AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ

Y A Z A R L A R
"Ağzı süt kokmayan devlet"ten manzaralar...

Susurluk meselesiyle ilgili güdümlü bir rapor hazırlayarak olayın kapatılmasına önayak olan Kutlu Savaş, devletin bir yüzü ile çeteleşmesi konusunda bazı gerçeklere işaret etmekle birlikte, devletin de kirli, illegal ilişkileri, eylemleri olabileceğini söyler.

"Ağzı süt kokmayan devlet olmaz" der.

Bu lafı yeniden pişirip önümüze koymaya başladılar.

Arkasından da, bu teorinin tetikçi başısı Mehmet Ağar'ın ve onun sırtını sıvazlayarak hareket imkanı veren zamanın başbakanı Çiller'in terörle mücadele konusundaki kahramanlıklarını anlatıyor.

Kürt meselesine her zaman devlet ve bürokrasinin dar penceresinden bakan ve kendisini "Ağzı süt kokmayan devlet"le özdeşleştiren bir eski arkadaşımızın yazdığı kitap vesilesiyle piyasaya çıktı bu laflar yeniden.

Pek hayra alamet bir şey değil bu...

"Devletin bekaası için her şey mubahtır."

Türkiye'de ortaya çıkan çıkmayan melanetlerin temelinde bu korku ve korkutma yatar.

İnsanları ve bu memleketi meydana getiren toplulukları hiçe sayarak, onlar adına onları birşeylerden korumaya yönelik bir sapkın güdüdür bu...

Bunu yaparken de bizzat o insanları yokederek, ezerek, süründürerek, haklarını gaspederek, onlara zulüm ederek...

"Böyle dönemlerde insan hakları olur muymuş?"

"İnsan hakları işte böyle dönemler için ortaya çıkmış birşey" desen, bu laftan tetikçi ne anlar?

Uygarlık, çağdaşlık, ilericilik, Avrupa değerleri vesaire adına köşe yazan, kitap yazan, gazete yöneten sivil apoletliler bile bu lafı bilmez görünürken...

Ne tesadüftür ki bunlarla, Irak'ta vahşi bir şekilde katledilen masum siviller için hiç bir acı duymayan ve onlara buradan "Saddam'ı desteklemeselerdi" yollu çıkışmalarda bulunanlar aynı kişiler.

Orada da ABD ve İngiltere Saddam'dan kurtarmak istedikleri insanları önce öldürüyorlar.

Şimdi savaş ve Kuzey Irak meselesi dolayısıyla yine 'kendi bekaasını koruyan' devletten söz etmeler çoğaldı.

Oysa bu konuyu yeniden gündeme getirmek için insanda önce utanma olmalı.

Masum insanların, masum olmayanlarla birlikte katledilmesini hoş karşılayan bir anlayış nasıl gazete yönetebilir ve yazı yazabilir?

Bu gibilerin insanlara verebilecekleri ne gibi fazilet dersleri olabilir?

Örnek mi? Türkiye'de bu konuda örnekten bol bir şey yok.

Binlercesi dava olup Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin raflarına dosya olarak yığılıyor.

Oradan da, "Ağzı süt kokmayan" bir devlete sahip olan Türkiye'nin mahkum olduğu bir dava olarak gönderiliyor.

Bir tanesine kısaca burada değineceğim.

Normal olarak 'insanım' diyen herkesin dudaklarını uçuklatacak cinsten bir dava bu..

Bu katliamdan kuşkulu bir şekilde dahi söz edilmesine imkan tanımayan korkutucu baskılar ve dava tehditleri bir yana...

Bizim medyanın yıllardır tabu saydığı ve özdenetim uyguladığı bir olay bu...

Güçlükonak katliamı...

Aradan yıllar geçtikten sonra günışığına çıkmaya başlıyor.

Hoş, bu "ağzı süt kokmayan devleti" iyi bilen bizim gibi bir avuç insan için bu mesele yıllar önce berrak bir şekilde ortadaydı..

Sadece ayrıntıları bilmiyorduk.

Daha sonra yapılan araştırmalarda o ayrıntılar da yerli yerine oturdu.

Ama kimseye derdimizi anlatamadık... Anlatmak isteyenlerimiz baskıyla, cezayla susturuldular.

Olayın görgü tanıklarından öldürülenler oldu. Diğerleri canlarını kurtarmak üzere ya kaçtılar ya da korkuyla ağızlarını kapadılar.

Olayı kısaca hatırlatmam gerek.

15 Ocak 1966 tarihinde Şırnak'ın Güçlükonak ilçesinde aralarında korucuların da bulunduğu 11 kişi bir minibüs içinde önce kurşunlanıp daha sonra da yakılarak öldürüldü.

Yıllar sonra bu olayın tetikçilerinden olan iki itirafçı Kuzey Irak'ta KDP güçleri tarafından silah kaçakçılığı yaptıkları gerekçesiyle yakalandılar.

Faaliyetten menedildiği sanılan devlet içindeki bir melanet çetesi hesabına çalışıyorlardı.

Anlattıkları tam da, "ağzı süt kokmayan devlet" tanımına uygundu.

İşi planlayan da, onları olay yerine helikopterle götüren ve getiren de, daha sonra bu olayı kullanmak için katliamı PKK'ya mal ederek yabancı basın mensuplarını daha henüz yanan minibüsün dumanları tüterken olay mahalline özel uçakla getiren de bu "ağzı fena halde kokan" devletti...

Olay, PKK'nın 15 Aralık 1995'de tek taraflı ateşkes ilan etmesinden bir ay sonra gerçekleşti.

Yerli yabancı 40 kadar gazeteciyi katliamadan birkaç saat sonra olay yerine götüren rütbeli görevli, yanmış ceset görüntülerinin önünde TV kameralarına karşı şöyle diyordu:

"Bu ne biçim ateşkes? Bu PKK'nın ateşkes aldatmacasıdır."

Biz de o sırada yazdığımız gazetede, korkarak da olsa 40 kadar meslaktaşımızın yapmadığı bir şeyi yaparak sormuştuk:

"Bu katliam acaba niye yapılmış olabilir?" "Gerçeklerin güvenlik güçlerinin sunduğu gibi olduğu ne malum?

'Kürtler' kitabının yazarı arkadaşımız da sormamıştı bu soruları.

İşin hazin yanı, hala da sormuyor.

Onu övenler de sormak bir yana, bu tür katliamları, yargısız infazları ve onların katillerini savunuyorlar.

Kendisini bu "ağzı kokan devlet"le özdeştiren ve katliamcı bir ruha sahip olan kişilikler gazetelerin tepelerinde oturdukça bu cinayetler aydınlanamaz.

Biz "ağzı kokmayan" bir devlet için mücadele ederken bunlarla da mücadele etmek durumundayız.


10 Nisan 2003
Perşembe
 
KORAY DÜZGÖREN


Künye
Temsilcilikler
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED