AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ

Y A Z A R L A R
AB: Oyalama ve kol bükme

Kopenhag Zirvesi'nin perde arkasında yaşananlara ilişkin belgesel, Türkiye - AB ilişkilerinin dramatik yapısını gözler önüne seriyor. Danimarkalı bir gazeteci tarafından hazırlanan ve Türkiye'nin dün Hürriyet gazetesi, ardından da CNN Türk'le haberdar olduğu belgeselde Almanya Dışişleri Bakanı Fisher'in, dönem başkanı Danimarka Başbakanı Rasmussen'e ve Dışişleri Bakanı Möller'e söylediği sözler ve Başbakan Rasmussen'in izlenimleri - görüşleri yer alıyor.

Buna göre Alman Bakan, "Türkiye konusunda 12 saatte üç kere fikir değiştiriyor. Önce Türkiye'nin birliğe tam üyeliğini istemediklerini, Türkiye'nin dışarda tutulması gerektiğini söylüyor. Sonra Danimarkalı Bakandan Türkiye'ye karşı bir oyalama formülü bulunmasını istiyor. Daha sonra da "unut gitsin" diyor.

Şunlar da Rasmussen'in sözleri:

"Masada onların dostlarından hiç biri yoktu. Kimse Türkiye'yi desteklemedi.... Türkiye'nin durumu 2004'te görüşülecek. Türkiye'yi birliğe istemeyenler, o zaman da bir bahane bularak karşı çıkacaklar ve bu iş uzayacaktır."

Olay bu.

Demek ki AB'de Türkiye'yi birliğe almak istemeyen, sürekli oyalama formülleri arayan ve beklentilerle işi götürmeye çalışan etkili bir irade söz konusu...

Dost dünya bu!

Acaba düşmanlık nasıl olurdu?

Burada AB'nin Kıbrıs'la ilgili politikasını hatırlamamak mümkün mü?

Rum kesiminin "Kıbrıs Cumhuriyetini temsilen" AB'ye alınmasını kararlaştıran, bu arada Kıbrıs meselesinin çözümü için Türk toplumunun hassasiyetlerini yeterince göz önünde bulundurmayan Annan Planı'nı devreye sokup, taraflara en son 16 Nisan'a kadar süre veren, bu sürede anlaşma olmazsa Rumların AB'ye üyeliğini kesinleştiren ve nihayet bu durumda "Türkiye'nin AB toprağını işgal etmiş duruma düşeceği" değerlendirmesini yapan bir tavır...

Yani elinizi kolunuzu bağlayıp, sizi bir anlaşma imzalamaya zorlayan, bu arada Rum tarafının serbestçe yumruk atmasına zemin hazırlayan, ve "burada bir adaletsizlik var" dediğinizde de, "Benim toprağımı işgal ediyorsun ha!" diyerek sizi blok olarak tehdide yönelen bir tavır!

Denklem şu:

-Ya Ada'nın gerçeklerini görmeyen, Rumları egemen ulus olarak kabul eden adaletsiz bir anlaşmayı imzalayacaksın, ya da bizi karşında bulacaksın.

Bu, örtülü biçimde AB'nin Türkiye'ye karşı güç kullanmasıdır.

Bir kere iş, AB'nin, Kıbrıs Rum tarafını bütün Kıbrıs'ı temsil eden "Kıbrıs Cumhuriyeti" olarak tanımlamasından başlayarak çığırından çıkıyor. Oysa 1974'ten beri Kıbrıs Cumhuriyeti yok. Bunu yıkan da EOKA'cı Rum çeteleri. Kıbrıs Cumhuriyeti yok ve 28 senedir iki toplumun ayrı idareleri var. Seçimleri ayrı yapılıyor, yönetimler ayrı belirleniyor. En son Papadopulos'un seçilmesi de, Kıbrıs'ın tümü tarafından değil, sadece Rumlar tarafından gerçekleştirildi. Şimdi Rum lider nasıl tüm Kıbrıs adına teahhütte bulunacak AB nezdinde?

Ardından, Ada'daki Türklerin can güvenliğini korumak için gerçekleştirilen Türkiye'nin müdahelesinin "işgal" biçiminde tanımlanması ile bu konudaki garantörlük anlaşmaları çiğnenmiş oluyor.

Ardından Kıbrıs Türk toplumunun bir takım rüşvetlerle kendi yönetimi ile kavgaya tutuşturulmak istenmesi... Böylece içerde fitne sürecinin kışkırtılması ve Türk tarafının kendi toplumundan kopuk bir görüntüye sürüklenerek zaafa düşürülmesi...

Bütün bu etrikaların sonucu ne olacak?

-Türkiye AB'ye alınmayacak.

-Buna karşılık Kıbrıs AB'ye alınmak suretiyle kısa sürede Kıbrıs Türklüğü önce azınlık haline getirilecek, sonra da Kıbrıs'ın nüfus yapısı değiştirilerek Ada Türkiye'den koparılacak.

Hepsi bu mu?

Yani AB böylece Türkiye'yi silmiş mi olmaktadır?

Türkiye böylece siliniverecek bir ülke midir?

AB'nin böyle bir şeyi göze alması da mümkün görünmüyor. Çünkü aynı zirvenin perde gerisinde Türkiye'nin İslam dünyası ile ilişkileri de gündeme geliyor. Danimarka Dışişleri Bakanı Möller bu çerçevede "Türkiye uzun süre bekletilirse, bu bekleyiş Türkiye'yi İslam dünyasına itebilir" değerlendirmesini yapıyor. Belli ki AB açısından Türkiye hem ihmal edilemeyecek bir dünyanın ilişki odağında bulunuyor, hem de bünyeye almaktan çekinilen bir ülke durumu arzediyor.

Bunun ürettiği politika da, bir yandan oyalamak ve avutmak, öte yandan kol bükerek tarihi hesapları görmek oluyor. Kıbrıs'la başlayan, belki yarın Ege ile devam edecek olan, belki başka hesapları deşmesi muhtemel bulunan bir hesap görme süreci...

Bu durumda şunu görmek yanlış olur mu?

-ABD Irak'ta güç kullanıyor, AB ise Türkiye'ye karşı güç kullanıyor. Biri sıcak savaşla yürütüyor güç kullanımını, diğeri savaşın silahsız alanında, yani diplomaside...

Türkiye'ye ise, olan biteni bütün çıplaklığı ile görmek ve kol bükmeler karşısında kolayca yamulmamayı sağlayacak ayağı yere basan politikalar geliştirmek görevi düşüyor.

Nasıl olacak bu? Bunların çok çok tartışılması gerekiyor.


10 Nisan 2003
Perşembe
 
AHMET TAŞGETİREN


Künye
Temsilcilikler
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED