T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Daldan dala, Karzai'den şarbona

Bülent Ecevit'te de öyle olmuştu, şimdi de Tayyip Erdoğan Türkiye'ye dönmeden dostlar aynı soruyu soruyorlar: "Nasıl geçti, ilgi gördü mü?" Bir ülkenin başbakanını buraya çağıran, yarın başbakan olabilecek bir siyasiyi karşısında bulan Amerika, elbette iyi davranır... Her iki gezi de bu anlamda 'iyi' geçti. Ancak, gezisi için "Fevkalâde geçti" denebilecek bir başkası da uğradı ABD başkentine: Afganistan geçici hükümeti başbakanı Hamid Karzai...

Başkan Bush 'ulusa sesleniş' konuşmasını yaparken, Karzai, dinleyiciler locasında oturuyordu. Girişinde, başkan kendisinden bahsederken, çıkarken, hemen her fırsatta bol bol alkışlandı. Gerçek bir onur konuğuydu... Washington Post'un moda muhabiri, üzerine attığı pelerinle dolaşan Karzai'nin görünmeyen giysileri için, akıl almayacak bir güzelleme bile kaleme aldı.

Kardeşleri ABD'de lokantacılık ve mühendislik yapan Hamid Karzai'nin Afganistan üzerinden geçecek petrol hattı üzerinde çalışan UNOCAL firmasının danışmanı olduğunu ilk Fransız Le Monde gazetesi açıkladı. Karzai Washington'da 'onur konuğu' olarak dolaşırken, USA Today gazetesi de, "Amerikan diplomatları, tam 15 yıl önce, Karzai'nin gelecekte önemli roller oynayacağını hesap etmişlerdi" diye yazdı. 1987 yılında, ABD dışişleri bakanlığının 'uluslararası ziyaretçiler programı' çerçevesinde dâvet edilen dokuz kişilik Afgan heyeti içerisindeymiş Karzai; Amerikalılar, kendisine, Washington, Boston, New Hampshire ve Kaliforniya'yı gezdirmişler...

Adamlar ne kadar övünseler haklı. USA Today'deki haberden, 1938 yılında başlatılan o programın konuğu olarak ABD'ye bugüne kadar 140 bin kişinin çağrıldığını öğreniyoruz. Amerikalılar, "Mezunlar" diye söz edermiş onlardan. 186'sı, sonradan, yurttaşı oldukları ülkelerin hükümetlerinde önemli görevler üstlenmişler. Programın bugünkü sekreteri Patricia Harrison, "Enver Sedat da bizim mezunlardandı, Alman başbakanı Gerhard Schröder de, İngiliz başbakanı Tony Blair de" diye övünmüş...

Şu anda bile, en az 400 'yabancı yükselen yıldız' bu programın konuğu olarak ABD'yi gezmekteymiş. Program, her yıl, yaklaşık 50 milyon dolara mal olmaktaymış. Harrison, "Yabancı konuklar programını, 'uzun vâdeli bir ülke savunması' yatırımı olarak görmek gerekir." diyor.

Karzai vesilesiyle gündeme gelen bu programdan ve Amerika'ya yararlarından ilk söz eden Amiral William J. Crowe olmuştu. O sırada Washington'da görev yapan bir meslektaşa aktardığı, "Biz çeşitli programlarla çağırdığımız kişileri sınar, aralarından kâbiliyetlilerin yolunu açarız" sözleriyle... Crowe, Ortadoğu'daki ABD birliklerinin komutanlığı ve NATO başkomutanlığı gibi aktif hizmetlerden sonra, 1989 yılında genelkurmay başkanlığından emekli oldu. Ardından üniversitelerde ders verdi, başkanın yabancı istihbarat danışma heyetinde yer aldı, Londra'da büyükelçilik yaptı. Bu yüzden, 'yol açma' teorisini onun ağzından duymak önemli.

Amiral Crowe, Ortadoğu ve NATO görevleri sırasında tanıdığı subaylarımız sayesinde Türkiye'ye de her zaman yakın ilgi duydu. Amerika Atatürk Cemiyeti üyesi olduğunu biliyoruz. 28 Şubat'ın önemli isimlerinden Oramiral Güven Erkaya öldüğünde arkasından güzel sözler söylediği de duyulmuştu.

"Daldan dala konuyorsun" diyeceksiniz, ama olsun; William J. Crowe'un ismini boşuna hatırlamadım. "Askerler ayakta ölür" sözünü bir kez daha doğrulatmak istercesine eksilmeyen bir azimle çalışma hayatını değişik alanlarda sürdüren Crowe, çok eski olmayan bir tarihte, şu anda başka bir vesileyle gündemde olan bir konunun tam göbeğinde bulmuştu kendini: Şarbon... Şimdi o günlerin haberlerini yeniden okuyorum da, 11 Eylül sonrasında başgösteren 'şarbon paniği' fâillerini bulmak için olağanüstü çaba sarfeden Amerikalılar bu konuda neden Amiral Crowe'un bilgilerine başvurmazlar, anlayamıyorum...

Üç yıl önce, Kongre, askerlere 'şarbon aşısı' uygulamasına son verdi; ancak Amerikan silâhlı kuvvetleri dinlemedi. Kongre kararına rağmen askerlere 'şarbon aşısı' yapıldı ve kaçınanlar kendilerini Divan-ı Harp önünde buldular... "Bu direnme neden?" sorusu gecikmeden cevabını aldı: Şarbon üzerinde çalışan ve aşı üreten ülkedeki tek araştırma laboratuvarı olan Lansing/Michigan'daki BioPort William Crowe'un o sıralarda yönettiği Intervac L.L.C. adlı firmaya aitmiş... Aşı uygulamasının devamı Intervac'a, dolayısıyla Crowe'un cebine, bir kaynağa göre, 'milyonlarca dolar' akmasına sebep oluyormuş...

Olay, Crowe'u, Kongre'nin 'hükümette reform komitesi' önünde ifade vermeye kadar süreklemişti o zaman (12 Ekim 1999). Emekli askerin, Bill Clinton'la olağanüstü yakınlığı biliniyor; o sayede Londra'ya büyükelçi atandığı da... 'Askerde şarbon skandalı' tartışmaları sırasında da, Crowe'u ve firmasını, Clinton korumaya almıştı...

Bunlar tamam da, son 'şarbon paniği' ile ilgili araştırmayı yürütenler, suçluyu bildirene verilecek ödül rakamını artırarak sonuca ulaşmaya çalışacak yerde, şarbon konusunda en üretken laboratuvarla ilişkisi bilinen ve başından 'olay geçen' eski genelkurmay başkanının da bilgisine başvurmalılar...

Karzai ile başladık, şarbona geldik. Hem de çok yazarın sütununda fıkra anlattığı bir pazar günü... Ne yapalım, bana katlanacaksınız...


3 Şubat 2002
Pazar
 
TAHA KIVANÇ


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat| Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED