T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Medeniyetler temelinde düşünmenin ıskalattığı büyük gerçek

Medeniyetler arası diyalog zemininde konuşmak, dünyanın medeniyetler arası bir çatışma potansiyeli taşımasından dolayı ilk elde anlamlı gözüküyor. Her medeniyetin belli bir anlam dünyası ve buna bağlı bir dil ile içeriklendiği gözönüne alınırsa, medeniyetler arası diyaloğun, dillerin ve anlam dünyalarının birbirine tercümesine yol vereceği açıktır. Bunun siyasal sonuçları ise dünyanın geleceği için son derece gereklidir.

Lakin medeniyetler arası diyalog çabalarının medeniyetleri içten içe kemiren bir yan ürünü de yok değil. Hatta bu yan ürün giderek ana ürün olmaya başlıyor...

Medeniyetler arası diyalog çabaları herkesin dikkatini bir diğer/öteki medeniyetin kodlarına çevirmesine yol açıyor. Böylece her medeniyetin içini en iyi görebilecek zihinler enerjilerini bir başka medeniyete çevirerek hareket ediyorlar. Sonuçta her medeniyetin içindeki sınıf çelişkilerini, eşitsizlikleri ve medeniyetin kendi hayat sahası içinde yaşayanlar için ürettiği ayrımcılıkları gözden kaçıran bir bakış açısı kurumsallaşmış oluyor.

Oysa aydınların görevi öncelikle kendi medeniyetlerinin içindeki eşitsizliklerle hesaplaşmaktır. Aydın namusu bunu gerektirir. Bir başka medeniyetin günahlarını sayıp dökmekten ve kendi medeniyetini bir 'blok' olarak savunmaktan öte bir etkinliği olmayan bir tutum, asla aydın namusu ile tanımlanamaz; kaba politikanın, hem de en alasından sığlığın bir işaretidir bu. Noam Chomsky bu ayrıma en çok dikkat çeken yazar-filozoflardan biridir. Nitekim İstanbul'a gelişinde, kendisinin Cengiz Han'la ilgili iyi bir eleştirel kitap yazabileceğini ama bunun ahlaki olmayacağını, çünkü kendisinin esas meselesinin içinde yaşadığı ABD olduğunu belirtmiştir. Bu bir öncelikler sorunudur.

Bu medeniyet havzasında yaşayan birinin de kendi önceliklerini doğru koymadan, bunlarla cesur bir biçimde hesaplaşmadan bir aydın tavrı geliştirmesi mümkün değildir. İslam dünyası içinde yaşarken, bu dünyanın adaletsizlikleri ile hesaplaşmadan, böylesi bir hesaplaşmayı vurgulu bir aydın tavrı haline getirmeden, Batı'nın günahları üzerinden kendine meşruiyet arayan bir tutum geliştirilmesi, aydın tavrı ile değil politikacı tavrı ile açıklanabilecek bir pozisyondur.

Medeniyetler arası diyalog arayışları böylesi bir refleksi güçlendiren yan ürünler üretmektedir.

Çünkü bu tip çabalar tabiatı gereği her bir medeniyeti bir 'blok' olarak ele almaktadır. İletişim dili bir bloktan ötekine doğru kurulmaktadır. Her medeniyet yekpare, homojen, bütüncül bir blok gibi konuşturulmaya başlanınca, konuşan iki blok arasındaki insan gerçeği ıskalanmaktadır. Bu da medeniyet denilen bütüncül yapılar karşısında insanların bir kere daha 'dilsizleşmesine' yol açmaktadır.

Oysa bugün esas mesele, insan gerçeğinin büyük bloklar arasında sıkışması; sistemler, stratejiler ve siyasal yapılar arasında kalarak sesini duyurma imkanlarından yoksunlaşmasıdır.

Sesini duyuramayan, ancak büyük sistemlerin parçası haline geldikçe bir anlam ifade edebileceği pozisyonları almaya zorlanan insanların, her medeniyetin içindeki yoksul katmanlara inildikçe modern kurumlar ve süreçlerle çatışmaya yaslanan bir kültür üretmeye başladıkları görülüyor. Bunun da dünya barışı üzerine kafa yoranların esas meselesini oluşturması gerekiyor. Medeniyetler arası diyalog başlığı altında ıskalanan büyük gerçek budur...


27 Şubat 2002
Çarşamba
 
ÖMER ÇELİK


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED