T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

K R O N İ K  M E D Y A
Akşam'ın "3 trilyonluk yüzbaşı" manşetinin önemi...

"3 trilyonluk yüzbaşı" başlığını taşıyan manşet haberin birinci sayfa spotları şöyle:

"Büyük vurgun İstanbul Büyükçekmece'de çalışan 'C plakalı' kırmızı taksilerle yapıldı. 450 taksilik ihaleyi, bazı belediye ve jandarma yetkilileri paylaştı. 700 milyonluk plakalar 30 bin dolara satıldı.

"Sahte ataşe Sitem Özkan'ın itiraflarıyla olay anlaşılınca üç jandarma komutanı kaçtı. Bunlardan Yüzbaşı Mustafa Şimşek'in villa, daire, taksi, minibüs ve otomobillerden oluşan 3 trilyonluk servetine el kondu.

"İhaleye çaycı, kapıcı ve şoförlerin 2 milyar karşılığında girdiği, elde edilen servetin de onların üzerinden gizlendiği belirlendi. Bir belediye başkanının şoförü olan Sunay Kayıkçı'ya kayıtlı 9 villa çıktı.

"DGM'ye sevkedilenlerin sayısı 11'e ulaştı. Sitem Özkan'ın suçladığı ve görev yeri açıklanmayan Albay M.'nin de açığa alınması bekleniyor. Yetkililer, 'çok yukarılara uzanabilir' diyor."

Haberin devamından, buradaki bilgilere ilaveten üç jandarma komutanının daha arandığını; yakalanan sanıkların 11'inin Cuma günü (18 Ekim) İstanbul DGM'de 15 saat süreyle ifade verdiğini ve "İfadesiyle operasyonun düğmesine basan Sitem Özkan"n Akşam gazetesine, "Bunlar çok gizli bilgilerdi, devlet sırrı" diye konuştuğunu öğreniyoruz.

Akşam'ın haberinin kendi başına, salt bir haber olarak çok önemli olduğu açık... Fakat bizce daha önemli nokta, bu haberlerin bir süredir Türk basını tarafından hak ettiği ölçüde "değerlendirilmeye" başlaması... Geçtiğimiz hafta, bu kez trilyonluk bir binbaşının Hürriyet'in manşetine taşındığını söylemiştik. Hürriyet'ten bahis açılmışken ekleyelim: Bu gazete için "arızî" bir durum değil bu. Hürriyet, bir süredir, "asker yolsuzlukları"nı da hak ettiği ölçülerde yansıtmaktan çekinmiyor.

Oysa Türk basını ilan edilmemiş bir uzlaşmayla, "Ordunun imajını zedeleyecek" yolsuzluk haberlerini görmezden gelir ya da tek sütunluk haberlerle görünmez hale getirirdi. Basının bu tutumu, "Ordu'nun, toplumun kirinden pasından arınmış bambaşka bir toplumsal tabaka oluşturduğu" yönündeki duyguyu güçlendiriyor, siyasete şu ya da bu ölçüdeki militer müdahalelere meşruiyet sağlayan bir rol oynuyordu.

Son olarak, Akşam'ın kendi haberini sadece kendisinin takip etmesini (unutmayın, sanıkların DGM'ye çıkmasıyla birlikte haber artık "rutin" hale gelmiştir) nasıl yorumlamalı acaba? Biliyorsunuz, Türk basınında kötü bir huy var: Önemli bir haberi bir gazete ortaya çıkarırsa, öbür gazeteler bu habere küser. Acaba bu son örnekte de böyle mi olmuştur?

Bir başka ihtimal, gazetelerin "eski yaklaşım"dan kaynaklanan bir refleksle habere karşı ilgisiz kalmış olması... Farkındayız: Bu durumda biz, Akşam'ın haberinin anlamı konusunda biraz fazla "büyük laf" etmiş oluruz...

Gazetelerin bu tür haberleri nasıl değerlendirdiğini bundan sonra da dikkatli bir şekilde izleyeceğiz. Fakat bizce, bu konuda basında "ciddi bir ilerleme"den söz etmek aşırı iyimserlik sayılmamalıdır... (A.G.)

"MİT-Televole" polemiği genişliyor...

Geçen gün aktardığımız hikayeyi hatırlıyorsunuzdur; MİT Müsteşarlığı'nın "önde gelen" medya kurululuşlarının yöneticilerine "televole kültürü" konusunda brifingler vermesi ve bu programların yol açabileceği muhtemel tehlikeler hakkında kendilerini uyarması meselesinden söz ediyoruz.

Hürriyet'ten Ertuğrul Özkök'ün himmetiyle haberdar olduğumuz bu şaşırtıcı gelişme bu kez "Televole halkta tepki yaratır mı?" sorusuyla Milliyet'in (18 Ekim)

"Çapraz Ateş"ine konu olmuş, dört kişiden görüş alınmış. Milliyet'in "Televole Program

Yapımcısı" olarak takdim ettiği Can Tanrıyar'ın özellikle "MİT-Televole" ilişkisiyle ilgili görüşleri kaçırılacak gibi değil:

"Bu haber doğru değil. MİT'in toplantısından haberimiz var. Orada eleştirilen konu, ana haber bültenlerinin içeriğine yönelikti. Üstümüze çamur atıyorlar. Geçen sefer bu hataya düşüp biz de MİT'e yanıt verdik, sonra çok üzüldük. Çünkü haberin doğru olmadığı bize iletildi, biz de boş yere böyle bir kuruluşun günahını aldık. Türkiye ne komünist ne de faşist bir ülke. Ancak böyle yönetimlerde, eğlenen insanlar başka insanlardan saklanır. Burası demokratik bir ülke; kim ne yapıyorsa hepsini ortaya çıkarmak lazım...." (!)

Nefis, yani tam "televole" bir akılyürütme tarzıyla karşı karşıya değil miyiz? Tanrıyar daha ne desin; siz en iyisi ekranın karşısına geçip "faşist" ya da "komünist" bir ülkede yaşamadığınız için şükredin!

Bu "televole-MİT" meselesi ya da polemiği nasıl son bulacak göreceğiz bakalım.... (K.B.)

Televole tartışmasına maziden bir katkı

Ertuğrul Özkök'ün "Çölaşan'la ilk ve son polemiğim" (28 Temmuz 2002) başlıklı yazısından...

"(...)

"Çölaşan o yazısında sadece magazincileri ve televole programlarını yapanları eleştirmiyor, bunları yayınlayan medya yöneticilerine de yükleniyordu…Onların da Reina ve Laila'ya gittiklerini söylüyor, 'onlar da bunun içinde' anlamına gelen ifadeler kullanıyordu.

"Emin, dikkatle dinliyor…Bense devam ediyorum: 'Yalnız dikkatimi çeken bir şey var Emin' dedim… Hafif bir hayretle baktı ve 'Nedir?' dedi.

"Devam ettim: 'Yazında magazin haberlerinden ve televole programlarından 50'ye yakın örnek veriyordun. Hepsini dikkatle okudum. Bir şeyi fark ettim.'

Onun soru sormasına fırsat vermeden devam ettim: 'Anlattığın olayların yarıya yakınını ben bilmiyordum. Onları ne okumuş, ne de seyretmiştim. Maşallah sen bu konuda benden iki kat daha meraklı ve dikkatliymişsin.'

(...)

"Yanılmıyorsam Türkiye'de Magazin Gazetecileri Derneği'ne üye olan tek Genel Yayın Yönetmeni benim…Tabii magazin dergilerini saymıyorum…Bu mesleği yaptığım sürece de dernekten ayrılmayı düşünmü-yorum…Çünkü birçok defalar söylediğim gibi magazin, hayatı renkli kılan yanlardan biri…Burada insanlara haksızlık yapılmadığı, iftira atılmadığı sürece magazin haberlerini zevkle izlemeye devam edeceğim…O tür haberlerin, gazetelerin ve televizyonların tadında güzel birer baharat olduğunu düşünüyorum…O nedenle magazin olayına önyargılı bakışları paylaşamıyorum.

"Şöyle gözünüzü kapatıp hayal edin… Bir gün bütün magazin haberlerinin gazete ve televizyonlardan bir anda yok olduğunu düşünün…Yani, artık ne Çağla Şikel var, ne Arto, ne de Mehmet Ali Erbil'in hikâyeleri…Serdar Ortaç hiç sevgili değiştirmiyor, Hülya Avşar'la Gülben Ergen arasında çekişme yok, Sibel Can'ı unutmuşuz.

"Şimdi söyleyin... Onlarsız hayat daha mı güzel olurdu?"

"O yüzden diyorum ki, 'Emin, gel bu magazin haberlerini eleştirme, bak güzel güzel okuyorsun, bırak hayatın böyle renkli olmaya devam etsin'.

"Evet, Magazin Gazetecileri Derneği üyesi bir Genel Yayın Yönetmeni'nin Emin Çölaşan'la polemiği de bu kadar olur..."

İlhan Selçuk'a fahri doktora

İstanbul Üniversitesi Senatosu'nun "Atatürk ilke ve devrimlerinin kararlı savunucusu, Türkiye'nin aydınlanmasına büyük katkıları ve bağımsız gazeteciliğin simge ismi olması" nedeniyle fahri doktora unvanı verdiği Cumhuriyet gazetesi yazarlarından İlhan Selçuk'un törende yaptığı konuşmadan: "Bu cüppeyi bana verenlere de irticayı üniversitenin kapısından içeri sokmadıkları için müteşekkirim."

Hepsi bu kadar... Fazladan bir de yorum istemiyorsunuzdur herhalde!

"Fazladan yorum" da Cumhuriyet'ten

İlhan Selçuk'a fahri doktora unvanı verilmesini, sadece Cumhuriyet'te yer alan haberi aktararak kapatacaktık. Fakat dünkü (19 Ekim) Cumhuriyet'te, Ataol Behramoğlu'nun bu haberi "görmezlikten gelen" medyaya sitem etmek amacıyla kaleme aldığı yazıyı görünce, kapatamayacağımızı anladık. Behramoğlu'nun, "Bir 'onursal doktora' töreninden izlenimler" başlıklı yazısından birkaç tadımlık satır:

"(...) Demek ki bin kişilik salonu tıklım tıklım dolduran öğrenci ve bilim insanı topluluğunu birleştiren coşku ve bilinç, ilk sayfa başlıklarına çıkmak şöyle dursun, bu ülkenin gündeminde iki satırlık bir haber olacak kadar da önem taşımıyor... Gerçekten öyle mi?

(..)

"Kürsüdeki usta her bir sözcüğü tartarak, ölçerek, dengeleyerek, 'aydınlanma' konulu 'konferans'ını bir söz ve düşünce şölenine, alçakgönüllü fakat unutulmayacak bir derse dönüştürmeyi başarıyor..."

(...)

"Konuşmasında İlhan Selçuk, 'irticayı İstanbul Üniversitesi kapısından içeri sokmadıkları' için üniversite yönetimine teşekkür borçlu olduğumuzu söylüyor. (...) İstanbul Üniversitesi'ndeki doktora töreni, magazin medyamız, bu demektir ki ülkemizdeki basılı ve görsel medyanın hemen hemen tümü bakımından 'haber' değeri taşımıyor olsa da, üniversitenin tarihinde ve törene katılanların yüreklerinde unutulmayacak yerini alıyor..."

Siz bir şey anlıyor musunuz?

Akşam'dan (17 Ekim) Nuray Başaran'ın "Hukuk-demokrasi ilişkisi ve DEHAP olayı" yazısından (kimse söylemeden biz söyleyelim: evet bu satırları yazıdan "cımbız"la çektik!) ) bir küçük bölüm: "DEHAP olayı, uzun bir terörize ortamından sonra etnik önceliğin faşizane bir karakterle siyasallaştırıldığı bir ayrışma bakiyesi gibi algılanabilir."(!)

Biz sanki bir şeyler sezer gibiyiz ama açıkçası bu satırlardan hiçbir şey anlamadık. Bu "DEHAP olayı" çok esrarengiz bir şey olsa gerek! Hani belki hata bizdedir diye bir de size sormaya karar verdik... Siz bir şey anlıyor musunuz? (K.B.)

Akşam'sız Sabah olmuyor

II. Uluslararası Radyo, Televizyon ve İletişim Fuarı'nın açılışına katılan TBMM Başkanvekili Murat Sökmenoğlu, Akşam gazetesinin standını gezerken "Akşam'sız sabah olmuyor" demiş. Akşam gazetesi de Sökmenoğlu'nun bu sözlerini "İletişimdeki son gelişmeler" patlangacının yanında başlık olarak kullanmış.

Sökmenoğlu söz konusu açıklamayı medya dünyasındaki son fırtınaları düşünerek mi yaptı tabii ki bilemiyoruz. Ancak karşımıza bu dünyadaki gelişmeleri çok güzel özetleyen bir haber başlığı çıkmış. Niçin mi, nasıl mı? Önümüzdeki ifadeye ufak bir rötuştan geçirirsek sanırız derdimizi daha iyi anlatabiliriz:

Medya dünyasında bu günlerde "Akşam'sız Sabah olmuyor"(!); tabii ki tersi de geçerli "Sabah'sız da Akşam olmuyor"(!) (K.B.)

'Lâubalî' habercilik...

Türkiye'de pekçok baronun dile getirdiği avukatları doğrudan ilgilendiren önemli bir mesele var. Cezaevlerinin kapısına yerleştirilen "duyarlı kapı"lar haddinden fazla duyarlı... Avukatların cezaevine girişlerinde ayakkabılardaki çiviyi bile tanıyıp hemen bağırmaya başlıyor. Aysel Çelikel öncesi Adalet Bakanlığı da, bu soruna bir çözüm olarak avukatların cezaevlerine kapıda hazır bekletilen "terlikler"le girmesini uygun görmüş. Düşünebiliyor musuz, ayağınızda terlik müvekkilinizle görüşmeye gidiyorsunuz! Çelikel'in avukatların bu onur kırıcı uygulama karşısındaki itirazlarını ciddiye alıp meseleyle yakından ilgilendiğini de biliyoruz.

18 Ekim tarihli Hürriyet gazetesinde yer alan bir haber, avukatların cezaevleri kapısında karşılaştıkları bu uygulamanın bambaşka yönleri olduğunu da bize öğretti. Meğer kadın avukatlar da "sutyenlerindeki metallerin alarm vermesi nedeniyle güç durumda" kalıyorlarmış. Görüyorsunuz, bu "sutyen" meselesi "ayakkabı" meselesinden de vahim! Hadi diyelim ki ayakkabı yerine terlik hizmeti sunup bu meseleyi hallettiniz, peki ya ikinci sorun, onu nasıl halledeceksiniz... İmdada yine Adalet Bakanı Çelikel yetişmiş: "Duyarlı kapılar, kadın avukatların iç çamaşırlarındaki metallerden bile etkileniyor, hâlâ şikayet var. Aramanın insan haklarına, hukuka ve hukukçulara daha uygun yapılması için tedbir alınıyor."

Şimdi bir "ara yorum" yapacak olursak: Besbelli ki çok ciddi bir sorunla karşı karşıyayız. "Yargı"nın vazgeçilmez üçüncü ayağı olan "savunma"nın gururu hepten "duyarlı kapı"ya terkedilmiş gibi bir durum... Bu "duyarlı kapı" ne istiyor yani...Bu gidişle cezaev-lerine giriş çıkışı en radi-kal tedbir olarak hepten "sivilleştirme"yi mi?

Bitmedi; sıra geldi Hürriyet'in bu ciddi mi ciddi soruna ilişkin haberinin başlığına. Başlık şöyle: "Sutyen zaferi"(!) Yani bu kadar olur; ciddi olanı "sulu" olandan zerre kadar ayıramayan bir habercilik ancak bu derece lâubalîleşebilir! (K.B.)

Günün sorusu

"Arka sayfaya özenle yarı çıplak kadın yerleştirmekle ve onu bizat seçmekle övünen medya yöneticileri, bir kadının kendi ayakları üzerinde durabilmek için şarkıcılığa soyunurken gerçekten de soyunması gerektiğine dair bir ufuk yaratmadılar mı?"
Umur Talu, Star, 19 Ekim


20 Ekim 2002
Pazar
 
YÖNETENLER: Kürşat Bumin
Alper Görmüş


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED