AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ

K R O N İ K  M E D Y A
'Hem dansçı hem tercüman'

Ertuğrul Özkök, 'Devletin ağzı süt kokmaz' başlıklı yazısıyla okurlarını bir kez daha şaşırtıyor... Öyle bir yazı ki bu, birbirini izleyen şaşırtıcı satırların ne "dansı" yaptığını ve kime "tercüman" olduğunu anlayabilmek gerçekten çok zor...

Biz genelde, Hürriyet gazetesini elimize alınca şöyle bir okuma yöntemi izliyoruz: Gazetenin 23. sayfasına kadar sıkı takip, sonra hoop arka sayfaya... Niçin böyle davrandığımızın nedeni açık; çünkü Ertuğrul Özkök ve Oktay Ekşi'nin yazılarının yer aldığı 23. sayfadan sonrası küçük ilanlara, reklamlara ve spora ayrılmış. Dolayısıyla Kronik Medya açısından bu sayfalarda oyalanmanın bir anlamı olmadığı için doğru arka sayfaya....

Hürriyet'in arka sayfası denince akla önce tabii ki "arka sayfa güzeli" geliyor. Duymuşsunuzdur, Hürriyet bir müddettir Cumhuriyet'i de, gazetenin "Yanlış anlamışsınız biz o kadın fotoğrafını güzel olmasından dolayı değil, spor yarışmasındaki başarısından dolayı arka sayfaya koyduk!" türünde itirazlarına hiç kulak asmadan "Ne güzel, Cumhuriyet'te de tabular yıkılıyor!" tezahüratıyla "arka sayfa güzelli gazeteler" kervanına katmaya çalışıyor!

Dünkü (9 Nisan) Hürriyet'in arka sayfa güzeli İrina Zdorik'ti. Gazetenin hitabıyla "İrina", bir taraftan Ukrayna Üniversitesi İngiliz va Alman Dili Edebiyatı Bölümü'nde (?) okuyor, bir yandan da İstanbul'da yeni açılan bir striptiz kulübünde dansçı olarak çalışıyormuş... "İrina"nın gazetede yer alan fotoğrafı, "Gökkafes"e kurulan The Ritz Carlton Oteli'nin kapalı havuzunda stres atarken çekilmiş... Ve fotoğrafın altında şu başlık: "Hem dansçı hem tercüman". Nitekim farkettiğiniz gibi, biz de okumakta olduğunuz yazının başlığına bu başlığı taşımış bulunuyoruz....

Şimdi de bu başlıkla hiç mi hiç ilgisi olmayan başka bir mevzu:

Ertuğrul Özkök, "Devletin ağzı süt kokmaz" başlıklı yazısıyla okurlarını bir kez daha şaşırtıyor... Öyle bir yazı ki bu, birbirini izleyen şaşırtıcı satırların ne "dansı" yaptığını ve kime "tercüman" olduğunu anlayabilmek gerçekten çok zor...

Özkök, yazısına Kutlu Savaş'ın hazırladığı ve bir dönem üzerinde epeyce konuşulan "Susurluk Raporu"ndan çektiği şu cümleyle başlamış: "Devletin ağzı süt kokmaz" (!) Peki bu yersiz, gereksiz, münasebetsiz cümleyi nasıl yorumlamak icabeder? Özkök'ün yorumu şöyle: "Bir ülkenin savunma refleksini ve felsefesini yansıtan o cümle..." Yani? Yanisi şu ki, yazarımız bu münasebetsiz cümlede derin bir hikmet bulmaktadır...

Özkök bu cümle ve tespitten sonra hızla Hasan Cemal'in kitapçılara yeni dağıtılan "Kürtler" adlı yeni kitabına geçiyor. Kitapta anlatıldığına göre, Hasan Cemal'in bir zamanlar Şam'da karşılaştığı özel kuvvetlere mensup bir subay kendisine şöyle demiş: "Çiller'i sevmem ama onun sayesinde bu işler hızlandı." Söz konusu subay hemen arkasından şöyle devam etmiş: "Çiller başbakanlık koltuğuna oturduktan sonra Güneydoğu'da elleri serbest bıraktı. Sivil siyasi otoritenin bütün desteğini gözü kapalı biçimde güvenlik güçlerinin, askerinin arkasına koydu ve çekildi." Dikkat edin; Özkök'ün yazısının merkezine yerleşecek olan bu sözlerde yapıp ettiğinden "askerin arkasına koydu ve çekildi" diye söz edilen kişi ülkenin Başbakanıdır...

Özkök, Cemal'in kitabında karşılaştığı bu hikayeyi de böylece özetledikten sonra şöyle devam etmiş: "Hasan Cemal, geçen hafta yayınlanan 'Kürtler' kitabında şu tezi işliyor: Türkiye, PKK mücadelesini, Çiller'in devletin elini serbest bırakması sayesinde kazandı. " İsterseniz burada biraz duralım. Hasan Cemal, bu son kitabında gerçekten, Özkök'ün dile getirdiği tezi mi işliyor? Sizi bilmem ama bana göre bu tespit temellendirilmeye fazlasıyla muhtaç bir görüşten ibaret. "Kürtler" adlı kitabı henüz okumamış olsak da, yazarının meseleye bugüne kadarki bakışını ve son günlerde bu yeni kitabıyla ilgili sözlerini hatırlayarak söyleyecek olursak, Cemal bu "tezi" işlemiş olamaz... Ne yani, Cemal, dönemin başbakanının "elleri berbest bırakmasını" Özkök'ün yaptığı gibi Güneydoğu'da yaşananların bir gereği olarak mı yorumluyor?

Evet, Özkök'e göre "devletin ağzı süt kokmaz" ve dolayısıyla yapılması gerekenler yapılmıştır. Nitekim Mehmet Ağar'ın ve "Bir üst düzey güvenlik görevlisi"nin ağzından aktarılan yorumlar da bu "tezi" güçlendirmek amacıyla seçilmiş. "Üst düzey yetkili" bakın neler diyor: "Gayri nizami harpti bu. Karşındaki adamın alnında PKK yazmıyor ki. Arkanı döndün, bir anda tarandın gitti. Onun için adı konulmamış savaş nerede varsa orada insan hakları da bir süre kendiliğinden sınırlanır, darbe yer..."

Özkök'ün bu yazıda benimsediği yöntem özetle şöyle bir şey: Söylemek istediklerini Hasan Cemal'e söyletmek! Yazısını öyle bir havaya büründürmüş ki, Özkök'ün bugün de gönülden desteklediği bu yakın tarih yorumunu sanki Hasan Cemal de aynen benimsiyormuş izlenimi ediniyorsunuz. Az buz "kurnazlık" değil yani...Şimdiden pek çok okur bulan ve bulmakta olan bir kitap, sanki "Sivil siyasi otoritenin bütün desteğini gözü kapalı bir biçimde güvenlik güçlerinin, askerin arkasına" koymasının haklı tarihini anlatıyor!

Özkök'ün "tezi" besbelli: Çilller + "İkinci Muğlalı olayı yaratmayacağız" diyen Süleyman Demirel + "Yeni savaş konseptini" ortaya atan Doğan Güreş + Bu kopsepti uygulayan Türk subay ve erleri + Mehmet Ağar + Ünal Erkan + "Devletinin arkasında dimdik duran" Türk halkı = "Devletin ağzı süt kokmaz" şeklindeki yersiz, gereksiz ve münasebetsiz özdeyiş!

Ve tabii bir de araya sıkıştırılan şu tür cümleler: "Hasan Cemal'in kitabı gerçekten mükemmel."

Özkök'ün kendi tezlerini güçlendirmek için Cemal dışında bir başka gazeteciyi daha yardıma çağırdığını gözlüyoruz. Bu gazeteci de Enis Berberoğlu. Yazıda yine öyle bir hava estirilmiş ki, Berberoğlu'nun geçen gün yayımlanan ilginç bir tespiti de sanki Özkök'ün "değirmenine" su taşımak için kaleme alınmış... Berberoğlu, okuyanların hemen hatırlayacağı bu ilginç yazısında, Türk televizyonlarında yorum yapan emekli generallerin ABD silahlı kuvvetlerinin Irak'ta "gerilla savaşı" uyguladıklarını bir türlü kavrayamadıklarına dikkat çekiliyordu. Yani "sivil" halkı olabildiğince sakınan, "nokta" operasyonlarla ilerlemeyi tercih eden bir savaş planı... Eğer yazıyı doğru okuduysak Berberoğlu'nun bu savaş taktiği açıklarken açıkça söylemese de hiç değilse ima ettiği bambaşka bir mesele daha vardı... Ama bakın bu ilginç yazının anlamı da Özkök'ün elinde ne hale gelmiş: "Enis Berberoğlu geçen pazar günü Hürriyet'te mükemmel bir askeri analiz yazdı. Bu savaşta herkes Irak güçlerinin, düzenli Amerikan ordusu karşısında gerilla savaşı yapmasını bekliyordu. Oysa bunun tersi oldu. Pentagon, düzenli orduya gerilla savaşı yaptırdı. Peki bu konseptin geçen yüzyıldaki mucidi bizim ordumuz değil miydi? Türk ordusu 1994 yılından sonra savaş kopseptini değiştirerek, kendisi gerilla düzenine geçti. Ve PKK savaşı böyle kazanıldı. Bunu nasıl unutabilirler..."

Peki Özkök, bayram değil seyran değilken bu yazıyı niçin yazdı? Bağdat'ta içinde gazetecilerin de bulunduğu pek çok sivil "Hareket eden herşeye ve şüpheli herşeye ateş!" emrini almış ve bu gayretkeşlik içinde "ineklere bile ateş açan" (Raids dergisinden Yves Debay adlı gazetecinin tanıklığı) Amerikan askerleri tarafından öldürülürken, bu yazının sırası mı? Dönemin Başbakanı Tansu Çiller başta olmak üzere, Mehmet Ağar, Korkut Eken, Süleyman Demirel, Doğan Güreş, Ünal Erkan gibi icraatlarının sorgulanması hiç değilse toplum vicdanında son bulmamış devlet adamlarını bugün "Devletin ağzı süt kokmaz" gibi dehşetengiz bir özdeyiş altında toplamanın ne anlamı olabilir? "Yani devletinin beka mücadelesini veren, ama Susurluk hududunu geçmeyen bir devlet" gibi zaten kendi içinde malûl (düşünün; cümlenin öznesi, yani "bir devlet", aynı zamanda "devletinin beka mücadelesini" veriyor!) ama fiyakalı sözlerin şimdi ne gereği var?

Neyse... Biz dönelim yazımızın başlığına: "Hem dansçı hem tercüman"! (K.B.)

Analiz mi, propaganda mı: 'Tezkere geçseydi, şimdi…'

Son günlerde çok sık dile getirildiği gibi, "İkinci tezkere geçseydi şu anda 30-40 bin Türk askeri Kuzey Irak'ta" mıydı gerçekten? Bu gözde tahmin-analizi savunanların sayısı epeyce fazla ama biz hepsini temsilen iki Hürriyet yazarının 8 Nisan tarihli yazılarından yola çıkacağız…

Ertuğrul Özkök, "Kılavuz yine o danışmanlar mı" başlıklı yazısında, "Tezkerenin reddi"nin yol açtığı "sorunlar"ı ele alırken şöyle diyor:

"(..) Türkiye yavaş yavaş bu tezkereyi reddetmesinin yarattığı sorunları görmeye başladı. İkinci tezkere geçmiş olsaydı, bugün Kuzey Irak'ta 30-40 bin Türk askeri bulunacaktı. (…) Ama, bu dâhi çocukların kendi kendilerine biçtikleri 'tarihi misyonun' bizi getirdiği nokta budur. Kuzey Irak'ta kontrolü kaybetmiş bir Türkiye. Ve bu kontrolü tekrar ele almak için, yaratılmaya çalışılan bir 'İran-Türkiye-Suriye' paktı…"

Yalçın Doğan da şöyle yazıyor:

"Şimdi, eyalet sistemine gidilirse, ABD, Ankara'nın bu isteklerini ne kadar karşılayacak?.. Her ne kadar, Powell görüşmede, 'sizin kaygılarınızı anlıyoruz, Kürtler bizim denetimimizde' dese de, bu sözler ne kadar gerçekçi?.. Kürtler Kuzey Irak'ta yaşıyor. Nasıl olacak da, Kuzey Irak Kürtler'e bırakılmayacak?.. Yeni federal yapı içinde, nasıl olacak da, Kürtler söz sahibi olmayacak?.. Kürtler, bu nedenle ABD'nin yanında savaşmıyor mu?.. ABD de, Kürtler'i desteklemiyor mu? (…) Ama, Ankara bunları uzaktan seyretmek durumunda!.. Tezkereye karşı çıkanlar, bu fiili duruma da bir çare düşünmüşlerdir mutlaka!.."

ÖYLE Mİ ACABA?

Hükümetin yalpalamalı-malpalamalı çabaları sonucunda Türk ordusunun Kuzey Irak'a girmemiş oluşunu "Verilmiş sadakamız varmış" diye yorumlayan onca yazarı bir kenara bırakalım… Varsayalım ki "Şu anda Irak'ta 30-40 bin Türk askerinin bulunmaması" millî bir felakettir ve "Tezkereyi reddederek bu sonucu alanlar" ülkeye ihanet etmiştir.… Varsayalım ki bu "tez" doğru olsun…. Varsayalım ki "tez", Ertuğrul Özkök'ün daha beş ay önce "Biz neden bağımsız Kürt devletine karşıyız ki? Tam tersine iyi olur" değerlendirmesine rağmen doğru olsun…

Bu yazarlara şu soruyu soracağız: Tezkere Meclis'ten geçseydi, şu anda Kuzey Irak'ta 30-40 bin Türk askerinin bulunacağından nasıl bu kadar emin oluyorsunuz? ABD ile Türkiye arasındaki müzakereler sürerken (ve Hürriyet "Para dışında her şey tamam" diye üst üste manşetler atarken), aslında iki ülke arasında "çok ciddi siyasi sorunlar" olduğu sonradan ortaya çıkmadı mı? "Çok ciddi siyasi sorunlar"ın başında Kuzey Irak'ta Türk askerinin bulunmasına Amerikalılar'ın muhalefet etmesinin geldiği sonraki günlerde apaçık ortaya çıkmadı mı? Hürriyet yazarları, "Para dışında her şey tamam" haberlerine bugün de mi inanıyorlar yoksa?

PARRIS HABERİNİ NE YAPACAĞIZ?

Hadi bunları geçelim, geçtiğimiz pazar günü (6 Nisan) Sabah ve Akşam gazetelerinde yayımlanan ABD'nin eski Türkiye Büyükelçisi Parris'in "çok önemli" (Cüneyt Ülsever, Hürriyet) sözlerini ne yapacağız? Parris'in sözlerinin bizi ilgilendiren bölümlerini alalım:

"Irak halledildikten sonra ilişkilerin işleyişinde zaten değişiklik olacaktı. (…) Bunun 62 bin askere Türkiye'de konuşlanma izni verilmemesi ile ilgisi yok. (…) Dengeler değişti. (…) Savaştan sonra ABD İncirlik üssüne bile ihtiyaç duymayabilir…"

Elbette bu sözlerden kesin bir sonuç çıkarılamaz. Ama hiç değilse "ABD'yi küstürmeseydik şu anda Kuzey Irak'taydık" tezinin tartışmaya çok açık, naif bir tez olduğunu ortaya koymaz mı bu? Bu sözler, Amerika'nın kapalı kapılar ardında sürdürülen görüşmelerde Türkiye'ye "Ben gireyim, sen seyret, şu kadar da rüşvet vereyim" (Ömer Lütfi Mete, Sabah) demiş olduğu iddiasını güçlendirmez mi?

Nihayet: Hürriyet'in 9 Nisan tarihli sürmanşeti de bu iddiayı güçlendirmiyor mu: "GİRERSENİZ PARA YOK… ABD Senatosu'ndan, Türkiye'ye öngörülen 8.5 milyar dolar krediye, 'Kuzey Irak'a girme' koşulu geldi…"

ABD'nin "Kuzey Irak" konusunda bu kadar "kararlı" oluşunu sadece "Türkiye'yi cezalandırma" saikiyle açıklayabilir miyiz? Bu son gelişme, "Tezkere" geçseydi bile ABD'nin "Kuzey Irak kararlılığı"nın sürebileceği kuşkusunu haklı çıkarmıyor mu?

Yanlış anlaşılmasın, biz, eldeki verilerin "ABD hiçbir zaman Türkiye'ye 'gel Kuzey Irak'a beraber girelim' demedi" tezini kesin bir şekilde öne sürmeye yetecek kadar güçlü olduğunu söylemiyoruz. Biz sadece, aynı verilere dayanarak, "İkinci tezkere kabul edilseydi bugün 40-50 bin askerimiz Kuzey Irak'taydı" tezinin o kadar kesin bir biçimde öne sürülemeyeceğini söylüyoruz. (A.G.)

Tekziplerle keyiflenmeye devam…

Basın Kanunu'nda yapılan değişiklikle, "cevap ve düzeltme hakkı"na uymayan gazetelere verilen cezaların büyük oranlarda artırılması sonucunda ortaya çıkan "tekzip bolluğu"nun hayırlı sonuçlar doğuracağına inandığımızı yazmıştık…Demiştik ki, gazeteciliğin en temel kurallarını ihlal eden haberler gazetelere tekzip metni olarak dönünce ve bunlar "eski güzel günler"deki gibi çöpe atılmayıp sayfalara konulunca durum değişecek…Artık haberler daha özenle hazırlanacak, habere konu olan herkese söz hakkı verilecek, haberde denge gözetilecek vb.

Gazetelerdeki yeni tekzip metinleriyle karşılaştıkça bu yöndeki inancımız daha da güçleniyor…

İşte Vatan'da (8 Nisan) yayamlanan "Bu çirkin iddia doğru değildir" başlıklı, gazetenin, "20 Şubat 2003 tarihinde yayınlanan 'Kocam eşcinsel' başlıklı haberle ilgili mahkeme kararıyla yayınlanması istenen tekzip" diye sunduğu metin:

"Mustafa Irk'tan sadır olmuş gibi yazılan ifadeler müvekkilime ait değildir. Muhabiriniz tarafından uydurulmuş hayali bir röportajdır. Kendisi ile bu konuda görüşme yapılmamıştır, ancak yapılmış gibi ifadelerle gazetenizde yayınlanmıştır. (…) Gereğinde çekinecek bir durumu olmayan müvekkilimin çirkin iddianın doğru olmadığını ispat için müsaade vereceğinin de bilinmesini isteriz."

Vatan'ın, tekzip yiyen 20 Şubat tarihli haberini de hatırlayalım: "SKANDAL BOŞANMA… Bir yıllık evlilik bitti, zehir gibi sırlar ortalığa döküldü. Mustafa Irk: 'Karım başka bir erkekten hamile kaldı ve kürtaj yaptırdı' Fatma Irk: 'Eşcinselliğini ailesinden gizlemek için benimle evlendi'..."

Bazı okurlarımız hatırlayacaktır, Vatan'ın bu haberini Kronik Medya'da eleştirmiş, "Size ne, bize ne?" diye sormuştuk. Şimdi tekzip metninden "muhabir tarafından uydurulduğu"nu öğrendiğimiz "Mustafa Irk'tan sadır olmuş" gibi gösterilen bölümlere de bakalım… 20 Şubat tarihli haberde Mustafa Irk'tan, tırnak içinde aktarılan ifadeler şöyleydi:

"Eşim Fatma bakire çıkmadı. Nikahın ertesi günü Gültepe Özel Ensar Hastanesi'ne kızlık muayenesi için gittik. 12 hafta 6 günlük hamile olduğunu öğrendim. 15-20 gün sonra çocuğu aldırttı. Eşimden ve kürtajı yapan doktor Sedat Ekici'den şikayetçiyim. (...) "Ben tam bir erkeğim. Eşim yalan söylüyor. Zaten bunu belgelerle kanıtladım. Bu belgeleri mahkemeye delil olarak sunacağım. Kimse bana eşcinsel diyemez. Benim bir adım ve ailem var. Boşanma davası açınca böyle bir yola başvurdu. Pişman olacak."

Düşünün, eski günlerde olsaydı tekzip yırtılıp çöpe atılacak, "bedel"i de "cüzdan"dan çıkarılıp ödenecekti... Şimdi ise "bedel" için "kasa"ya müracaat etmek gerekiyor, üstelik ödeyip de yayımlamaktan kurtuluş yok...

Siz şimdi kendinizi Vatan yazıişlerinin yerine koyun ve "uydurmuşsunuz" diyen bir tekzipi yayımlamak zorunda kalın; dönüp muhabirlerinize "Sakın bir daha böyle haberler getirmeyin" demez misiniz?

Olacak olacak: Gayet hayırlı sonuçları olacak bu işin… (A.G.)


10 Nisan 2003
Perşembe
 
YÖNETENLER: Kürşat Bumin
Alper Görmüş


Künye
Temsilcilikler
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED