AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ
Albaraka Türk

Y A Z A R L A R
AB ile zor yolculuk

AKP iktidarının iki önemli ismi, Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül Avrupa'da lobi yaptı, Erdoğan'ın ifadesiyle "atomu parçalama"ya çalıştı. Bu, bir anlamda, rahmetli Özal'ın dediği "uzun ince yol"un kaçıncı kilometresinde bulunduklarını anlama çabasıydı.

Dikkat edilirse bizim politikacılar nezdinde AB ile ilişkiler hep "olmazı başarma" çerçevesinde görülüyor. Belki ilk defa AKP iktidarı, "eli güçlü" olarak Avrupa'nın karşısına çıktığı inancında. "Uyum paketleri" ile Avrupa'nın siyasi standartlarını yakalama yolunda ciddi adımlar atılmış, ekonomide, henüz epey uzak olmasına rağmen Maastricht kriterlerine doğru bir seyir kazanılmış, en önemlisi, Türkiye'nin "Müslüman hüviyeti"yle en çok bağlantılı bir siyasi kadro AB ve laiklik hedefine sahip çıkmış... Yani zımnen "AB için en önemli sorunlardan birisi Türkiye'nin Müslüman kimliği ise, onu da biz, sistem içinde AB normlarında görme - tutma garantisi veriyoruz" denilmiş.

Başbakan Erdoğan Avrupa'yı sıkıştırıyor:

"-Bosna dediniz geldik, Kosova dediniz geldik, Afganistan, Somali dediniz geldik. Güvenlik için her çağırdığınız yere geldik, şimdi sıra AB camiası içine girmekte..."

Bunlar yeterince güçlü çıkışlar... Ancak netice verecek mi sorusu gene de gündemden düşmüyor.

Başbakan'ın Almanya'daki temaslarında Başbakan Schröder ve Dışişleri Bakanı Fisher, umutlandırıcı karşılıklar verdiler. Ancak "Hristiyan Demokrat" muhalefet adına yapılan açıklamalar, Avrupa'daki "derin redd"in yansıması gibi.

Yani nihai anlamda önünüze şöyle bir tavır konduğunu düşünün:

-Türkiye AB standartlarını yakalamak için pekçok şey yaptı. Ama biz AB olarak Türkiye'yi almaya hazır değiliz. Türkiye'ye umut verenler yanıltıcı davranıyorlar. Türkiye'nin önünde daha uzun yıllar var.

Ondan sonra da "hazır değiliz"in içinin doldurulduğunu...

İşte, AB'nin Yahudilik'ten, Hristiyanlık'tan, Yunan düşüncesi ve Roma Hukuku'ndan, Aydınlanma değerlerinden oluşan bir kimliğinin bulunduğunu ve bu kimlik yapısının bunlarla yeterince bütünleşmemiş bulunan, üstelik dev bir nüfusa sahip olan Türkiye'yi kabule hazır olmadığını...

Ancak Türkiye'nin dostluğunu önemsediklerini, Türkiye ile askeri ve dış politika alanlarında ilişkiler geliştirmenin en doğru yol olduğunu...

Bunu, CNN Türk'ün 03.09.2003 tarihli yayınında "Avrupa'nın derin gerçeği bu" dercesine, Alman Hıristiyan Demokrat Partisi Dış İlişkiler Sorumlusu Fricobert Filueger ifade ediyor. Sonra belki biraz daha esnek ve nazik biçimde, Başbakan Erdoğan'la görüşen CDU Genel Başkanı Angela Merkel ifade ediyor.

Ne denebilir bu söz karşısında?

Denebilir ki "Almanya'nın Hristiyan Demokratlar'ı böyle düşünebilir ama biz başka yollarla bu muhalefeti aşarız."

Belki bunun için Başbakan Erdoğan'ın dediği gibi, Avrupalı'nın "Anneciğim Türkler geliyor" korkusunu izale etmek için "Korkmayın akın akın gelmeyecek halkımız. Hatta gerekirse serbest dolaşım hakkını bir süre erteleyebiliriz" güvencesini de vererek kendimize yol açmaya çalışırız.

Medeniyetler çatışması yerine medeniyetler uzlaşması tezi bizim için çok etkileyici bir gerekçe olarak görülür.

Avrupa'ya global vizyon verecek adımın, Türkiye ile elele vermek olduğunu işleriz vurgulu biçimde... Bunda haklıyızdır da...

Ve belki içimizden "Bu kadar reform paketini aşkla şevkle devreye soktuktan sonra AB'nin bizi reddetmesi mümkün olamaz" gibi "etik" gerekçelerle de avunabiliriz.

Ama, bu "derin muhalefet"in, üstelik kamuoyu araştırmalarının ortaya koyduğuna göre Avrupalı halklara yansıdığı da anlaşılan bu "derin muhalefet"in bir gün önümüze çıkma ihtimalini içimizde bir sancı kümelenmesi gibi saklarız.

Valery Giscard d'Estaing, orada, Avrupa Anayasası'nı hazırlayan konvansiyonun başında "Türkiye AB üyesi olamaz" diye diretiyor. Niye acaba? Sözünün bir kıymet-i harbiyesi yoksa neden söyleyip duruyor?

Daha Kıbrıs var geride... AB'nin, her sorun çözülse bile çözülmedikçe kapıyı aralamayacağı anlaşılan ve Rumlar'ı kollayan tavrıyla fitili çekilmiş bomba halinde bekleyen Kıbrıs...

Ege var geride... AB'nin "çözmeden gelmeyin" dediği... Özünde Yunanistan'ın kollandığı...

Başka başka şartlar-engeller var...

Bütün bunlara bakınca AB yolu "uzun ince" den öte, "çok uzun, çok ince bir yol" olarak gözüküyor.

Ama Türkiye, AB standartlarını mutlaka tırmanılması gereken bir "çıta" olarak görmeli, çünkü o çaba, her alanda Türkiye'ye yükseklikler kazandıracak bir muhteva taşıyor. Siyasette, ekonomide, insan haklarında, hukukun üstünlüğü alanlarında...

En doğrusu, Avrupa ile ilişkiyi "talip" değil, "matlup" olacak çerçeveye oturtmaktır. Avrupa Türkiye'yi çağırıncaya kadar yükselmek... Güç toplamak... Enerji biriktirmek... Talip olursanız şart dikte ederler, matlup olursanız şart dikte edersiniz. Asıl hüner bu denklemi değiştirmekte...


5 Eylül 2003
Cuma
 
AHMET TAŞGETİREN


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Karikatür | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED