T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Sezer...

Cumhurbaşkanı Sezer'in çoğunlukla yine, başörtüsü yasağını destekleyen ve kurumsallaştıran sözleri; hak ettiği tartışma ya da tepkiyi görmedi. Bunun nedeni sarfedilen sözlerin önemsizliği ya da gündemle bağlantısızlığı değildir. Tam tersine Sezer, fevkalade önemli ve gelişmelerle de yakından ilgili bir konuşma yapmıştır. Buna rağmen sarsıcı bir tartışma ve reaksiyon doğmaması, yeni hükümetin yarattığı ılımlı ve iyimser havanın bozulmak istenmemesidir. Herkes, başörtüsü gibi hassas/laştırılan bir konuyu tartışıp gerilim yaratmak yerine, Sezer'i duymazdan gelmeyi yeğlemiş görünüyor.

Tartışmadan kaçınmak şimdilik siyaseten mantıklı olabilir ancak, başörtüsünün kanayan bir yara olduğu gerçeğine karşı, bu tutumun ilanihaye sürdürülebilir olduğu konusunda kuşku duymak gerekiyor. Çünkü, Sezer'in sözleri ne sıradan bir laikçi anlayışı yansıtmaktan ibarettir ne de bu sözler kendi sınırları içinde kalabilecek bir fikrin yansımasıdır. Cumhurbaşkanı açıkça, başörtüsünü yasağını ebedileştirmeyi ve Meclis'in muhtemel irade girişimlerini doğmadan öldürmeyi amaçlamıştır.

Sezer, başörtüsü yasağı manifestosu olarak da kabul edilebilecek ve baştan sona yanlış tesbitlere dayalı konuşmasıyla, ileriye dönük etkiler yaratabilecek bir hatalı adım atmıştır.

En başta, başörtüsü için "toplumun gündeminden çıkmış" demektedir ki insan kendine, Cumhurbaşkanı'nın hangi toplumda yaşadığını ve hangi toplumun marketlerinde tek başına alışveriş yapıp, hangi ülkenin kırmızı ışıklarında durduğunu sormadan edemiyor. Şimdi konuşmasına referans gösterdiği ve o vakitler kendisinin de üyesi olduğu Anayasa Mahkemesi'nin başörtüsü aleyhinde karar verirken de muhtemelen o toplumu hesaba kattığı anlaşılıyor. Oysa, "toplum"un başörtüsü diye bir sorunu olduğunu anlamak için özellikle Sezer'in delil aramaya hiç ihtiyacı yoktur. Varsa da başörtüsü nedeniyle işsiz, eğitimsiz, tedavisiz kalanların istatistiklerine ulaşmak konusunda en yetkili makamda kendisi oturmaktadır. İstatistikleri analiz etmek yorucu gelecekse bu sorunu okul kapılarından tesbit etmesi de pekala mümkündür.

"Toplum"da böyle bir sorun vardır, inkar edilemeyecek kadar da derin ve büyüktür. Ayrıca... Ne gündemden ne de kalpler çıkmıştır.

Yine de Sezer'ın asıl yanlışı bu sözden ibaret değildir. Bir "devlet büyüğü"nün "toplum" için nelerin gündem olduğunu nelerin olmadığı bilmemesi alışılmadık bir durum değildir, tarihte örnekleri vardır. Ancak, bir Cumhurbaşkanı'nın hele de kendisini oraya taşıyan tek vasfı "hukukçuluk" olan birisinin, "Anayasa Mahkemesi'nin yerleşik kararlarına göre, artık Anayasa ile bağdaşmayacağı için kamusal alanda başörtüsünü serbest bırakacak bir yasal düzenleme yapılması olanaksızdır" demesi bağışlanabilir bir hata değildir.

Cümlede, "kamu" yani "resmi" alan kasdedilmesine rağmen, "kamusal alan" yani "özel alan" deyimi kullanılarak yapılan vahim yanlışı bir kenara koyuyoruz. Anlaşılan, Cumhurbaşkanı kendisinin başörtülü bir Meclis Başkanı eşi tarafından uğurlanıp karşılanmasında bizim farkedemeyeceğimiz kadar derin bir rejim sorunu tesbit etmiş ve bu telaşla da kavramları karıştırmıştır. Biz bu yanlışa aldırmadan Sezer'in, başörtüsünü sadece kamuda yasaklamaya niyetli olduğunu kamusal alanda yani, sokakta, markette, kırda, pazarda buna niyetli olmadığını düşünüyoruz.

Büyük yanlış, "artık..." kelimesinde saklıdır. Ne demektir bu? Yani, Türk toplumu gelişimini tamamlamış, bütün temel hak ve özgürlüklerini bir karar bağlamış da bundan sonra kabuğunun içinde, giderek tektipleşecek bir hayat mı yaşacaktır?

Zaten, hukuk ve demokrasinin zorlanmasıyla, Anayasa Mahkemesi kanun koyucuymuş gibi değerlendirilip uygulanan bir yasağın hiçbir zaman kaldırılamayacak olmasını emreden bu sözlerden sonra, Türkiye'nin bir demokrasi olduğu nasıl iddia edilebilir? Anayasa Mahkemesi, Sezer'in dediği gibi başörtüsü sorununu çözmemiş tam aksine çetrefilleştirerek çözümsüz hale getirmiştir. Yani bu sorun hallolmamıştır, tersine acilen hallolmayı beklemektedir.

Sezer'in gündemini bilmemesi "toplum"ların değişip geliştiği, özgürleştiği ve eğitim, istihdam ve bütün sosyal haklardan din ve fikir ayrılığı olmaksızın yararlanabildiği gerçeğini değiştirmez.

Toplum da "kamu" eliyle değil, "kamusal alan"dan yükselen dinamiklerle, yani siyasetle ve siyasete ışık tutan sivil unsurlarla değişecektir.


26 Kasım 2002
Salı
 
MUSTAFA KARAALİOĞLU


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Ramazan | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED