AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ

Y A Z A R L A R
Ne Irak'ı ne de Ortadoğu'yu tanıyoruz!

Irak işgalinin başladığı günlerde her taraftan farklı görüntüler ve haberler ekranlara ve gazete köşelerine adeta akarken ne yapacağımızı şaşırmış, neye inanacağımızı bilemiyorduk. İşgalcileri dinlediğimizde başka şeyler, Irak yönetimini dinlediğimizde başka şeyler duyuyor ve öğreniyorduk. Ortada tartışılmaz bir gerçek vardı, o da Irak'ın Amerika Birleşik Devletleri ve İngiltere askerleri tarafından istila ve işgal edilmeye çalışıldığıydı. Gerisi bununla ilgiliydi, ama gelişmelerin ne olduğu pek bilinmiyordu.

Böyle bir ortamda öğrencilere ve dostlara "en iyisi zihninizi duru tutmak için ne televizyon seyredin, ne de gazete okuyun!" diye tavsiyede bulunmam yadırganıyordu.

Tavsiyemin yadırganması normaldi, zira herkesi adeta yerinden sıçratan, hop oturup hop kaldırtan, elimizde kumanda aleti kanal kanal dolaşıp vahşeti dudaklarımızı ısırarak, gözlerimiz yaşararak, içimizden lanet okuyarak haber almamıza sebep olan olaylar karşısında duyarsız, ilgisiz ve kaygısız kalmak imkansızdı.

Hepimiz Bağdatlıyız...

Uyuyamıyorduk, ta içimizden vuruluyorduk, ekranlarda gördüğümüz görüntülere lanet okuyor, hepimiz birer Iraklı, Bağdatlı, Basralı, Necefli, Nasırıyeli olarak her gün bombalanıyor, evlerimiz başımıza yıkılıyor, ailemizin bir kısmını şehit veriyorduk! Böyle bir ortamda televizyon seyretmemek, gazete okumamak olacak şey mi idi?

Pekçok dostumdan gecenin bir vaktinde yataktan kalkarak televizyonu açtıklarını, gelişmeler hakkında yeni bir şey var mı diye merak ettiklerini, içlerini burkan görüntü ve haberlerle büyük bir üzüntü içerisinde yeniden televizyonu kapatıp değişik düşüncelere daldıklarını duymam benim için şaşırtıcı değildi. Zira aslında bunu herkes yapıyordu. Yani herkes Irak'a saldırı ve işgali ruhunun en ücra köşelerinde dahi hisseden, üzülen, ağlayan, emperyalizme lanet okuyan herkes aynı şeyi yapıyordu.

Üç haftadır devam eden Irak işgal ve istilası bir şeyi daha gösterdi ki savaş sadece cephede topla, tüfekle, helikopter ve bombalarla değil aynı zamanda kameralarla, televizyonlarla, muhabirlerle ve görüntülerle de yapılmaktadır.

Basının en önemli ilkesi veya bir bakıma kutsalı haline getirilen "tarafsızlık" savaş haberleri için asla söz konusu değildir. Savaşan taraflar kendi konumlarını açıkça taraflı ve yanlı haberlerle güçlendirmeye, karşı tarafı ise dünyanın önünde mahkum etmeye çalışmaktadırlar.

Savaşın hile olduğu bir kez daha doğrulanmış oluyor. Basın da bu hilenin bir parçasıdır.

1991'deki Körfez Savaşı'nı teknolojik üstünlüğü elinde tutan CNN canlı yayında vermişti. Bir bakıma savaşın galibi bu televizyondu. Bu savaşta ise televizyonların adedi çoğaldı. Ortadoğu'dan yayın yapan Arap televizyonları da önemli rol oynadılar, oynamaktadırlar.

Aslında bu televizyonlar kendilerine özgü bir teknoloji üretmiş değiller; yine Batı'nın teknolojisini kullanıyor ve bununla öne geçiyorlardı.

Bu şu demektir: Küreselleşme sadece teknolojiyi üreten gücü öne geçirmiyor bu teknolojiyi kullanabilen çevresel güçlere de hizmet ediyor. Ondan dolayıdır ki küreselliğin sadece Batılı ülkelerin lehine işleyen bir emperyalizm olduğunu savunanların gerçeği göremedikleri ve bu sürecin yerel güçlerin de lehine imkanlar sunduğu açıktır.

Türkiye ne Irak'ı ne Ortadoğu'yu tanıyor...

Bu süreçte bir önemli gelişme de Türk basınının, gerek televizyonların gerekse yazılı medyanın haber kaynakları açısından Batılı kurumlara, ajanslara ve medya kuruluşlarına bağımlı olduğu hususunun bütün çıplaklığıyla ortaya çıkmasıdır. Türkiye bir Ortadoğu devleti olarak bu bölgedeki gelişmeleri, olup bitenleri kendi ajansları, elemanları ve haber kaynaklarıyla takip edemiyor. Türkiye'de bir Amerikalı gibi, bir Avrupalı gibi Ortadoğu'da olup bitenleri Batılı gözüyle takip ediyor. Daha doğrusu Amerikan ve İngiliz subayların sansürledikleri, yayınlanmasına müsaade ettikleri kadar gelişmelerden haberdar oluyor.

Türkiye Ortadoğu'daki siyasal gelişmelerde olmadığı gibi haberlerin derlenmesi ve dünyaya servis yapılmasında da yok.

Bu olay Türkiye'nin bu bölgeyi tanımadığını, bölge hakkında hiçbir şey bilmediğini, bir bilgi birikimine sahip olmadığını ve bölge ile ilgili bilgileri de Batı'dan elde etmeye yöneldiğini ortaya koymuştur, koymaktadır. Bunun sebebi üzerinde çok şey söylenebilir, ancak ben bir noktaya dikkatinizi çekeyim. Türkiye'de seksen sayısını geçen üniversite var. Bunlardan sadece Marmara Üniversitesi'nde 1992 yılında kurulmuş bir Ortadoğu Enstitüsü var. Üzülerek belirtmeliyim ki bu tek enstitü bile faal değil ve birkaç yıldır pasif haldedir. Batı ülkelerinde her üniversitede bir Ortadoğu merkezi veya enstitüsü var, ama bizde yok. Neden acaba? Çünkü bizde ihtiyaç yok! Ortadoğu'yu, İslam ülkelerini akademik düzeyde incelemeden, araştırmadan, bu konularda tezler yaptırmadan bu bölge nasıl tanınacaktır?


10 Nisan 2003
Perşembe
 
DAVUT DURSUN


Künye
Temsilcilikler
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED