T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Siyaset ve bilgiden sonra sıra sözde...

Belli ki, bağıra bağıra gelen "Mini Demokrasi Paketi" faciasını engellemeye bu ülke siyasetçisinin ne niyeti var ne de gücü.

Oysa paketin önümüzdeki hafta TBMM'den olduğu gibi geçmesi halinde, ülkedeki "daralmış siyasi alan" iyice "boğulacak".

Boğulma'nın siyasetin elindeki yetkilerin azlığından, devletin siyaset üzerine kurduğu baskıdan en çok şikayet edenler, yani siyasi partiler eliyle gerçekleştirilecek olması, ocağına düştüğümüz "siyasi şizofreni"nin en tipik göstergesi.

Yine de bir kez daha hatırlamak gerek:

"Düşünce ve ifade özgürlüğü" soyut ve sınırlı işlevi olan bir özgürlük değildir; tersine "toplumun farklı kesimlerinin farklı taleplerini dile getirmesinin, bu talepleri diğer taleplerlerle kesiştirmesinin ana aracı"dır. Bu kesişmeden doğacak toplumsal sentez ile uzlaşmaya dayalı ve sürekli değişime açık siyasi kararların da "olmazsa olmaz koşulu"dur, ifade özgürlüğü ve eleştiri hakkı. Toplumsal taleplerle siyasi kararlar arasındaki ana bağ eğer "siyaset"se, ki öyledir; eleştiri hakkı ve düşünce özgürlüğünün yokedilmesi, "siyasetin boğulması" anlamına gelir. "Siyasetin boğulması" ise "toplumun marjinaleştirilmesi, yok olmayacak taleplerin mecra değiştirerek şiddete yönelmesi", "çatışma kültürünün öne çıkması", "çıkar ve faydanın her yerde ilke ve kuralın yerini alması demek"tir. Dahası, sosyal, ekonomik ve kültürel sorunların birer asayiş sorunu olarak tanımlanması ve içinden çıkılmaz hale getirilmesi, ardından da "yönetim ve devlet krizleri"nin beslenmesi demektir.

312. ve 159. maddelerde gelen değişikler bu yolda, "siyaseti ve toplumu sıkıştırma yolu"nda müthiş bir mesafe alıyor.

İlk olarak ülkedeki mevcut anti-demokratik bir uygulamayı, bir vakıayı ortadan kaldıracağına resmileştiriyor…

Bu vakıa, özellikle bu iki madde çerçevesinde "beğenilmeyen düşüncelerin, eleştirilerin hakaret, arzu edilmeyen kimliklerin tehdit olarak değerlendirilmesi ve cezalandırılması"dır. Başka bir deyişle "resmi görüş ile çelişen türlü eleştiri, inceleme ve düşüncenin, tahkir, teyzif, hakaretet, bölücülük, tahrik olarak kabul edilmesi"dir. Demokratik düzenlerde "siyasete soyunan her kişi ve kurumun eleştiriye ve tartışmaya açık olması ilkesinin yerle bir edilmesi"dir.

Tayyip Erdoğan'ın okuduğu bir şiir yüzünden getirildiği nokta ortadadır. Silahlı Kuvvetler'in siyasi girişimleri, örneğin kamuoyuna açıkladığı bildirileri bile "üsten ve siyasete meydan okuyucu" olarak nitelemek, bu kurum tarafından şikayete uğramayı mahkeme önüne çıkma sonucunu doğurmaktadır.

İkinci olarak, 159. Ve 312. madde, yargıç kararına esas oluşturacak gerekçeleriyle, kurumlara yönelik eleştiriyi aşıp, kurumların uyguladıkları politikalara yönelik eleştiriyi de kapsar hale getiriliyor. Örneğin 312. madde her idare tasarrufunu "tahrik" adı altında "eleştirme"yi men ediyor, eleştiriyi "kanuna itaatsizlik" bahanesiyle cezalandırmaya hazırlanıyor.

Bu, yeni düzenlemelerde sıkça gözden kaçırılan, çok önemli bir yöndür

Bakın nasıl?

312. maddenin gerekçesinde bu madde ile dört ayrı suçun cezalandırılmasının öngörüldüğü belirtiliyor. Bunlardan biri de "kişilerin kanuna uymamaya tahrik edilmeleri"…

Gerekçe bu konuda şöyle devam ediyor:

"Maddede yer alan ikinci suç bakımından 'kanun' sözcüğüne her türlü düzenlemeler girmektedir. Böylece tüzük ve yönetmeliklere, yönetim gücünün düzenleme yetkisi çerçevesinde çıkardığı bütün diğer işlemlere uymamaya tahrik de suçu meydana getirir. Madde, kişilerin kanunlara uymamaya tahrik edilmeleri bakımından yapılacak hareketleri teker teker belirleyip göstermemiştir. O halde maddi suç unsurunun değişik şekillerde gerçekleşebileceği ortadadır…"

Evet, tek sorun ifade özgürlüğünün tehlike suçuları kapsamına sokulmasında değil.

Bu düzenlemeyle "idarenin tüm tasarrufları adeta eleştiriye ve tartışmaya kapalı hale getiriliyor". Artık ne MGK Yönetmeliği'nden ne Batı Çalışma Grubu'ndan ne tessettüre yönelik YÖK kararlarından ne de YÖK'ün bizzat kendisinden ya da çeşitli alanlardaki yüzlerce benzer karar ve uygulamadan eleştirel olarak iç rahatlığıyla söz etmek mümkün olabilecek…

Siyaset ve bilgiden sonra, belli ki söz de devletleştirilemek isteniyor.

Bundan ala otoriter düzen olur mu?

Peki ülkenin bu hale getirilmesinde katkısı olan "sivil unsurlar", bu düzenlemeyi onaylamak için Çarşamba'yı bekleyenler, oturup bir kez daha düşünecekler mi?



27 Ocak 2002
Pazar
 
ALİ BAYRAMOĞLU
ALİ BAYRAMOĞLU


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED