T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

K R O N İ K  M E D Y A
Neyi, nereden, nasıl eğip bükeceğini şaşırma hali

Hürriyet gazetesi genel yayın yönetmeni Ertuğrul Özkök, geçenlerde "Demokratik ülkelerde gazetelerin bazı partileri destekleme hakkı"nı savunan bir yazı yazdı. Bu "hak"kı kullanan bir gazetenin "bazı partiler"in propaganda bülteni gibi yayımlanmaması ve başka "bazı partiler"e karşı açık bir husumet çizgisi izlememesi şartıyla, temelden yanlış olduğu söylenemeyecek bir yaklaşım... Buna karşılık, mesela Zaman gazetesi genel yayın yönetmeni Ekrem Dumanlı, sürekli olarak "gazetelerin partiler karşısında eşit mesafede durması"nı işliyor. Bu da bir gazetecilik çizgisi ve doğrusunu isterseniz bizim kendimizi daha yakın hissettiğimiz bir çizgi...

Hemen anlaşılabileceği gibi, Ertuğrul Özkök'ün tanımladığı birinci çizgi, ikinciye kıyasla çok daha oraya buraya savrulabilir bir gazetecilik çizgisi... Dolayısıyla, o çizgiyi daha dikkatle izlemek gerekiyor...

İşte bu sözlerimizi doğrulayan iki örnek: 31 Ekim tarihli Hürriyet'te yer alan "Financial Times: AKP Türkiye'yi yönetemez" ve "Seçime 48 saat kala Erdoğan'a tedbir gelebilir" haberleri... Hürriyet'in bu iki haber üzerindeki eğip bükme faaliyetini, aynı haberleri Radikal'in sunumlarıyla karşılaştırarak göstereceğiz...

Financial Times haberi Radikal'de nasıl?

Önce başlıklara bakalım... Hürriyet, yukarıda da belirttiğimiz gibi "Financial Times: AKP Türkiye'yi yönetemez" derken, Radikal "Erdoğan laiklik güvencesi verdi"yi tercih etmiş...

Radikal'in başlığı, ilk bakışta bu gazetenin yazıişlerinde çalışan meslektaşlarımızın "haberin en önemli yanını, en vurucu kısmını başlığa çıkarma" yeteneği açısından nasipsiz olduklarını gösterir gibi... Öyle ya, "Batılı iş çevrelerinin saygın gazetesi Financial Times"da (Hürriyet) "AKP'nin Türkiye'yi yönetemeyeceği" yönünde bir haber-analiz yayımlanacak da, bu başlığa çıkarılmayacak... Olmayacak şey!

Fakat başlıktan içerilere doğru nüfuz ettiğimizde, işin rengi hızla değişiyor... Her şeyden önce, Radikal'in haberine hiç bakmasak bile, Hürriyet'in haberinden anlıyoruz ki, "Türkiye'yi yönetememe" meselesi, okurların ilk anda algıladığı gibi değildir. Yani öyle "Türkiye'nin laik güçleri izin vermez bu işe" falan denmemektedir. Çünkü bu başlık, haberdeki "Gazete, '14 aylık siyasi bir geçmişi olan AKP, Türkiye'yi yönetme deneyimine sahip değil' ifadesini kullandı" cümlesinden türetilmiş... Yani mesele laiklerin izin vermemesi falan değil, tecrübe eksikliği; FT bunu vurguluyor.

Peki, bir siyasi partinin bir ülkeyi "yönetme deneyimine sahip olmaması"ndan, o partinin o ülkeyi "yönetemeyeceği" sonucu çıkar mı? Tabii ki çıkmaz, zaten FT hiç öyle bir şeyden söz etmiyor. Epeyce uzun bu analiz yazısının sadece üç satırlık bir paragrafında (Hürriyet öbür bölümlerle hiç ilgilenmemiş, haberi sadece bu paragraftan kotarmış) geçerken değiniliyor bu tecrübe meselesine... Radikal'in haberinde belirtildiği gibi:

"AKP'nin kendisini Hıristiyan Demokrat partilere benzettiği bilgisine yer verilen yazıda, partinin Türkiye'yi yönetme konusunda ise bir deneyimi olmadığı anlatıldı."

"Seçime 48 saat kala Erdoğan'a 'tedbir' gelebilir"

Sabih Kanadoğlu'nun, AK Parti'nin kapatılması ve mahkeme uzayacağı için bu arada Tayyip Erdoğan'ın genel başkanlığına tedbir konulmasını istediğini biliyorsunuz... Önceki gün, Anayasa Mahkemesi Başkanı Mustafa Bumin, davayı 1 Kasım Cuma gündemine aldığını açıkladı ve Anayasa Mahkemesi Raportörü'nün ön inceleme raporunu üyelere dağıttı. Hürriyet'in (31 Ekim) haberi, işte bu gelişmeye ilişkin...

Gazetenin, "Seçime 48 saat kala Erdoğan'a 'tedbir' gelebilir" başlığıyla ve sevincini gizlemeyen "Hayırlı ya da 'hayır'lı Cuma" patlangacıyla verdiği habere döneceğiz, ama bakalım Radikal ne diyor bu konuda...

Radikal, "AKP'ye iyi ve kötü haber" başlığını kullanmış. Adnan Keskin imzalı haberde "iyi" ve "kötü" alt başlıkta şöyle ifade edilmiş:

"Anayasa Mahkemesi raportörü, Tayyip Erdoğan'ın liderlik yetkilerinin tedbiren önlenmesi isteminin reddi yönünde görüş bildirdi. Davayla ilgili ön inceleme ise seçim öncesi yapılacak."

Gördüğünüz gibi Radikal'in haberinde durum gayet net: "Tedbirin reddine..." Peki, aynı Raportör'ün raporuna dayanarak Hürriyet nasıl çıkartıyor "Tedbir gelebilir" başlığını? Daha da tuhafı ne biliyor musunuz? Bu "ret" Hürriyet'in haberinde de var. Şu satırlar Hürriyet'in haberinden:

"Raportör, (..) Erdoğan'ın (...) milletvekili seçilemeyeceği ve dolayısıyla da Başbakan olmasının sözkonusu olmayacağını vurguladı. Bu durumda ise genel başkanlık görevini sürdürebileceği ve bunun da ilerde 'telafisi mümkün olmayan bir zarara yol açmayacağını' öne sürdü. Raportör bu değerlendirmesi ile Erdoğan'ın genel başkanlığının tedbiren durdurulmasına karşı çıktı."

"Eeee," dediğinizi duyar gibiyiz, haklısınız, ama durun, Hürriyet'e göre bu, Raportör'ün "ikinci tez"idir... Bunun bir de "birinci tez"i var. O da şöyle: "Raportör, Siyasi Partiler Yasası'na göre TCK 312/2. madde mahkûmlarının üye, kurucu üye olamayacağını vurguladı. Erdoğan'ın, bu nedenle genel başkan da olamayacağı için genel başkanlığına tedbir uygulanmasına yeşil ışık yaktı..."

Yahu ne "yeşil ışığı..." Adam açık açık "gerek yoktur" demiş, siz de bunu yazmışsınız, artık "bunu vurgulayarak şöyle demek istedi, şöyle yeşil ışık yaktı"ların falan demenin manası var mıdır?

Görüyorsunuz, "Gazetelerin bazı siyasi partileri destekleme hakkı", biraz problemli bir haktır... İş bu tür tuhaflıklara, olmayacak eğip bükmelere, koca gazeteye hiç yakışmayan "Hayırlı ya da 'hayır'lı Cuma" hafifliklerine kadar gidebiliyor... (A.G.)

Köşeyazarlarından 'hurraaa'!

Bu ülkede köşeyazarlarının ipiyle kuyuya inmenin ne derece sakıncalı olduğunu "Sezer-Erdoğan polemiği" dolayısıyla bir kez daha anlamış olduk! Pek çok köşeyazarının özellikle son haftalarda dile getirdiği "AKP bir an önce başbakan adayını açıklamalıdır!" şeklindeki görüşlerini biz de gönülden paylaşırken bir de ne görelim; meğer ısrarla tekralanan bu istek neredeyse bir "tuzak"tan ibaretmiş! Siz karar verin: AKP bu ısrarlar karşısında fazla dayanamayıp başbakan adayını açıklamış olsaydı, bugün ne durumda olacaktı? Adı seçimden birkaç hafta önce açıklanan başbakan adayına -istekleri yerine gelen- köşeyazarları bugün sahip mi çıkacaklardı, yoksa Cumhurbaşkanı Sezer'in Cumhuriyet Bayramı Resepsiyonu'nda yaptığı açıklamanın yanında saf tutarak istekleri doğrultusunda adı açıklanan aday hakkında da "Ama acele ettiniz, bu yetki Cumhurbaşkanı'na aittir" mi diyeceklerdi? Özetle fazlasıyla gülünesi bir manzara.... Genel başkanına siyaset yasağı getirilmiş bir partiyi önce "Başbakan adayını bir an önce açıkla!" diye sıkıştır, aradan birkaç gün geçtikten sonra da "Anayasanın saptadığı görevlerden bir santim ödün vermeyeceği bilinen Sezer ile başbakanlık sorununu 'oturup tartışacakmış'!" (Cüneyt Arcayürek, Cumhuriyet, 31 Ekim) diye dalganı geç! Sonuç olarak bugün iyice anlaşılıyor ki, AKP'nin "gaza gelmeyip" başbakan adayını açıklamamasında bir hayır varmış! Düşünün yoksa bugün nasıl bir manzara karşısında bulunacaktık? Başbakan adayını açıklamış bir AKP ve karşısında "Başbakanı ben tayin ederim" diyen bir cumhurbaşkanı... AKP'nin içine düşeceği zor durumu tahmin edebiliyor musuz? En azından, açıkladığı adaydan vazgeçmek durumunda kalması kuvvetle muhtemel olan bir siyasal parti....

Dünkü gazetelerde yer alan köşeyazıları bu bakımdan, yani medyanın siyasetçilere ne tür "tuzaklar" kurabileciğinin anlaşılması bakımından haddinden fazla öğretici. Köşeyazılarının havası bugün çok daha ciddi; herbirine bir anayasa profesörü yerleşmiş... İsterseniz bu köşeyazılarına hızla bir göz atalım:

Madem ki Cumhuriyet'ten Cüneyt Arcayürek'ten başladık, onunla devam edelim. Arcayürek, "RTE" olarak söz ettiği Erdoğan'ın "gerçek karşısında sinirlendiğini" belirttikten sonra şöyle devam ediyor: "Anayasanın emredici hükmüne karşı tutunmak istediği gerekçe, bir gelenek. Bugüne kadar Çankaya'nın seçimlerde birinci olan parti genel başkanına başbakan adaylığı önermesi. Ama değişmeyecek bir gelenek değil. (...) Sezer, bugünkü konumu sokaktaki adamdan farksız RTE'yi çağırmalı, 'durumu birlikte değerlendirmeliymiş'!" (!) Cumhuriyet yazarı öyle bir tablo çiziyor ki, hükümeti kurdurmak için Sezer'in durumu "sokaktaki adam" yerine Arcayürek ile "birlikte değerlendirmesi" sanki daha münasip olacak gibi görünüyor...

Cumhuriyet'in bir diğer yazarı Şükran Soner, "kendilerine danışılma" noktasında daha da iddialı: "(Sezer) Başbakanı seçme yetkisinin tartışılmazlığının altını çizerek tartışmaya son nokta koydu. Böylece şansını zorlayan Tayyip Erdoğan, kendi oyununa yenik, birkaç saat öncesine göre daha da açık biçimde minder dışına düştü."(!) (Bu ne sürat böyle, "karşılaşma" henüz son bulmadı ki!)

Yalçın Doğan da bir Cumhuriyet yazarı. "Resepsiyon"dan çıkardığı sonuç açısından bu köşeyazarımızın hayalgücünün çok daha güçlü olduğunu gözlüyoruz. Doğan, 3 kasım sonrası Sezer'in görev vereceği "yeni başbakan"ın Erdoğan'ın arkasında durup durmayacağını sorgulamaya daha bugünden başlamış: "Kaderini Sezer'e bağlayan o AKP üyesi, eski genel başkanını ne kadar dikkate alacak?... Ayrıca, yeni durumda AKP, parti ve örgüt olarak, Tayyip'in hakları peşinde ne kadar koşacak?.."(!) Enteresan değil mi; Doğan farkında değil ki "Tayyip'in hakları" dediği haklar aslında (bir vatandaş olarak) aynı zamanda kendi hakları!

Gazete değiştirip şimdi de biraz Hürriyet'e bakalım: Bekir Çoşkun, yazısına ilginç olduğunu sandığı şu anlamsız sorularla başlamış: "Peki; başbakanı AKP'nin yetkili kurulları belirleyecekse, seçmen neyi seçmiş olacak?... AKP yetkili kurulları halk mı?... Bu seçmene saygısızlık... Dahası; yasalara karşı hile...."(!) Ne mânasız tespitler bunlar böyle... Çoşkun'un yeni bir "tuzak" peşinde olduğunu da gözlemliyoruz: "(Erdoğan) eğer iyi niyetliyse, henüz vakit var.... Bugün kamuoyuna, AKP'nin seçimi kazanması halinde kimin başbakan olacağını açıklayabilir..." (Siz söyleyin, şu tartışmalı günde önerilecek şey midir bu?)

Fatih Altaylı, Sezer'in kararını bile beklemeden "Başbakan"ı seçmiş bile: Vecdi Gönül. Bu adayın bir takım özellikleri sıralandıktan sonra Altaylı sözü şöyle bağlıyor: "(Gönül) Lekesiz bir bürokratik dönem. Üstüne üstlük valilik yaptığı dönemde şu an ordu içinde hâlâ çok sevilen emekli bir üst düzey komutanla kurulmuş 'çok iyi diyalog'. Devletin en tepesi ile 'asker arkadaşlığı'. Ve üzerine bir de AKP tabanında etkisizlik."(!) Altaylı'nın "Başbakanlık" tartışmasına ilişkin kaleme aldığı şu "ihtimal" de dikkat çekici: "(Sezer) Hatta isterse genel başkanı olan ikinci sıradaki partinin genel başkanını da atayabilir."(!) Yani hoşgeldin "Başbakan Baykal!"

Altaylı'dan yaptığımız bu son alıntı, gazetenin genel yayın yönetmeninin şu satırlarının yanına çok uygun düşüyor: "Şimdi gelelim asıl soruya. Cumhurbaşkanı'nın söylediği sözler, 'sadece Anayasa'nın kendine verdiği bir hakkın telaffuzu mudur?' Yoksa bunu aşan bir anlamı mı ifade ediyor? Bana göre, bu sözler basit bir Anayasal hatırlatma değil. Cumhurbaşkanı Sezer, başbakan adayını bugünden belirlemeyen Erdoğan'a ciddi bir uyarıda bulunuyor. Bence yaptığı iş demok-ratik açıdan da çok önemli bir uyarıdır." (Ah bir de niçin "demokratik uyarı" olduğunu açıklasa!)

Milliyet'in genel yayın yönetmeni Mehmet Y. Yılmaz'ın da farklı düşündüğü söylenemez. Yılmaz, bir taraftan AKP'nin başbakan adayını açıklaması konusunda ısrar ederken, diğer yandan belki de en önemli konuda kararını çoktan vermiş bile: "Anayasa hükümlerine ve yargı kararlarına saygı konusunda haklı titizliği ile tanınan Cumhurbaşkanı'nın, hakkında verilmiş bir mahkeme kararı varken Recep Tayyip Erdoğan'ı makamına davet edip, bu konuyu danışabileceğine ihtimal vermiyorum."(!) Olacak iş mi? Sanırsınız ki Cumhurbaşkanı ve Erdoğan görüşmesi tarafların "keyfine" bağlı bir görüşme. Erdoğan AKP'nin genel başkanı kaldığı müddetçe Sezer'in görevlendireceği başbakanın adını kendisine danışmadan tespit etmesi olacak iş mi? Yılmaz şaka mı yapıyor; "kız istemeye" gitmiyoruz ki, hükümet kuruyoruz!

Ne yazdığını pekâla tahmin ettiğiniz için Milliyet'ten Fikret Bila'nın yazısını geçiyorum. Önemli bir şey kaybetmiş sayılmazsınız...

Vatan gazetesi başyazarı Güngör Mengi'nin yazısında en çok dikkat çeken husus, "yeni teamül oluşturmak" arzusu: "Ama AKP Genel Başkanı milletvekili olamayacak. Demek ki bu istisnai durum için yeni bir teamül oluşturmak gerekecek." Tuhaf bir yaklaşım; yeni bir "yemek tarifi" yapar gibi "yeni bir teamül" oluşturulabileceğinden söz edildiğini de ilk kez duyuyoruz!

Sabah gazetesinden Emin Özgönül'ün şu satırları da dikkat çekici: "İşte Sezer'in 'başbakan'ı ben seçerim' sözünün altında da bu yatıyor. AKP'nin işaret edeceği isme değil, bu parti içinden bir başka milletvekiline, hatta güvenoyu alabilme olasılığı gördüğü bir başka partinin Genel Başkanına dahi görev vermesi mümkün."(!)

Radikal'den Enis Berberoğlu'nun yazısı çok şaşırtıcı. "Şaşırtıcı" diyoruz, çünkü "diğerleri" neyse de, Berberoğlu'ndan böyle bir analiz aşkolsun doğrusu... Şu cümlelere bakın: "Eğer 3 Kasım'dan sonra başbakanı seçme yetkisi Erdoğan'a bırakılırsa koltuğa oturtulan kişide Akbulut modeli vasıfları ağır basabilir. Tam aksine AKP'nin başbakan adayı sadece Erdoğan'ın seçimine bırakılmazsa, bu kişinin gücünü aldığı sisteme saygısı/bağlılığı artacaktır. Orta ve uzun vadede Erdoğan'a karşı siyasi rekabet yaratma imkanı doğacaktır." Gerçekten şaşırtıcı; bugüne kadar Berberoğlu'nun bir siyasi partiyi "sistem"i gözeterek "diyazn" etmeye kalkıştığını hatırlamıyoruz!

Dünkü gazetelerde bizim gözatabildiğimiz köşeyazılarının tamamı tabii ki bundan ibaret değil. O kadar kötümser olmayın; gazetelerimizde "şanlı sayfalar" da eksik değil! Milliyet'ten Hasan Cemal'in şu satırları aktarılmaz mı: "Ancak, sayın Cumhurbaşkanı'nın bu çıkışı hem zamanlama, hem de özellikle isabet derecesi açısından doğru mu? Daha 3 Kasım'da sandıktan neyin çıkacağını bilmiyoruz. Bu nedenle Cumhurbaşkanı Sezer böylesine duyarlı bir konuda zamansız konuşmuş olmuyor mu? Diyelim AKP seçimi kazandı. Tek başına hükümeti kurabilicek çoğunluğu seçim sandığından çakardı. Cumhurbaşkanı ne yapacak? Yeni başbakanı, TBMM'deki AKP Grubu'nu, AKP'nin yetkili kurullarının iradesini görmezlikten gelerek belirleyebilir mi? (...) Rejimin adı demokrasiyse hayır."

Radikal'den Tarhan Erdem de aynı açıklıkla konuşuyor: "Güvenoyu alabilecek milletvekili kural olarak, en çok milletvekili çıkaran partinin genel başkanıdır. Bu partinin genel başkanı milletvekili değilse; hükümet kurmakla görevlendirilecek milletvekilini o partinin yöneticileri, milletvekilleri ve örgütü, tüzüklerine göre 'parti' belirleyecektir.(...) Cumhurbaşkanımız beklemeyi gerekli görmemiş, öncelikle kendi işini zorlaştırmıştır."

Oh beeeee! Dünya varmış; neydi o önceki yorumlar öyle.... (K.B.)

Brüksel'i asıl kim 'sallar'?

  • Sezen Aksu'nun Türkiye'de epeyce olaylı geçen "Türkiye Şarkıları" adlı konserleri nihayet Brüksel'de de tekrarlandı. Biliyorsunuz, bu konserden çok şeyler bekliyorduk. Bakalım sürekli mızmızlanan Avrupa Birliği Sezen Aksu'nun yetmişiki milletin şarkılarından oluşmuş bu konserini de dinledikten sonra artık ağzını açabılecek miydi? Türkiye'den daha "çok kültürlü" bir toplum gösterebilecek miydi? Hürriyet gazetesi (29 Ekim) konseri "Sezen Avrupa'nın kalbine seslendi" başlığıyla vermiş. Haberin devamında "2 bin 500 kişilik salonun tıklım tıklım dolduğu konser öncesinde yapılan konuşmalarda, Türkiye'nin Kopenhag zirvesinde müzakere tarihi beklentisi bir kez daha dile getirildi" deniliyor. Ancak bir küçük şanssızlık: Konseri izleyeceği günlerdir söylenen AB Komisyonu'nun Genişlemeden Sorumlu Temsilcisi Günter Verheugen, Kopenhag'ta bulunduğu için "Türkiye Şarkıları"nı dinleyememiş. (Olsun, o da konserin yakında piyasada olacak diskiyle bir fikir sahibi olur!)

  • Milliyet gazetesinde yer alan haberin başlığı da şöyle: "Türkiye şarkıları Brüksel'i salladı". Bu gazete de "Türkiye'deki çok kültürlü yapıyı Avrupa'ya tanıtan" bu konser gayet yararlı olmuş.

  • Görüyorsunuz, Türkiye'nin AB üyeliği geldi geldi ve sonunda Sezen Aksu'nun Türkiye''nin "çok kültürlü yapısını" yansıtan konserine kaldı! Sanırsınız ki, Türkiye'yi sürekli eleştiri bombardımanına tutan AB yetkilileri bu konsere gelinceye kadar ülkenin "çok kültürlü" yapısından habersizdiler! Tam tersine AB cephesinden gelen eleştiriler tam da bu apaçık olgu üzerine dayanmıyor muydu? Onlar da pekâla biliyorlardı ki pek çok ülke gibi Türkiye'de "çok kültürlü" bir ülkedir; ancak bir ülkenin bu yapıda olması bir şeyi halletmiyor ki... Onların itirazı haklı olarak, bu yapıya gereken özen ve saygının gösterilmediği yönündeydi.

  • Peki AB'nin yetkili organlarınının Türkiye hakkındaki kanaatlerinin oluşmasını Sezen Aksu'nun "çok kültürlü" konseri etkilemez de ne etkiler? Tabii ki pek çok şey... Ancak söz madem ki "çok kültürlülük"ten açıldı, örneğimizi de bu alandan verelim:

  • Bakın mesela -yakın zamanda Sezen Aksu'nun Türkiye konserlerini de eleştiren- Ege Ordu komutanı Orgeneral Hurşit Tolon, Aksu'nun konserinde dile gelen "çok kültürlülük" hakkında ne düşünüyor: "Bağımsızlığımızın dayanağı olan ulusal direnç noktaları zayıflatılarak kültürel değerlerimizin yozlaştırılması ve 'çok renklilik', 'çok seslilik' ve 'mozaik' gibi söylemlerle kültürel farklılaşma yaratılması gayretleri ile etnik kimlikler ve sözde azınlık hakları ön plana çıkartılarak toplumumuz, psiko-sosyal etkilere maruz bırakılmaktadır."

  • Yani özetle, AB'nin yetkili organları, bir değil on Sezen Aksu konseri dinleseler bile, Türkiye'nin istikbali için önce Türkiye'deki yetkililere kulak verecekler ve Brüksel asıl bu sözlerle "sallanacak"tır! (K.B.)


  • 1 Kasım 2002
    Cuma
     
    YÖNETENLER: Kürşat Bumin
    Alper Görmüş


    Künye
    Temsilcilikler
    ReklamTarifesi
    AboneFormu
    MesajFormu

    Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
    Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
    Bilişim
    | Dizi | Röportaj | Karikatür
    Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
    © ALL RIGHTS RESERVED