T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Devlet itiraf eder, özür diler mi?

Geçtiğimiz günlerde İngiltere Başsavcılığı (CPS) ilginç bir açıklama yaptı.

Kurumsal olarak ırkçı olduğunu itiraf etti.

CPS Direktörü David Calvert-Smith, başsavcılık hakkında hazırlanan iki ayrı bağımsız raporda yer alan bulguların doğru olduğunu belirterek, siyah ve Asyalı çalışanlarla, zanlılılara ayrımcı davranıldığını kabul etti.

Direktör bu açıklamayı, Uluslararası Af Örgütü'nün ( Amnesty International) İngiliz hükümetini ırkçı uygulamalara göz yummakla suçlamasından bir hafta sonra yaptı.

Başsavcılık direktörü, beyaz çalışalanların, yani savcılar ve yargıçlar dahil olmak üzere başsavcılık çalışanlarının, siyah ve diğer çalışanlara karşı bilinçaltlarında var olan ırkçı davranışlar içinde olduklarını da ifade etti.

Arkasından da şu ilginç özeleştiriyi getirdi:

"Ellili yaşlarda olan bizim kuşağın ırkçı önyargılarının gelişip güçlenmesine maalesef izin verilmiştir. İsteyerek olmasa bile davranışlarımız ayrımcı olmuştur."

Kuşkusuz bu satırlar, bizde de bazı yüksek yargı organı yetkililerinin zaman zaman, adalet mekanizmasının bağımsız olmadığı yolunda yaptıkları açıklamaları bize hatırlatıyor.

Bana kalırsa, iki olay arasında oldukça önemli farklar bulunuyor.

İngiltere'de adalet mekanizmasının ayrımcı olduğuna ilişkin açıklama bu konuda hazırlanan iki ayrı rapor üzerine yapılıyor.

Bu raporlarda somut olaylar ortaya konularak, adalet mekanizmasındaki bozukluklar dile getiriliyor.

Başsavcılık direktörünün bu raporlardaki bulgular karşısında yaptığı açıklama da bizdekilerden oldukça farklı.

Beylik bir yakınmadan öte, ciddi bir özeleştiriyi ve açık bir itirafı belirtiyor.

Bu itiraftan sonra hükümetin ve bizatihi adalet mekanizmasının, bu konuda bazı önlemler almak zorunda kalacakları düşünülüyor.

Tabii Türkiye'de de, DGM'lerin çalışmaları, askeri mahkemelerin sivilleri yargılıyor olmaları ve Anayasa Mahkemesi'nin özellikle son parti kapatma davalarına ilişkin birtakım eleştiriler, inceleme yazıları yayınlanmadı değil.

Ama sistemin kendisi, Türkiye'de adalet mekanizmasının büyük bölümü itibarıyle 'adil' olmadığını ve devletin, yani bürokratik kademelerin etkisinde hareket ettiği özeleştirisini yapmış değil.

Şimdilik yapmaya da niyetli gözükmüyor.

Adalet mekanizması belki kendi içinde zaman zaman çalışmalar yapıyor ve kendi kararlarını değerlendiriyor. Ama bunu kamuoyunun bilmesi mümkün değil.

Ayrıca böyle bir çalışmanın bağımsız olamayacağı ve bu nedenle de bir işe yaramayacağı açık.

Türkiye'de kamu kurumları, sivil ve bağımsız denetime, eleştiriye tümüyle kapılarını kapamış durumda.

Yolsuzluk iddiaları bile o kurumların kendi teftiş elemanlarına soruşturuluyor.

Kurumlarda özgür ve bağımsız denetim ve eleştiri mekanizmalarının olmaması bu kurumların yaptıkları hataların yeterince incelenmemesi, bürokrasiyi neredeyse hiç hata yapmaz, yapsa da mutlaka haklı gerekçeleri olan dokunulmaz tabular haline getiriyor.

Bu kurumların eksikleri ve hataları bu nedenle ortaya çıkarılamıyor.

Kendilerini düzeltme ve yenileme imkanını bu nedenle bulamıyorlar.

Mesela, şu 'ulusal güvenlik' kavramını ele alalım.

Ülkemizde bağımsız üniversiteler, araştırma kuruluşları olsa, devletin cumhuriyetten bu yana uyguladığı 'ulusal güvenlik' politikalarını ve sonuçlarını bir incelese…

Yine bağımsız, devletle içli dışlı ve kendini devlet gibi görmeyen bir medya olsa, bu sonuçlar üzerinde bir tartışma başlatsa.

'Fikri hür, vicdanı hür' aydınlarımız, fikir adamlarımız, uzmanlarımız olsa ve onlar da bu konudaki fikirlerini açıklasalar.

Şu, şimdiye kadar, karar aşamasından uygulama aşamasına kadar gizli olan ve hiçbir ortamda hiçbir değerlendirmeye, eleştiriye ve denetime tâbi tutulamayan ve 'kutsal tabu' sayılan 'ulusal güvenlik' politikaları ülkemize ne getirmiş, ne götürmüş?

Çünkü Türkiye'nin bu politikalarla geldiği nokta ortada.

Hadi geçmişi de tartışmayalım…

Fakat şimdi iş geldi, Avrupa Birliği üyeliğinin ve Kopenhag Kriterleri'nin bir tehdit olarak sunulmasına kadar dayandı…

Öyle anlaşılıyor ki Türkiye'de bazı çevreler, dışardan da gördükleri destekle bu politikanın, Türkiye'yi Avrupa'dan ve Batı sisteminden dışlayacağını anladılar.

Bence 'itirafçı' olarak Mesut Yılmaz'ı kullandılar.

Yoksa, MGK Genel Sekreteri'nin kalkıp da, İngiliz Başsavcılık Direktörü gibi bir itirafta bulunmasını zaten kimse beklemiyordu.


16 Ağustos 2001
Perşembe
 
KORAY DÜZGÖREN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | İzlenim | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED