AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ
Albaraka Türk

Y A Z A R L A R
Kurgu tarih, kurgulanmış toplum?

"Necip Fazıl, yaşarken de vefat ettikten sonra da, özellikle 'resmi tarih'in yeniden okunması arayışlarında hep tartışmaların merkezinde oldu. Ancak, bütün polemiklerin dışında tek bir ortak nokta vardı ki, kimse itiraz edemedi: üstadın büyük şairliği"

Böyle başlıyor Cumhuriyet gazetesinin "Necip Fazıl: zıt kutupların 'mürşid'i" başlıklı yazı dizisinin ilk bölümü. Hayatı boyunca Cumhuriyet gazetesi ve temsil ettiği düşünceyle mücadele eden Necip Fazıl hakkında bu gazetenin söyleyecekleri önemliydi. Bab-ı Âli'de fikir namusuna sahip tek gazete olarak gösterdiği Cumhuriyet'in üstada bakışı aslında her şeyden önce kendi geçmişiyle bir hesaplaşmayı içermesi gerekir. Yazı dizisinin böylesi bir hesaplaşma cesaretini ne kadar göstereceğini önümüzdeki günler göreceğiz.

Ancak ilk bölümde onun misyonunu bir tür resmi tarih teziyle hesaplaşma eksenine oturtulmasından hareketle Cumhuriyet'in yeni bir yakın tarih okumasına gittiği izlenimi edindim.

Osmanlı karşısında redd-i miras tavır takınan resmi tarih tutumunun son yıllarda, barışmasa bile yumuşatılmış olması, 20-25 yıl öncesine kadar ideolojik kutuplaşmaların yaşandığı yakın tarihe ilişkin tartışmaların yerini daha soğukkanlı yaklaşıma bırakması umulur. Süleyman Demirel'in bir toplantıda, "Cumhuriyetin ilk yıllarında rejim tehlikesi nedeniyle Osmanlı'yı kötülemek zorundaydık; şimdi öyle bir tehlike kalmadı, Osmanlı ile barışmalıyız" mealindeki sözleri tarih, bilim, siyaset ilişkisinin Türkiye'de nasıl işlediğini en yetkili ağızdan itirafı sayılmalıdır.

Necip Fazıl'ın tarihin bu denli çarpık şekilde ideolojik okumaya tâbi tutulduğu bir dönemde resmi tarihle hesaplaşmaya girişmesi, Cumhuriyet eliti tarafından rejim sorunu haline getirilmiştir. Demirel'in itiraf ettiği gibi tarihine sahip çıkmanın seçkinler nezdinde anlamı; rejim düşmanlığı yapmak, devleti yıkmakla eş anlamlıydı.

İdeolojileştirilen resmi tarih, bu toplumu hafızasızlaştırmış, medeniyet kurucu bir imparatorluğun mirascısı olmanın özgüveninden mahrum, kişilik bölünmesi yaşayan okumuş tipolojisi geliştirmiştir. Başta aydın kesimi olmak üzere kendi tarihi ile sağlıklı ilişki kuramayan, yönsüz bırakılmış başka bir toplumun varlığı tasavvur edilemez. Batı klasiklerinden birkaç kitap (ki kendi içinde yine çok önemli bir çalışmaydı 1940'lardaki tercüme faaliyeti) çevirerek bir toplumun medeniyet değiştireceğini varsaymak gibi ucube duruma ancak böyle bir tarihsizleşme sayesinde düşülebilirdi.

Cevdet Paşa'nın Osmanlı tarihinin Latin harfleriyle ilk defa basılması için neredeyse cumhuriyetin ilanından sonra 50 yıl beklenmesi gerekmişti.. Aynı tarih kitabı Yunanistan'da 1940'lı yıllarda Yunanca'ya çevrilerek basıldı. Aradaki fark bu kadar!

Tarihle hesaplaşmanın ortaya çıkardığı kimlik bunalımı o kadar derindir ki; geçen hafta bir özel sohbette dinlediğim ünlü Osmanlı tarihçisi Kemal Karpat'ın, "ben Türklüğümü fark edebilmek için Amerika'ya gittim" demesi boşuna değil. Yine hocanın deyimiyle, bu toplumu sevmeden, bu toplumu tarihi köküne kadar bilmeden, ona sahip çıkmadan ne tarih felsefesi oluşturulabilir ne de özgün bir siyaset tarihi metodolojisi…

Tekrar Necip Fazıl'ın resmi tarihle hesaplaşmasına dönecek olursak; o bir meslekten tarihçi değildi. Ancak tarih üzerinden ne tür bir toplum mühendisliğinin planladığını çok iyi biliyordu. Bilgi sahibi olmakla ile bakış açısına sahip olmanın farkı onun tarihle ilgili söylediklerinde ayan beyan görülebilir. Necip Fazıl'ın söylediklerini tartışabilirsiniz belki ama asıl önemli olan onun sorduğu sorulardır.

Hâlâ cevabı verilmemiş soruları korkusuzca sormuştur. Bu sorular sadece benimsemediği kadrolara, ideolojilere yönelik değildi. Savunuculuğunu yüklendiği topluma, tarihimize, medeniyetimize ilişkin can alıcı soruları gündeme getirmiştir. Bu tavır onda fikir öfkesi olarak tezahür etmiştir. Ve o dönemin 'dürüst' her aydınında bu fikir öfkesini görebilirsiniz.

Tanzimat'la yüzleşmeden, İttihat ve Terakki geleneğiyle hesaplaşmadan, Batılılaşma maceramızı doğru okumadan, ak ve kara üzerine kurgulanmış bir tarih ideolojisinden ancak kimliğini arayan nesiller çıkar. Afrika kabile devletlerinin bile kendilerine tarih uydurduğu bir dünyada müthiş bir tarih mirasına ihanetin bedelini ödüyoruz belki de.


22 Temmuz 2003
Salı
 
AKİF EMRE


Künye
Temsilcilikler
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Karikatür | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED