T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
"İrtica", laiklik ve İslâm'ın protestanlaştırılması

Türkiye'de etkili ve yetkili çevrelere göre, "irtica ile mücadele" Türkiye'nin güvenliğini ilgilendiren ve o yüzden de asla ihmale, savsaklamaya gelmeyen en hayati mesele. "İrtica /fundamentalizm meselesi" artık sadece "Türkiye'nin meselesi" değil; 11 Eylül'den sonra küresel güçlerin de temel "güvenlik" meselesi olarak ilan edildi. Ancak "irtica"dan / fundamnetalizmden ne anlaşıldığı ve ne kastedildiği pek açık değil. Ben, bu meselenin yeterince açık ve net bir şekilde ortaya konulmaktan bilinçli bir şekilde kaçınıldığını düşünüyorum.

Madem, "irtica" Türkiye'nin ve yerkürenin en öncelikli ve hayati meselesi; o halde bu meselenin tüm açıklığı ve netliği ile ortaya konulması gerekmez mi? Ama nedense böylesine hayatî olarak görülen bir meselede muğlak bir tavır özellikle tercih ediliyor. Bu konunun tüm boyutlarıyla tartışılması, ortaya konulması istenmiyor.

"İrtica" meselesinin neden Türkiye gibi Müslüman ülkelerde hayati bir sorun olarak algılandığını anlayabilmek için, soruna doğrudan "irtica" meselesinden değil, laiklik / sekülarizm sorunu açısından bakılmasının yararlı olacağını düşünüyorum.

Çünkü Batılı hegemonik güçlerin geliştirdikleri "fundamentalizm / irtica tehdidi" şeklindeki küresel projeyi başarıyla hayata geçirebilmeleri için amaçladıkları nihai hedef, tıpkı Batı'da dine yapıldığı gibi Müslüman toplumlarda Müslümanlığın protestanlaştırılması / sekülerleştirilmesi ve siyasi, toplumsal ve kültürel iddialarından uzaklaştırılarak bireysel alana hapsedilmesidir.

Thomas Luckmann, sekülarizmin Batı toplumlarında "gizli / görünmez din" (invisible religion) haline geldiğini söylüyor. Luckman'a göre, Batıda sekülarizm, "modern insanın anlam ve kişisel kurtuluş arayışında; kendini ifade ve gerçekleştirme sürecinde din'in yerini almıştır."

Batı'da önceden din tarafından tanımlanan otorite, hegemonya ve meşruiyet kaynakları, modernlikle birlikte sekülarizm tarafından tanımlanmaya başlanmıştır. Bu süreç, siyasi, ekonomik ve kültürel iktidar aygıtlarının ve faaliyet biçimlerinin de sekülerleşmesini, hayatın bütün alanlarının seküler kodlara göre yeniden tanımlanmasını ve düzenlenmesini gerektirmiştir. Din de, bu süreçten nasibini almış, kamusal alandan uzaklaştırılarak bireysel alana hapsedilmiş yani marjinal / arızi bir unsur haline getirilmiştir.

Şu an bu proje "sekülerleştirme / protestanlaştırma süreci" adı altında İslam dünyasında kısa, orta ve uzun vadeli programlarla ve son derece sofistike yöntemlerle uygulanmaya başlanmış durumda. Batılı hegemonik güçler, Müslüman toplumların direniş güçlerini ancak bu protestanlaştırma / sekülerleştirme programlarıyla kırabileceklerini düşünüyorlar. O yüzden önümüzdeki dönemde İslâmcı siyasi partileri siyasî hayattan uzaklaştırma konusunda kararlılar.

Ancak ben İslâm'ın doğası gereği bu projenin tutmayacağını; aksine fena halde geri tepeceğini düşünüyorum. Bu proje, orta ve uzun vadede İslâmî söylemlerin daha fazla güçlenmeleriyle sonuçlanacak.

Bunun birkaç göstergesi var. Birinci gösterge, Batı'da sekülerliğin durumu. Bugün Batı'da sekülerlik Batılı düşünürler tarafından yoğun bir şekilde tartışılmaya başlanmıştır. Artık sekülerliğin Batılı insanın derin bir varoluşsal belirsizlik ve anlam krizi yaşamasına yol açtığı; insanın iç ve dış dünyasında şiddeti tırmandırdığı gerçeğine dikkat çekilerek, bu durum böyle gittiği sürece insanın hayatının ve dünyanın geleceğinin tehlikeye gireceği tartışılıyor. O yüzden çağdaş sosyal teorinin en cazip ilgi alanlarından biri "post-seküler felsefe", "seküler aklın ötesi" gibi kavramsallaştırmalar etrafında odaklanıyor.

İkinci gösterge ise İslam dünyasında seküler siyasi, ekonomik ve kültürel projelerin başarısızlıkla sonuçlanması; yapay kavgaların ve çatışmaların zuhur etmesine yol açması. Bu gelişmeler, İslâm dünyasında İslâmî söylemlerin kendiliğinden güçlenmesine, kitleselleşmesine ve Müslüman toplumların tüm kesimlerinde hızla ve daha derinlikli bir şekilde kök salmasına yol açacak. Çünkü seküler projeler, Müslüman toplumlarda Müslümanlık kadar ontolojik, epistemolojik ve fenomenolojik derinliği ve karşılığı olmadığı için zamanla kendilerini tüketecekler.

Türkiye'de "irtica" veya dünyada ise "fundamentalizm" ile kastedilen şeyin her bakımdan yükselişe geçen İslâm ve İslam'a dayalı söylemler olduğunun açıkça telaffuz edilmemesi, seküler söylemlerin Müslümanlık karşısında tutunamayacağının örtük bir şekilde ilân edilmesinden başka bir anlam ifade etmiyor.

Ama 11 Eylül sonrası sürecin ilerleyen evrelerinde artık kartlar yavaş yavaş açılmaya başlanacak ve küresel ölçekte uygulanmaya çalışılan seküler söylemlerin Müslümanlık karşısında tutunamayacağı daha net bir şekilde görülecek. Bu süreçte kısa vadede Müslüman toplumları sıkıntılı bir dönemeç bekliyor; ama orta ve uzun vadede küresel seküler stratejiler, büyük ölçüde geri tepecek.


27 Şubat 2002
Çarşamba
 
YUSUF KAPLAN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED