T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Korku ile yaşamak

Ülkemizde, belirli bir olgunluk seviyesine erişen kişinin ilk farkettiği şey, yasaklarla çevrilmiş bir hayatı yaşamakta oluşudur. Bu yasakların temelinde, yönetimin halka güvensizliği ve çekince içinde olduğu mantığı yatmaktadır. Bu haliyle yönetim erki, ülke insanından çekinerek, onu sürekli kollama ve takip etme ihtiyacını hissetmektedir. Bürokrasiye hakim olan bu kanaat, acaba belirli bilimsel bulgu ve gerekçelerin sonunda kararlaştırılmış bir strateji midir; yoksa, muayyen bir zamanda ortaya çıkan siyasi zihniyetin sonucu mudur, bilinmez. Ama, yönetim-halk uyuşmazlığı, bizim önemli ve çözümü gereken sosyal çatışmalarımızın başında gelmektedir.

Halbuki, toplumsal sistem; yönetici-yönetilen kaynaşmasına ve anlaşmasına bağlı bir olgudur. Hiçbir yönetim sistemi; halkına zor ve baskı uygulayarak veya ondan korkup uzaklaşarak sistemini ahenkli bir biçimde sürdürme imkanına sahip değildir. Ülke yönetimi, bir aile gibi; yönetici ve yönetilen makamında olanların, birbirlerini gözetmeleri, sevmeleri ve güçlerini bir araya getirmeleri ile sürdürülebilen bir sistemdir. Zoraki götürülen bir beraberlik, günün birinde kopmaya ve dağılmaya mahkumdur.

Türkiye'nin demokratikleşmesi ve ilerlemesi konusunda yürütülen birtakım girişimler; kanunlaştırma ve yeni sistemlere yönelik çalışmalar gündemdedir. Fakat bu gelişmelerde, halkın iradesi ve görüşleri yoktur. Hükümet, "dediğim dedik" bir mantık ile kararlar almakta ve uygulamaya geçirmektedir. Muhalefetin itiraz ve tavsiyeleri, dikkate bile alınmamaktadır. Avrupa'ya uyum adı altında, toplumsal kesimlerin görüşleri dikkate alınmadan yapılan veya halkın hak ve hürriyetleri daraltılarak gerçekleştirilen bazı yasalar, ülkenin geleceğini tehdit edici bir yaklaşım tarzının varlığını dile getirmektedir" Çünkü, bir yönetimin öncelikle "kendi halkı ile uyum" içerisine girmesi önemli ve gereklidir.

Parlamentoya getirilen birçok düzenleme; yeni yasak ve kısıtlamalar, gelecek günlerdeki hak ve hürriyetlerin daralmasına imkan verici bir yaşama biçiminin geçerli olacağı sinyalini vermektedir. Özellikle düşünce hürriyetine getirilmek istenen bazı kısıtlamalar ile, suç ihtimali ihtiva eden birçok söz, iş ve faaliyetin yasaklanmasına imkan vermektedir. Öyle sanıyorum ki, bu tavrın temelinde; yine halktan korkma ve endişe etme psikolojisi yatmaktadır.

Ülkenin yönetim makamında bulunanlar, halktan bu derece korkuyorlarsa; öncelikle bu korkularını destekleyen açık bulgu ve belgeleri ortaya koymak durumundadırlar. Böyle bir bilgi ve belgeleri yoksa, bu korkularını yenmekten başka yapacak işleri yoktur. Kaldı ki, ülke yönetimine bulunmak; sürekli bir hak değildir. Bu yüzden yönetime gelme, yönetici kesimlere; kişi ve grupların, temel hak ve hürriyetlerini kısıtlayıcı, onların onur ve kişiliklerini zedeleyici bir uygulama içine girmelerine imkan vermemesi gerekir. Dolayısıyla; toplumsal iradenin yönetim için verdiği hükümler, son derece önemli ve bağlayıcı bir müeyyide durumunda olması gerekir. Bu gerçek, hangi tür rejim için olursa olsun, geçerlidir.


27 Ocak 2002
Pazar
 
SAMİ ŞENER


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED