AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ

Y A Z A R L A R
Bağdat ne zaman düştü?

Geçen yüzyılın ikinci yarısı kolonyalizme karşı ulusal direnişlerin, ulus-devletlerin yükselişine şahit olduk. 19. yüzyıldan itibaren Batı-dışı (Avrupa) toprakları sömürgeleştiren Avrupalı güçlerin klasik sömürge siyasetlerini İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra sürdüremeyecekleri açıktı. Bu gelişmelerin nasıl sonuçlandığını dünya siyasi tarihiyle ilgilenen herkes az çok bilir.

Sömürge yönetimlerine karşı başlatılan ulusal direnişler Batı karşıtı tepkilerin sonucunda ortaya çıkmıştı. Ne var ki, bu hareketlerin liderliklerini yapan kadrolar çoğunlukla zihnen Batılı, fiziken Batı karşıtı olmak gibi bir paradoks içindeydiler.

Sömürgecilere karşı geçmişten gelen toplumsal muhalefet sömürgecilerin temsil ettiği değerler dünyasını da içeriyordu. Özellikle Müslüman toplumlarda kolonyalizm deneyimi, sosyolojik kimliklerin inşasında önemli etkisi oldu. Kolonyalistler ve onların temsil ettiği dünya görüşü, değer yargıları ile derin bir ben idrakine sahip Müslüman toplumların değer yargıları ister istemez catışma içine girdi. Bu noktada yerli halkın kolonyalistlerle kurduğu ilişki "ben ve öteki" temelli bir ilişki oldu. Öteki olanı temsil eden kolonyalistlerin toplumları dönüştürmeye yönelik başvurdukları toplum mühendisliğinin uygulama alanı da sınırlı kaldı. Derin bir medeniyet bilincine, ben idrakine sahip Müslüman toplumlar Batılı sömürgecilerin değer yargılarına karşı tanımlamada zorluk çekmediler. Sonuçta yabancı olan ve onun sistemi vardı ve bir de kendine ait olan anlam dünyası, değerler sistemi…

Bu anlamda sömürge sonrası ortaya çıkan ulus-devletlerin yönetici kadrolarının toplumların dönüştürme projeleri de aynı nedenle tam başarıya ulaşamamıştır. Kolonicilerin yapamadığı dönüşümü yerli Batıcı seçkinler eliyle uygulanmak istense de sınırlı alanda etkin olabildi.

Bu seçkinci zümrenin gittikçe halkına yabancılaşmaları meşruiyet krizini doğurdu. Cezayir'den, Irak'a kadar uzanan geniş coğrafyada modernleşmeci projeler kolonyalislerden daha sert ve acımasız yöntemlerle uygulanmaya kondu. Toplumuna yabancılaştıkça tabandan uzaklaşan, halktan uzaklaştıkça sertleşen, jakoben yöntemlere sarılan modern dikta yönetimleri ortaya çıktı.

Ulusal mücadele adına halkının önüne geçen ve kısa sürede halktan kopan yönetimlerin ayakta kalması yine sömügecilerin desteği ile mümkün olacaktı. Çünkü, özellikle Müslüman toplumların yönetime doğrudan katılabilmesi Doğu-Batı blokları arası çelişki üzerine kurulu iki kutuplu dünya sistemini tehdit etmekteydi.

Artık Müslüman ülkelerin başında milliyetçi, çoğunlukla sosyalist ve etnik-mezhebi azınlığa dayalı modern diktatörlükler egemendi. Batı blokunu temsil eden sömürgecilere karşı bağımsızlık mücadelesi verenler, katı Stalinist yöntemlerle indoktrinasyon politikaları uyguluyor aynı zamanda da halkına karşı iktidar mücadelesi veriyordu.

Her biri tarihi değeri olan İslam medeniyeti içinde sembolik anlamları olan şehirler, başkentler aslında kendine yabancılaşmış vandalların işgali altına girmişti. Kurtuluş bir yanılsamadan ibaret kaldı. Şehirlerin ruhu esir edilmişti. Kimi fiilen işgal edilmiş, kimi kurtarıcılarının işgali altındaydı; Bagdat, Şam, Kudüs, Cezayir…

Yeni sömürgecilik dönemi

Dün Bağdat'ın merkezine giren Amerikan tanklarından yükselen homurtular, namlulardan çıkan alevler aslında 'yeni kolonyalizm' dönemine girildiğini ilan ediyordu. Çünkü Bağdat Saddam gibi, bu şehrin ruhuna ihanet eden diktatörlerin elinde işgal altındaydı kaç zamandır. Tarihin bir ironisi olarak, Bağdat'ı işgal eden, Iraklılar'ı bu diktatörün elinden kanla kurtardığını iddia eden Amerika, aynı zamanda Bağdat'ın ruhuna ihanet eden bu çağdaş tiranın da patronuydu.

Dünya sisteminin büyük oyuncularının, Saddam gibilerine verdikleri destek yeni kolonyalizmin meşruiyetini hazırladı. Iraklılar, Saddam gibi bir diktatörün zulmü altında yıllarca ezilmeseydi Amerikalılar'ın iki günde Bağdat'ı ele geçirmeleri düşünülemezdi.

Anti-kolonyalist ulusal hareketler yabancı-sömürgeci güçlere karşı yapılmıştı. Yeni kolonyalist politikalar bu zamana kadar ayakta tuttukları tiranlıklara karşı geniş halk yığınların öfkesi üzerine inşa edilecek.

Amerika'nın işgal politikasının ideolojik meşruiyetini, yine kendisinin ve diğer hegemon güçlerin kuklası yönetimlere karşı duyulan yığınsal tepkilerde aramaktadır.

Burada tehlikeli bir durumla karşı karşıyayız. 20 yüzyılın ikinci yarısında sömürgecilere karşı direnen halkın aidiyet duygusu ve kimlikleri sağlamdı. Bu nedenle bir bayrak, bir milli marş ve cetvelle çizilmiş yapay sınırlar karşılığında halkına yabancılaşan seçkinci kadrolar sürekli azınlık durumda kaldılar ve meşruiyet sıkıntısı çektiler.

Şimdi ise yabancı olan, yani öteki; kendinden olana karşı kurtarıcılık örtüsüyle işgale, sömürge yönetimi kurmaya geliyor. Uzun süren siyasi baskılar, kurutulan ekonomik kaynaklar, sarsılan özgüven yeni sömürgecilik karşısında İslam dünyasını daha çetin bir sınavın beklediğini gösteriyor.

Dün Bağdat'ta yıkılan Saddam heykeli, üstü örtük işgalin aleniyete geçirilmesinden başka bir anlam ifade etmiyor.

Bu aynı zamanda ABD gücünün iddiasını yitirdiğini, sofistike sömürge yöntemlerini yürütecek gücünün, fiili işgalden başka seçeneğinin kalmadığını gösterir.


10 Nisan 2003
Perşembe
 
AKİF EMRE


Künye
Temsilcilikler
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED