bugünden söyleyebilmek neredeyse imkansız... Hadi hayırlısı... (K.B.)

    Cumhuriyet işi bayağı ilerletti...

    Cumhuriyet'te bir haber: "New York Times: Türkiye'yi Avrupalılara satıyor" (!)

    Enteresan.... Haberi okumayı sürdürüyoruz; bakalım güzel memleketimizi Avrupalılara "satan" hangi mihraklarmış?

    "Erdoğan'ın Anayasa'yı ve yasaları değiştirme ve Kıbrıs konularında verdiği sözlere dikkat çekilen (New York Times'da yer alan) yazıda, AB turunda kendisini 'olabildiğince satmaya çalıştığı' yorumu yapıldı."

    Hadi üşenmeyip Cumhuriyet'in haberin-den bir alıntı daha yapalım: "NTY'de 'Yeni lider, Türkiye'yi ve kendisini Avrupalılara satmaya çalışıyor" başlığıyla yayımlanan analizde...."

    Görüyorsunuz değil mi? Bir gazete ancak bu derece "iyi niyetli" olabilir...

    Haber metninden aktardığımız ifadelerin, habere başlık olarak çekilen "New York Times: Türkiye'yi Avrupalılara satıyor" ifadesiyle uzaktan yakından bir ilgisi var mı? Ne oldu bu Cumhuriyet'e böyle..."Köşeleri"nden farklı sesler yükselse de, gazetenin yazıişleri hiç bu derece özensiz davranmazdı....Herşeyden önce Cumhuriyet okurlarına saygısızlık değil mi? Ne yani, Cumhuriyet okurlarının sadece haber başlıklarını okuyarak mı kanaat sahibi oldukları, karar verdikleri sanılıyor? (K.B.)

    Sabah, çok hayırlı bir şey yapıyor

    İlk örnekle karşılaştığımızda "Acaba tesadüf mü" dedik... İkinci örnekle karşılaştığımızda "Acaba arızi mi" dedik... Fakat işte bu üçüncüsü ve sırf habere ayrılan bir tam sayfalık hacme bakarak bile söyleyebiliriz ki, bu tavır düşünülmüştür, sistemlidir...

    Sabah'ın bir süredir ısrarla sürdürdüğü, mahkeme aşamasında, polis soruşturmasından bambaşka noktalara varan "zanlı öyküleri"ne ilişkin tavrına getirmek istiyoruz sözü... Öncekileri geçip, en taze olanına gelelim...

    Bazı gazetelerin hızlarını alamayıp "Kirli" ön adıyla andığı "Birinci Perde Operasyonu"nu hatırlıyor musunuz? Mutlaka hatırlıyorsunuzdur, ama gelin Sabah'ın haberinden biraz daha ayrıntı öğrenelim:

    "Her şey 2001 yılının Ocak ayında başladı. 28 yıllık tiyatro sanatçısı eski Devlet Tiyatroları Genel Müdürü Rahmi Dilligil, '1. Perde Operasyonu' adıyla anılan ve Bursa Devlet Tiyatrosu'nda naylon fatura yolsuzluğu ile ilgili başlatılan soruşturma sonucunda önce kendini gözaltında buldu, ardından da tutuklanarak cezaevine kondu. Dilligil, Bursa E Tipi Cezaevi ile Kartal Cezaevi'nde toplam 5 ay tutuklu kaldıktan sonra önce 29 Mayıs 2001 tarihinde DGM'de görülen ilk duruşmasında tahliye edildi ve duruşmalardan vareste tutuldu. Ardından da Bursa Ağır Ceza Mahkemesi'nde 13 Haziran 2001 tarihli duruşmada tahliye kararı çıktı ve özgürlüğüne kavuştu."

    Dilligil'le ilgili "Rahmi Bey'in çiğnenen onuru" başlıklı taze haberi de spottan öğrenelim: "Eski Devlet Tiyatroları Genel Müdürü 28 yıllık sanatçı Rahmi Dilligil aklandı. Beraatı Yargıtay tarafından da onanan tiyatrocu, şimdi 1.5 yıl boyunca zedelenen onurunun hesabını kimin vereceğini merak ediyor."

    Dilligil'in "Medya Linci" adlı bir oyunun hazırlığı içinde olmasından, "hesabın" bir bölümünü kime kestiği belli oluyor. O günleri hatırlıyoruz, medya gerçekten de pek yaratıcı başlıklarla (örneğin: "Perde kalkıyor", "Perdenin arkası", "Perde Dilligil'in başına indi") müdahil olmuştu soruşturmaya. Yeni tavrını memnuniyetle izlediğimiz Sabah ise bir başka "perde" açmış, "Sevgili tiyatrodan" başlıklı haberiyle Rahmi Dilligil'in "evli ve çocuklu olmasına rağmen" Devlet Tiyatrosu'ndan bir sanatçıyla "aşk hayatı yaşadığı"nın ortaya çıkarmıştı. Bu sanatçının yolsuzluk iddialarıyla hiçbir ilişkisi yoktu ama, Sabah onun da bir fotoğrafını basmayı uygun bulmuştu. İsterseniz Sabah'ın haberinden, Dilligil'in o günleri nasıl hatırladığını da aktaralım…

    "58 yapımı teknem transatlantik olarak gösterildi, hırsız yapıldım, çete kurduğum iddia edildi, mutlu evliliğim çocuklarımın gözü önünde dağıtılmaya çalışıldı, dost hayatı yaşadığım iddia edildi. Bunların hepsi rezalet. Bu iftiraları atanlara sormak istiyorum. Bir adamın hayatını aldınız, nasıl geri vereceksiniz?"

    Dediğimiz gibi: Sabah bir tam sayfa hacminde bir yer ayırmış Dilligil'in beraatına... Öbür gazeteler ise "ara da bulasın" makamında... Oysa "Kirli perde Dilligil'in başına inerken" ne kadar cömertti gazete yazıişleri...

    Sabah, gerçekten hayırlı bir iş yapıyor... (A.G.)

    Meslektaşlara 'hakiki muhalefet' tüyosu

    "Laik ve bürokratik muhalefet"e takılıp kalmış olan Cumhuriyet'e ve "ayıp olmasın diye biz de biraz eleştirelim" diye düşünenler varsa onlara, bir önerimiz var.

    Konuyu Star gazetesi yazarı Mustafa Mutlu gündeme getirdi, biz de ondan yararlanarak öneriyoruz...

    Mutlu, şu haklı eleştirisiyle başlıyor "İlk kıvırma" adlı yazısına (20-21 Kasım):

    "Ne ilginçtir ki hiç kimse, 4 Kasım sabahından beri kurulmuş saat gibi konuşan AKP kurmaylarının ne dediğiyle ilgilenmiyor. Bu sözleri alıp masaya yatırmıyor. 'Yahu bu adamlar seçimden önce neyi savunuyorlardı; bugün ne söylüyorlar' diyen yok... Hiçbir gazeteci meslektaşım, AKP'lilerin ağızlarından çıkan sözlere, bir 'gazeteci şüphesi'yle yaklaşmıyor... Herkes AKP kurmaylarının laikliğe ve cumhuriyete bağlılık konusundaki duyarlılıklarına (!) sevinip, oturuyor... Laiklik ve Cumhuriyet'e zarar vermeyecekler ya; gerisi önemli değil!"

    Haksız mı Mutlu? Hatırlarsanız, biz de AK Parti'nin seçim bildirgesinde nükleer enerjiye dönüş sözü verildiğini hatırlatarak "Neden kimse ilgilenmiyor bununla, herkes nükleerci mi oldu?" diye sormuştuk.

    Mutlu, daha ilginç, daha şaşırtıcı bir "muhalefetsizlik" örneği veriyor:

    "Örnek mi istiyorsunuz, kolay: Önümüzdeki Mart ayında yürürlüğe girecek olan İş Güvencesi Yasa Tasarısı... Hatırlarsınız bu yasa, önceki hükümetin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Yaşar Okuyan'ın inadıyla çıkartılmıştı... Meclis; tatile girdikten sonra, sırf bu yasa tasarısı için olağanüstü toplantıya çağrılmıştı. İşverenlerin büyük tepkisine karşın, partilerin tümü bu yasa lehine oy vermişlerdi... Çünkü seçim kapıdaydı ve 'iş güvencesi' gibi kritik bir konuda milyonlarca kişilik çalışanlar ordusuna ters düşmek olmazdı...

    "İşte o dönemde bu yasayı 'kayıtsız şartsız' destekleyen partilerden biri de AKP'ydi... AKP bu yasayı desteklemekle kalmayıp, 13 yasadan oluşan 'Avrupa Birliği Uyum Paketi'ne eklenmesinde de öncülük ediyordu. AKP'nin bu yasayla ilgili bütün çalışmalarının koordinasyonunu da şimdiki Başbakan Abdullah Gül üstleniyordu. Gül, bu yasanın çıkması konusunda o kadar kararlıydı ki; bu uğurda, kendisini ziyaret eden Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu (TİSK) Başkanı Refik Baydur'la tartışmaktan bile çekinmiyordu... Hem de kameraların önünde...

    "Ne ilginçtir ki o günlerde bu

    yasanın çıkarılmasını, hem de AB Uyum Paketi'ne dahil edilmesini şiddetle savunan AKP ve onun Genel Başkan Yardımcısı Gül; bugün, 180 derece dönmüş durumda... AKP Genel Başkanı Erdoğan'ın açıkladığı 'Acil Eylem Planı'na göre, İş Güvencesi Yasası, işverenlere büyük yükler getiriyor; bu yüzden en kısa zamanda değiştirilecek..."

    Star yazarı Mustafa Mutlu

    ikinci gün de (21 Kasım) sürdürdü aynı konuyu… "Yumuşak da olsa tek tepkinin AKP'ye yakınlığıyla bilinen Hak-İş'ten ve onun Genel Başkanı Salim Uslu'dan geldiğini" aktardıktan sonra yazısını şöyle bitirdi:

    "Sevgili okurlar: İş Güvencesi

    Yasası doğrudur ya da yanlıştır; bunu tartışmıyorum... Benim iki gündür size anlatmaya çalıştığım şey başka… Ben sadece İş Güvencesi Yasası örneğinden yola çıkarak, halkın tüm dertlerini çözecekmiş gibi sunulan bir partinin iki yüzünü göstermeye çalıştım sizlere... Muhalefetteki yüzünü ve

    iktidardaki yüzünü!

    Bu gerçekleri görün... Görün ki, gelecek konusunda çok da fazla umutlanmayın!"

    Bizim de son sözümüz şu olsun: Böyle bir muhalefet herkesten çok "emekten yana" gazetelere düşmez miydi? (A.G.)


  • 26 Kasım 2002
    Salı
     
    YÖNETENLER: Kürşat Bumin
    Alper Görmüş


    Künye
    Temsilcilikler
    ReklamTarifesi
    AboneFormu
    MesajFormu

    Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
    Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Ramazan| Arşiv
    Bilişim
    | Dizi | Röportaj | Karikatür
    Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
    © ALL RIGHTS RESERVED