T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Toplum topluma karşı olursa...

Türkiye iyiden iyiye karnından konuşmaya başladı. Millet adına, milletten ve "milliyetçilik"ten güç alan, içinde 28 Şubat ruhunu ziyadesiyle barındıran "devletçilik kasırgası" ülke semalarında kara bir bulut halinde seyrediyor.

Her tür anayasa ve yasa değişikliğini bile evrensel hukukun, iç dinamiklerin, bağımsız yargının gereği olarak değil, devlet çıkarlarının, katı bir milliyetçiliğin icabı olarak yapıyoruz. Bu koşullarda doğal olarak 312. ve 159. madde gibi "ucube"ler üretiyoruz.

Ülkenin tüm sorunlarını devletler arası mücadelelere bağlayan, "iç dinamiklerin ürettiği sorunları görmezden gelen, bu sorunlar hakkında konuşmayı, tartışmayı imkansız hale getiren", tehlikeli kılan bir kasırga bu. Üstelik sadece dışarıdan, devlet üzerinden pompalanmıyor; toplum üzerinden de kendisini besliyor.

Evet, mengeneyi hep beraber sıkıştırıyoruz; "tek boyutlu, tartışmayan, düşünmeyen toplum modelinin inşası"nda adım adım ilerliyoruz.

Şu iki soruyu sormak ve yanıtlamak gerek:

Bu totalleşme süreci nasıl ve neden hızlandı? Nasıl ve neden tekçi bir zihniyet toplumsal ve siyasal mekanizma tarafından da pompalanır hale geldi?

Daha önce de söyledik; işin elbet bir asli tarafı var; sistem tarafı, "devlet tarafı" var. O bir süreklilik arzediyor. Son iki yıl içinde yaşananlar, demokratikleşme eğilimleri ve tartışmalarına verilen resmi tepkiler, alınan ve alınması öngörülen önlemler dünkünden çok daha totalci önlemler.

Bu gelişmenin ana nedeni devletin AB dalgasıyla gelen değişimin statükonun ve sistemin temel taşlarını etkileyecek girdilerini kontrol etmek için bu değişimi taşımaya soyunması, soyundukça otoriterleşmesi ve askerileşmesidir.

Şimdi gelelim işin, zaman zaman iyice belirginleşen, hatta MHP'nin son tavrında olduğu keskinleşen toplumsal ve siyasi yönüne… Bu noktada "olanı anlayabilmenin anahtarı", yükselen "milliyetçilik dalgasının toplumsal içeriğinde gizli"dir. Yaşanan totalleşme süreci, mengenin sıkışması, siyasi alanının iyice daralması, "yerel değerlerin mevcut siyasileşme eğiliminden, daha doğrusu yaşadığı bunalımdan" bağımsız değil, çünkü.

Önce şunu görmek gerek: FP'den MHP'ye oy akışıyla yerel değerlerin siyasileşmesinde yaşanan, biri MHP olmak üzere iki ayrı kanalı devreye sokan farklılaşma, Türkiye genelinde ve Türk siyasetine ilişkin olarak soluduğumuz ağır atmosferi biraz daha koyulaştırdı.

Neden?

Bir kere, bu farklılaşma "sosyal talep ayrışmasını ifade eden doğal bir eğilimden ziyade; içinde terdirginliği, tepkiyi, hatta depolitizasyonu içeren siyasi bir blokajın, biraz da zorunlu özellikler içeren suni bir sonucu" olarak karşımıza çıktı.

Bu çerçevede, blokajın ürettiği suniliğin doğrudan bir sonucu olarak, yerel değerlerin siyasileşmesindeki ağırlık "toplumsal olan"dan "siyasi olan"a doğru kaymaya başladı. Ancak "siyasi olana kayış toplumsal istekleri kuşatan bir siyasileşmeden çok, bu isteklerin steril bir siyasi parti söyleminin içine hapsolarak siyasi nitelikten arındırılmalarını ifade ediyor".

Zira, ağırlık, toplumsal ve dinamik bir duyarlılığın temsilinden, o duyarlılığı neredeyse folklorik bir özellik, değişemez ve siyasi nitelik taşımayan bir veri olarak kabul eden ideolojik bir söylemin belirleyiciliğine doğru kayıyor.

RP-FP ekolünün toplumsal talep ve toplumsal duyarlılığın altını çizmesine karşılık, MHP ekolünün kendisine yönelen taleplerden çok, toplumu millete, milleti devlete endeksleyen devletçi bir siyasi parti söylemini referans alması, yani siyasetsizliği önplana çıkarması bu durumun somut ifadesi olarak karşımızda.

Peki bunların anlamı, önemi ne?

Şu: Siyasi bir blokajın sonucu olan bu farklılaşma, kaçınılmaz olarak siyasi temsil-toplumsal talep ilişkilerinde de yeni bir kopukluğu içermektedir. Özellikle MHP'nin siyasi tavrı ve angaje olduğu hükümet programı çerçevesinde görülen bu kopukluk hali, hafifsenecek bir durum değildir.

Zira bu kopukluğu besleyen suni farklılaşma; yerel taleplerin hem maruz kaldığı baskılar hem kendi iç sıkıntıları itibariyle yaşadığı ve "milliyetçiliğe sirayet eden bir bunalım"ı da ifade etmektedir. Milliyetçiliğin toplumu gözardı ederek millet üzerine temellenen, milleti devlete endeksleyerek devletin toplum üzerinde kurduğu tahakkümü pekiştiren otoriter ve totalci yönünün öne çıkması gitgide bu bunalımın en önemli işaretidir. Ve üzerinde uzun uzadıya düşünülmesi gerekir.

Aksi halde sonuç açıktır: Her türlü muhalef ortadan kalkar, her türlü farklılık tezahürünün önü tamamen tıkanır, ülke tepeden tırnağa otoriter uygulamalara ve mantığa mahkum olur. Ve toplumun ve siyaset partilerin katkısıyla gerçekleşir.

Bilin ki 18 Nisan 1999'da doğan bu tehlike, tehlike olma boyutunu çoktan geçmiştir.



3 Şubat 2002
Pazar
 
ALİ BAYRAMOĞLU
ALİ BAYRAMOĞLU


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED