T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
"Tarihsizlik" illeti (II)

-"İbn Rüşd hazretleri Eflâtun, Aristo, vs. gibi insanlığın yetiştirdiği birinci sınıf zekâlardandır. Zenbilli'ler, Ebussuud'lar -diğerlerini de buna kıyas et!- bu arslan'ın yanında sümüklüböcek kalırlar."

Celâl Nuri'nin fikir fukarası tarafından güyâ "yorum" i'dâdına sokulan bu ifadesinin -üslûbu bir yana- ciddiye alınabilecek hiçbir temelinin bulunmadığına; zira yazarın, kendileriyle ilgili olarak söz sarfettiği bu zevât hakkında değil ilim, malumat sahibi bile bulunmadığına daha önce işaret etmiş; şevahid kabilinden Filibeli Ahmed Hilmi'nin değerlendirmesini de sizlere aktarmıştık.

Tarih tekerrür ediyor; ve dün olduğu gibi bugün de birçok kimse, "yaşanmamış muhayyel bir gelecek" adına, "yaşanmış muhkem bir geçmiş"i hem de bir çırpıda siliveriyor.

Hâlâ ilim mirasımız, yazma kütüphanelerinin tozlu raflarında kendilerine el uzatacak gayretli ilim adamlarını beklerken; daha da önemlisi, ilim mirasımızı anlamayı/kavramayı mümkün kılacak medrese ilimlerinin değil tahsil, ondan daha önce ihyâ edilmesi icab ederken, acaba "geçmiş" üzerine ve yine "geçmiş" adına ne kadar ciddi şeyler söyleyebilir, ne denli muteber yorumlar yapabiliriz? Fârâbî, İbn Sinâ, Gazâlî, İbn Rüşd, İbn Arabî gibi ilim geleneğimizin büyük ustalarının isimleri hemen herkesin dilinde dolaştığı halde ülkemizde bu zevâtın eserlerini derinliğine kavramış kimselere nedense pek rastlanılmazken, hattâ Fahreddin Razî, Nasreddin Tûsî, Ali Kuşçu, Kutbuddin Râzî (Tahtanî), Seyyid Şerif Cürcanî, Gelenbevî, vb. tarihin gördüğü büyük devlerin neredeyse esamesi bile okunmazken, bu zincirin halkaları nasıl tamamlanacak, -hiç mübalağa etmeden söyleyelim- yüzlerce, binlerce düşünürün çabalarıyla oluşmuş kadîm bir ilim geleneğinin, çoktan bu gelenekten kopmuş bulunan nesillere tanı(t)mak acaba nasıl mümkün olacaktır?!?

Ma'lûm olduğu üzre, birşeyi bilmek demek, o şeyin sebebini bilmek demektir! Bugünlere nasıl geldiğimizin sebepleri üzerinde durulmadan, yapılan hatalar, atılan yanlış adımlar ciddiyet ve samimiyetle tesbit edilmeden, son iki asırdır âdeta alışkanlık haline getirdiğimiz "kendimize başkalarının gözlüğüyle bakmak" saplantısından kurtulmadan; dahası, medeniyetimizin metafizik ilkeleriyle yeniden ve -açıkça söyleyecek olursak- adam gibi irtibat kurmayı beceremedikçe acaba ilim mirasımızı "zamansal sürekliliği" ve "yapısal bütünlüğü" içerisinde nasıl ve hangi düzeyde kavrayabiliriz?!?

Hiç kimsenin kuşkusu olmasın ki bu toprakların çocukları, TARİH'le olan sorunlarını halletmedikleri/halledemedikleri ve kendilerini TARİHSİZLİK illetinden kurtaramadıkları sürece hiçbir sorunlarını çözemeyecekler, genel geçer malumatın cezbedici işveleri karşısında daha uzun süre durmalarına/dayanmalarına da bundan böyle imkân kalmayacaktır.

Meş'um kehanetlerde bulunduğum sanılmasın; gelecekteki bir tehlikeden söz ettiğim de düşünülmesin. Bilakis olan olmuş, koca bir medeniyetin mirasçıları olan bizler, tevarüs ettiğimiz ilim geleneğiyle tüm irtibatları zaten hemen hemen koparmış bulunuyoruz.

Görünüşte bilgiçlerimiz (aydınlarımız) çok ve fakat bilginlerimiz ve bilgelerimiz (âlimlerimiz ve âriflerimiz) neredeyse hiç yok! Olmadığı için de hep birlikte fütursuzca karanlığa taş atıp duruyoruz; kendi ustalarımıza, kendi mirasımıza, kendi medeniyetimizin büyüklerine insafsızca ithamlarda bulunabiliyor, güya bunu da muhayyel bir geleceği inşâ etmek uğruna yapıyoruz!

Bu toprakların çocuklarının gelecek'ten evvel geçmiş'i konuşmaları, bir bütün olarak "geçmiş"te neler olup bittiğini iyi anlamaları, iyi kavramaları gerekiyor! Evet, hiçbir komplekse kapılmadan mâlâyânî dedikoduları bırakıp -övseler de, sövseler de- TARİH'İ, kendi TARİHLERİNİ çok yakından bilmeleri/tanımaları gerekiyor.

Eleştiri adına, TARİH'i tenkid adına bizzât tesbit ettiğimiz, bizzât keşfettiğimiz hakikatleri konuşmadığımız muhakkak! Aydın takımı, Batı'nın mutfağında pişen ne varsa -üstelik sıcağı sıcağına da değil- alıp bir maharetmiş gibi bu toprakların çocuklarına pazarlıyor; böylece gençlerimiz arasında "fikir adamlığı" değil, başkalarına "bayilik" yapmak revaç buluyor.

Lütfen, İsmail Kara'nın Türkiye'de İslâmcılık Düşüncesi adlı eserinin girişinden alıntıladığım şu satırları dikkatle okuyunuz:

- "XIX. yüzyılda ortaya çıkan İslâmcılık hareketinin -her ne kadar kaynaklara dönüş'e çok önem atfetmekte ise de- genel hatlarıyla içten içe yenilenmeye uzak kaldığı, hatta ilke olarak bunu benimsemediği, gerçekleşmesini imkânsız gördüğü söylenebilir. Bir iktidar ve hâkimiyet peşinde oldukları için geriye bakmaktan çok ileri ileriyi düşünmek, şimdiki zamanı öne almak ve mevcut problemlere âcil çözüm bulmak onlara daha cazip geldi. Evrim düşüncesinin bir ürünü olan ilerleme (terakki) fikrine çok bel bağlamaları, onları zaten büyük ölçüde geçmişten, gelenekten ayrı düşürmüştü. Geçmiş ve gelenek, ancak ilerleme'ye olan katkısı ölçüsünde bir değere, bir iyiliğe sahipti veya değildi. Bir bakıma gelişmekte ve gelecekte olan, mevcut olan'ın ve geçmiş'in yerini almıştı."

Anlaşılması gereken şu: Yoktan ancak yok çıkar!


30 Haziran 2001
Cumartesi
 
DÜCANE CÜNDİOĞLU


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | İzlenim | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED