T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Kanal 7'nin "hayal"leri (3)

Kitle iletişim araçları ile demokrasinin gelişimi arasında yakın ilişkiler var: Batı'da kitle iletişim araçları, devlet ile toplum arasında birer ara / aracı kurum olarak doğuyor: Bu araçlar, toplumun sorunlarının dile ve gündeme getirilmesine aracılık ediyor, dolayısıyla kilit roller üstleniyorlar. O yüzden tarihçiler, Amerikan Devrimi'ni, "gazete/cilik devrimi" olarak adlandırırlar. Aynı şeyi Fransız Devrimi için de söylemek mümkün.

Ancak kitle iletişim araçlarının toplumun tümüne hitap edebiliyor olması; bu araçların zamanla siyasi ve bürokratik güç odakları ile ekonomik çıkar çevreleri tarafından kontrol edilmesine yol açıyor: Sonuçta –Habermas'ın deyişiyle- "siyasi güç odakları ve ekonomik çıkar çevreleri, bu araçları, kitleleri kontrol etmekte ve yönlendirmekte vazgeçilmez araçlar olarak kullanmaya başlıyorlar".

Her şeye rağmen, bu araçların Batı'da ve Türkiye'de güç ve çıkar odakları tarafından kullanım biçimleri handiyse taban tabana zıt bir görünüm arzediyor: Batı'da bu araçlar, belli güç odakları ve çıkar çevreleri tarafından kullanılsa bile, medya Batı'da esas itibariyle Batı kültürünün yeniden üretilmesi; dolayısıyla Batı toplumlarında bireylerin, çeşitli toplum kesimlerinin özgürlüklerinin alanlarının genişletilmesi gibi bir işlev üstleniyor. Dolayısıyla Batı'da medya, ulusal kimliklerin, ortak duyarlıkların, beğenilerin, zevklerin, duyarlıkların ve hayat tarzlarının icadında ve inşasında; dahası Batı kültürünün küresel ölçekte yaygınlaştırılmasında hayatî bir rol üstleniyor.

Türkiye'de tam tersi bir durum sözkonusu: Türkiye'de medya, bizim kültürümüzü yeniden üretmekte; toplum olarak bizim özgürlüklerimizin alanlarını genişletmekte kullanılmıyor; aksine Türkiye'ye Batılı değerler, anlam haritaları, duyarlıklar, zevkler ve beğeniler ithal etmekte ve özgürlüklerimizin alanlarını daraltmakta; dolayısıyla kültürel dinamiklerimizi dinamitlemekte, Türk toplumunu bizim kültürümüze, tarihimize, düşünce ve sanat dünyamıza, zengin medeniyet birikimimize ve tecrübemize yabancılaştırmakta kullanılıyor. Batılılar tarafından sömürgeleştirilemeyen Türkiye, bizzat bizim elitlerimiz ve medyatörlerimiz tarafından sömürgeleştirilen bir ülke haline getirilmeye çalışılıyor. Olacak iş değil!

Türk televizyonlarındaki sözümona "yerli" dizilerin, programların sundukları değerler, duyarlıklar, çizdikleri karakterlerin ilişki, davranış ve zihin kalıpları kesinlikle bu topluma yabancı ve bu toplumu yabancılaştırıcıdır. Öyle ki, Türk televizyonlarında bugüne kadar tek bir Müslüman tipi bile çizilmemiştir!

Türkiye'de medya, Türk toplumunu Batılılaştırma (dolayısıyla yabancılaştırma) araçları olarak kullanılıyor. Sözümona Türk medyasının bizim kültürel dinamiklerimizin, duyarlıklarımızın, beğenilerimizin bastırılmasında, dönüştürülmesinde, hatta dinamitlenmesinde devrimlerden çok daha etkili olduğunu gözlemliyoruz.

Elitlerimizin farkedemedikleri yakıcı gerçek şudur: Türk medyası, asla Türk medyası değildir; adeta sömürgecilerin medyaları / "sopa"ları gibidir. Türk medyası, Türk toplumunun İslâm'la ilişkilerini sakatlama, hatta sıfırlama patolojisi içine girerek, Türk toplumunu, Batılılar'ın işgal ettikleri zaman asla başaramayacakları, gerçekleştiremeyecekleri kadar kendi kültürel dinamiklerimize, değerlerimize, anlam haritalarımıza yabancılaştırmakta; dolayısıyla bu toplumun millet olma duygusunu ve bilincini; bu milleti millet yapan temel değerleri, dinamikleri paramparça etmektedir.

Elbette ki Batı'da da medya, Batı-dışı kültürlerin ürünlerini Batı toplumlarına sunmaktadır; ama bunlar, hiçbir zaman Batı toplumlarını yabancılaştıracak şekilde sunulmamakta; aksine Batılı toplumlara sadece bir renk, boyut ve zenginlik katacak şekilde işlenmekte ve aktarılmaktadır. Batı'da medyanın, Batı toplumlarını kendi kültürel, düşünsel, tarihsel dinamiklerine, kendi medeniyet tecrübelerine yabancılaştırıcı bir şekilde kullanılabileceğini düşünmek, hayal edilemeyecek kadar saçma bir şeydir.

Oysa Türkiye'de medya, sürekli olarak Batılı değerler, anlam haritaları, duyarlıklar, zevkler, beğeniler pompalayarak, toplumu, kültürel dinamiklerimize yabancılaştıracak bir işlev üstlenmiş durumdadır.

İşte böylesi bir ortamda bu toplumun temel kültürel, düşünsel ve tarihsel dinamiklerini ve dinamizmini dinamitlemek yerine, canlı tutacak, yeniden üretmenin yollarını araştıracak; dolayısıyla topluma İslâm'ın sunduğu köleleştirici değil özgürleştirici; parazitleştirici değil asalet ve şahsiyet sahibi kılıcı; nesneleştirici (=yönlendirilen, tanımlanan, belirlenen, güdümlenen) değil, özneleştirici (=yönlendiren, tanımlayan, belirleyen, kendi geleceğini kendisi belirleyen); dolayısıyla bu toplumu ortak duyarlıklar, ortak dinamikler, ortak heyecan, ortak akıl ekseninde yeniden hayata ve harekete geçirici bir işlev üstlenen yerli bir medya rejimine veya ortamına şiddetle ihtiyaç vardır.

Eğer yabancılaştırıcı, nesneleştirici, köleleştirici, asalaklaştırıcı mevcut medya rejimi devam edecek olursa, bu toplumu toplum yapan ortak kimliğin, duyarlığın, bilincin, heyecanın, dinamizmin ve ruhun yokedilmesi; dolayısıyla toplumun sadece kendi çıkarlarını düşünen, kendi bencil ve süflî çıkarlarının peşinde koşuşturan güdümlenecek bir "sürü"ye dönüştürülmesi; kısacası toplumun tefessüh etmesi ve yok olması kesinlikle önlenemeyecektir. Kültürü yok edilen bir toplumun da, milletin de, devletin de kendi ayakları üzerinde durabilmesi, hatta tarihe karışması kaçınılmazdır.

Şu an Türkiye'de sadece kendi bencil ve süflî çıkarlarını düşünen, İslâm'la ilişkileri neredeyse sıfırlanmak üzere olan hilkat garibesi bir kuşak zuhur etmeye başlamıştır. Bu hilkat garibesi kuşağın zuhur etmesinde 28 Şubat süreciyle birlikte silbaştan yeniden yapılandırılmaya çalışılan ve bu toplumun çocuklarını bu toplumun kültürel, tarihsel, düşünsel dinamiklerine, zengin medeniyet tecrübesine yabancılaştırmayı eğitim politikalarının temel ilkesi haline getiren, her şeyi 1923 yılından itibaren başlatma ahmaklığını militanca yöntemlerle kurumsallaştırmaya soyunan çarpık eğitim sisteminin yabancılaştırıcı politikaları ve uygulamaları, elbette ki, belirleyici bir rol oynamaktadır. Ancak, medyanın bu bağlamda çok daha tahrip edici, çok daha çökertici bir işlev üstlendiğini görüyoruz.

Bu nedenle Türkiye'deki medya rejiminin toplumu yabancılaştırıcı ve çökertici patolojik işlevine son vermenin yollarını araştırmak zorundayız. Sonraki yazıda, bu tür girişimleri, bu girişimlerin vaatlerini, hayallerini ve geçirdikleri zihin kaymasını Kanal 7 örneğinden yola çıkarak anlamlandırmaya çalışacağım.


1 Temmuz 2002
Pazartesi
 
YUSUF KAPLAN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED