T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Tutkallı koltuklar

İngiltere yarından sonra sandık başına gidiyor. Kamuoyu yoklamaları, başbakan Tony Blair'in İşçi Partisi'nin seçimden ezici bir zaferle çıkacağına işaret ediyor. İstikrar sever İngilizler, tam 17 yıl, art arda Muhafazakar Parti'ye şans tanımışlardı; şimdi de ikinci kez "İşçi Partisi" demeye hazırlanıyorlar... Tony Blair de, 'muhafazakâr' yönleri ağır basan bir 'solcu' lider zaten... Kısa süre önce dördüncü kez baba olan 48 yaşındaki Blair, "Bir dahaki seçimde ben yokum; aileme daha fazla zaman ayırabilmek için kendimi emekli edeceğim" demiş... Milliyet, "Bizimkilere ders olsun" diye veriyor bu haberi...

"Bizimkiler", bizim politikacılar elbette. Siyasette bir yerlere tutundular mı, orayı sonuna kadar korunması gereken bir 'Majino hattı' olarak anlıyor, öldür Allah gitmiyorlar. İşler zora girerse, birdenbire saf değiştirip karşı kampa iltica edenler de çıkıyor içlerinden. Oturduklarında vinçle kaldıramıyorsun, falçatayla sökemiyorsun... Silâh zoruyla belki... Koltukları acayip tutkallı. Bugüne kadar, "Aileme daha fazla vakit ayırmak için kendimi emekli ediyorum" diyen birini duymuş değiliz...

Neden acaba?

Aslına bakılırsa, politika bir 'kamu hizmeti' sayılır; tıpkı bir dernekte veya vakıfta sosyal çalışmalar yürütmek gibidir. Vakti zamanı geldiğinde kendini toplum hizmetine sunar, zihin gücün, deneyimin ve yönetim becerinden ülkeni yararlandırırsın. Yararlı olmadığını anladığında veya daha yakında sana daha fazla ihtiyaç duyanlar bulunduğunu fark ettiğinde kendini kenara çekersin. Boşluğu dolduracak bir başka 'gönüllü' çıkar nasıl olsa...

Oysa, bizde, politika (hatta dernekçilik ve vakıfçılık da), çoğu kez, "Bal tutan parmağını yalar" anlayışıyla yapılıyor. Bal yemeğe alışan parmağı emekli etmek kolay değildir. "Aileme daha fazla vakit" dersen, onca bolluğa alışmış aile fertlerin "Bu bize yapılır mı baba?" diye isyan edebilir. El attığın anlaşılırsa cezalandırılman gereken bir tür 'yasak meyva' gibidir 'bal'; o sebeple, hayatının kaymasını istemiyorsan, hem hattı hem de sathı müdafaa etmen şart politikada...

Bizde önemli yerlere gelenler emekli olmaz, olamaz.

Yalnız politikacılar mı? 'Gönüllü hizmet' denilen ve fedakârlık gerektiren alanlarda çalışanlara bakınız; orada da insanlar yönetimlere girmek veya yerinden olmamak için birbirlerini yiyebiliyorlar. Derneklerde yönetim kurullarını, başkanları yerlerinden etmek deveye hendek atlatmaktan daha güç. Vakıflar da, kurucuların elinden kolay kolay alınamıyor. Oysa, gönüllü hizmet yürüten kurumların (dernek, vakıf ve parti gibi) yönetimleri, daha fazla hizmet aşkıyla dolu birileri ortaya çıktığında, "Buyrun kardeşim, biraz da siz terleyin, fedakârlık edin" diyebilmeli...

Bu haftanın sürpriz haberi sizin de dikkatinizi çekmiştir: Kızılay'ın eski yönetiminden bir kişinin dolar, mark, mücevher, tapu zengini olduğu anlaşıldı. Zimmetine para geçirmekten yargılanmış ve iddialar ispatlanamadığı için beraat etmiş adam; ardından sağa-sola emanet ettiği, banka kasasında sakladığı paralarına yeniden kavuşma çabasına girmiş... Sonunu getiren de bu aculluğu olmuş işte... Kendisi aceleci davranmasa, birileri ihbar etmese, ülkemizin en zenginlerinden biri olabilecek ve bir kaç yıl sonra değişecek hayat tarzıyla içine gireceği yeni çevrede saygı görebilecekti...

Acaba, dernek, vakıf ve partilerde koltuğuna sımsıkı yapışma güdüsüyle bu örnek arasında yakın bir ilişki kurulabilir mi? Gönüllü yapılması gereken hizmeti zenginleşme yolu olarak gören biri, kendi gibi düşünenlerle birlikte, ele geçirdiği mevzileri terk etmek istemez elbette... Tony Blair de, eğer oturduğu koltuğun kendine sunduğu gücü şahsen zenginleşmek için kullanmanın aracı yapsaydı, Dawning Street 10 numaralı başbakanlık konutundan ömrü billâh çıkmak istemezdi... Politikayı yozlaştıran bir etkisi var makamda sürekliliğin...

Gönüllü hizmet alanlarını kendine ve yakınlarına çıkar sağlama yeri olarak anlamak ve ele geçirdiği dernek, vakıf, parti gibi kurumların yönetimlerini bırakmaya yanaşmamak daha çok bize özgü bir davranış tarzı. Bizim gibi ülkelerde, "Bir politikacı iki dönemden fazla milletvekilliği yapamaz, genel başkanlık süresi en fazla beş yıldır" gibi kurallara ihtiyaç var. Dernek ve vakıflarda yönetimde yer alanlar için de süre kısıtlamaları konsa yeridir. Bunu yapın, yolsuzlukları kısmen önlersiniz...

"Kısmen" demem ihtiyattan... Geçenlerde karşılaştığım şimdi bir yabancı şirkette yöneticilik yapan eski bir meslektaş, "Esas, ömrü kısalmış hükümetlerde yolsuzluklar diz boyudur" hatırlatmasını yaptı; dediğine göre, koltuğunda uzun ömürlü olmayacağını anlayan politikacı ve bürokratların ar perdesi de yırtılıyormuş... "Bu yüzden karşılaştığım iğrençlikleri bir anlatsam" dedi bana... Alenen rüşvet istiyor, verilmeyeceğini anlayınca işi yokuşa sürüyorlarmış... Şirket merkezinin olduğu Batılı ülkeyi mi, yoksa Türkiye'yi mi kast ettiğini soramadım...

Yönetici ve milletvekillerinin süresini kısıtlayan bir tüzükle seçmen karşısına çıkan iktidara tâlip bir parti görsem oyumu hiç tereddütsüz ona verirdim. ANAP kongresi yakın; sözgelimi, aileden zengin Mesut Yılmaz, "Benden bu kadar; vaktimi aileme ve çocuklarıma ayırmak istiyorum" dese ne olur?


6 Haziran 2001
Çarşamba
 
TAHA KIVANÇ


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | İzlenim | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED