T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Anap, Perinçek ve PKK

Anap'ın seçimlerde Hadep'le işbirliği yapacağını duymuştum da pek ihtimal vermemiştim. Niçin diye soracaksınız. "Avrupa Birliği'nin yolu Diyarbakır'dan geçer" diyen bir Mesut Yılmaz, hiç Hadep ile seçim ittifakına girmez mi?

Ama, Anap'ın geçen seçimlerde Büyük Birlik Partisi ile ortak olduğunu hartırlarsanız, Hadep ile işbirliği haberini siz de yadırgarsınız.

Mamafih uluslarlarası ilişkiler için tekrarlanan bir cümle, pekelâ Anap'ı tarif etmeye de yarayabilir:

"Anap'ın sürekli hasım olduğu fikirler veyahut siyasetçiler yoktur; sadece menfaatleri vardır."

Oportüzim

Bu ne biçim oportünizm! Hedefe ulaşmak için her yol mübah.

Hedef bu defa iktidar bile değil. Çıta hayli aşağılara düşmüş vaziyette. Anap barajı aşma gayretinde.

Evet, Hadep, Meclis'te temsil edilmeli. Siz isterseniz buna PKK'nın siyasallaşması deyin ve karşı çıkın. Fakat bazı gerçekleri görmezden gelemeyiz.

SHP-HEP ittifakı, Türkiye bundan yararlanmayı başarsaydı, memleketimizin çok lehine olacaktı. Ama bir kaç kişinin provokasyonuna kanarak, HEP'lilerin tümünü yaka paça Meclis'ten dışarı attık.

Üstelik, şimdi, Apo da yakalanmış, azgın terör denetim altına alınmış. Düne göre bugün şartlar daha müsait.

Yalnız, Hadep ile işbirliğinin Anap'ı evdeki bulgurdan etmesi ihtimali de kuvvetli. Anap'a halâ oy veren bir avuç insan kaldı; onlar da tam anlamıyla statükocu kişiler. SHP tabanı bile, HEP beraberliğine büyük tepki göstermiş, özellikle Karadeniz'de İnönü'ye destek hızla erimişti.

Malûm Karadeniz ahalisi, Kürt konusuna belki diğer yörelerden daha da büyük bir hassasiyet duyuyor. Yılmaz'ın arkasında ise, herhalde hemşehrilik adına, büyük ölçüde onlar kalmıştı. Bu yüzden Anap liderini, Dimyat'a giderken pirinçten olma ihtimaline karşı uyarıyoruz.

"Milliyetçilik tutmadı; bu defa Kürt kartını oynayalım" mantığı buram buram fırsatçılık kokuyor. Bari bu fırsatçılık, Avrupa Birliği'ne giden yolu kısaltabilse!

Esasında böyle gizli ittifaklar yerine seçim yasasını değiştirmek suretiyle, kanunî beraberliklerin önü açılmalı.

Baraj yüksek; bir de ittifaklar yasaklanırsa milletin Meclis'te temsil edilmesinin önü tıkanmış oluyor.

Perinçek-PKK ilişkileri

Anap'ın Hadep'e meyl etmesi, Doğu Perinçek başkanlığındaki Sosyalist Parti'nin PKK ve Apo ile 1991 seçimleri öncesinde ve sonrasında kurduğu sıcak ilişkileri hatırlamamıza vesile oldu.

O tarihte Doğu Perinçek, "Türk ve Kürt milletlerinden oluşan halkın egemenliğinden; iki federe devletin katıldığı demokratik federal bir cumhuriyette, halkların eşit, özgür, gönüllü birlikteliğinden" söz ediyordu. "Rejim, Fırat'ın doğusunda çöktü, çöküş Batı'ya doğru geliyor" diyordu.

Ve bol bol Silâhlı Kuvvetleri eleştiriyordu:

"Militarizm, demokrasinin ve bağımsızlığın yolunu kesmiştir. Orduda, generallikten sonra gelen rütbe eskiden mareşallikti; şimdi banka ve şirket yöneticiliği. Bir kaç istisna dışında, emekli generallerin hepsi, büyük sermaye koltuklarında. Daha ordunun başındayken kendilerini TÜSİAD patronlarına beğendirmeseler kim getirir onları, bankaların, şirketlerin başına? Beşinci yıldızı, özel sektör takıyor. Devletin temel kararlarını, Milli Güvenlik Kurulu, Özel Harp Dairesi ve MİT üçlüsünün oluşturduğu çekirdek belirliyor..."

Perinçek, Bekaa Vadisi'nde Apo ile görüşmeye de gitmiş, PKK lideriyle elele, birbirlerine çiçek verirken çekilen fotoğraflar, İkibin'e Doğru dergisinde kapak olmuştu.

Perinçek, 12 Eylül öncesinde PKK hakkında en ağır ithamları dile getirirken, İkibin'e Doğru'da çıkan başyazılarında, bir zamanlar "Kanlı katil, cinayet şebekesi" diye bahsettiği Apoculardan "Memleketimizin dağlarında gerilla var" diye övgüyle söz etmeye başlamıştı.

12 Eylül öncesinde can düşmanı; 1991'den sonra yakın dost; sonra tekrar düşman. İşte Apo-Perinçek ilişkilerini bu bir kaç cümle ile özetleyebiliriz.

Şimdi Perinçek'e sorsanız, herkes bölücü. Her demokrat ordu düşmanı.

Ve Perinçek, "milli güçlerle beraber" Avrupa Birliği - Türkiye ilişkilerinin mezarını kazmaya çalışıyor.

* * *

Sosyalist Parti'nin HEP ile flörtü bir işe yaramamıştı. 1991'de en düşük oyu o aldı. Parti de kapatıldı. Üstelik, Perinçek'in, daha sonra PKK'ya karşı takındığı hasmane tavrın samimiyetsizliği, hep o günler hatırlatılarak, yüzüne vuruldu.

Bu yüzden Anap, iki tarafı keskin bir bıçak üzerinde oynadığını, iyi hasat beklerken kıtlıkla karşılaşabileceğini idrak etmeli. Deniz tükeniyor.

"Yurtsever güçler"

İşçi Partisi'nin eski defterlerini (Sosyalist Parti - PKK işbirliği) karıştırarak Anavatan'a ışık tutmak istedik. Ama Perinçek'in "yurtsever güçlerle" ilişkisini de bu vesileyle hatırlamak lâzım.

Aydınlık gazetesi, bugün Karen Foog'un e-mail'lerini yayınladığı gibi 1978'de de MİT ve Emniyet Teşkilâtı'nın özel raporlarını neşretmişti. Bu kampanya sırasında, ordu içinde MHP ile ilişkili subayların ismi açıklandı; Nisan 1978'de Konya'da, 2'nci Ordu Komutanı Vecihi Akın ve bazı generallerin bir kaç ünlü işadamıyla birlikte, ordunun yönetime el koymasının görüşüldüğü, kamuoyuna duyuruldu. Savcı Doğan Öz'ün öldürülmesi olayının planlayıcısının Hüseyin Kocabaş olduğu ileri sürüldü vs... Perinçek "belgelerin, bazı yurtsever MİT ajanları ve polislerden geldiğini" belirtiyordu.

Haydi o tarihte iktidarda bulunan CHP'nin, –faşist diye nitelediği MHP'nin ve onu bürokratik kademelerde temsil eden zihniyetin köküne kibrit suyu ekmek amacıyla– belgeleri Perinçek'e sızdırdığını düşünebiliriz.

Ama ya bugün? Bugün Perinçek, MHP ile de işbirliği içinde görünüyor. Aynı telden çalarak, "Kuvay-ı Milliye ruhuna ihtiyaç var" diyor.

İdeolojik sefalet

Bizce Atatürk'le irtibatlandırılan bir milliyetçilik, Türkiye'nin Batı'dan uzaklaşmasını değil, ülkemizin Avrupa Birliği üyesi olmasını icab ettirir.

İnsan haklarını savunan Karen Foog'u Türk düşmanı gibi göstermek, onu yıpratmak için x nolu Andıç'ın gereğini yerine getirmek, Kuvay-ı Milliyecilikten ziyade, ideolojik bir sefaletin tezahürüdür.

Türkiye, Avrupa Birliği üyeliğinden çok önce, Strasbourg'taki Avrupa Konseyi'nin kurucu üyesidir. Ama maalesef bu kuruculuk sıfatına rağmen, taahhütlerini yerine getirmeyen, bu yüzden yakın takibe alınan (monitoring uygulanan) bir kaç ülkeden birisidir.

Kuvay-ı Milliye ruhu, Türkiye'nin Rusya ve eski bir kaç peyk ülkesine tatbik edilen yakın izlemeden kurtarılmasını gerektirir.

* * *

Avrupa Birliği zaten, Avrupa Konseyi'ndeki gelişmelere göre hareket eder. İdam yasağı, Avrupa sözleşmesi (ek 6'ncı protokolle) düzenlenmiştir. Türkiye bu protokolü imzalamadı. Ama er geç imzalamak zorunda.

Fransa'nın o protokolü, rezerv koyarak ilk başında imzalaması, bugün halâ çekincesinin devam ettiği anlamına gelmez.

İdam cezasını kaldırmak veyahut özgürleştirici adımlar atmak, dışarının baskısıyla bile olsa, bunda utanılacak bir şey yok.

Neden utanmalıyız?

Yunanistan, Avrupa Birliği üyesi iken, 1978'de bu fırsatı kaçırmamız ve halâ aradaki mesafeyi kapatamamamız utanılacak bir durum.

Halâ siyasi yasaklar uygulamak, halâ andıç doğrultusunda yazılar yazdırmak ayıp bir şey.

114 milyar dolarlık dış borç yükü sebebiyle politikalarımızı İMF'ye ipotek ettiysek, milli geliri aşan iç ve dış borcu çevirmek için, Osmanlı'nın Duyûn-u Umumiyesi'ni andıran bir uygulamaya başladıysak, bunlardan dolayı üzülüp sıkılalım.

Bence Kuvay-ı Milliye ruhu, bugün antiemperialist değil, küreselleşmecidir.


27 Şubat 2002
Çarşamba
 
NAZLI ILICAK


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED