T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Telekom ve küreselleşme-milli(ci)lik tuzağı

Telekom krizi, Telekom meselesini kolayca aşıp bir "kudret mücadelesi"ne dönüşüverdi. Bu belki de sürekli yaşanan krizin en görünen parçası olduğu için bu kadar gündemleşiverdi. Bunun gerisinde ve yanında onlarca krizin varolduğunu tahmin etmek güç değil.

Her "noktasal kriz", aslında başka ve çok daha derin ve yapısal bir plandan "tetikleniyor". Noktasal krizleri "tetikleyen" büyük kriz, "yönetim krizi"dir tabii olarak.

"Yönetim krizi" Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne giriş sürecinde derinleşerek, temel siyasal kavramlardaki ayrışmaları besleyen bir biçim almıştır.

Bu ayrışmadan kalkarak kökleşen kriz, bir müddet sonra başlangıç noktasından da "koparak" bambaşka biçimlere bürünmüş ve başlangıç noktasını araçsallaştıran bir pozisyon almıştır. Böylece krizi tetikleyen "küreselleşme" ve "millilik" ayrışması, artık alınan pozisyonlara göre krizden kalkarak siyasi merdiven tırmanmanın "manivelası" haline gelmiştir.

Enis Öksüz ile Kemal Derviş arasındaki paslaşmalarla şekillenen Telekom krizi bu durumu "kristalleştirdi" bir kere daha.

Enis Öksüz'ün tuttuğu pozisyon Derviş'e karşı sözde milli refleksleri hareketlendiriyor görüntüsü vermeye özen göstererek davranış biçimleri belirledi. Böylece Telekom konusunda Öksüz'ün işin profesyonel tarafından çok "kadrolaşma" tarafına yakın duran talepleri, Türkiye'de siyasal bilinci yaran saflaşmanın "millilik" tarafını ustaca "istihdam" etti. İstihdamın neticesinde önümüze siyasi rant paylaşımının yeni bir örneği gibi görünen bir Telekom düzenlemesi beliriverdi.

Türkiye'nin geldiği nokta ve yaşanan kriz, siyasi partileri rant dağıtım bayii olarak işlevselleştiren düzenlemelerden kurtulmak gerektiğini açıkça işaret ediyordu aslında. Üstelik son krizden sonra bu konuda belli bir mutabakat sağlanmış da gözüküyordu. Son Telekom krizi ile beraber bu konudan tam bir "u dönüşü" yapılmış oldu.

Bu kadar kolay bir dönüş yapılabilmesini mümkün kılan şey ise, Türkiye'deki siyasal daralmışlığı kaşımaya müsait gelişmelerin yaşanmasıdır.

Gerek İslamcı kesimde, gerekse tabiatı gereği milliyetçi kesimde koyu bir "milli(ci)lik" refleksi yeniden ve yeni enstrümanlarla egemenleşiyor. Bunun, rasyonel siyasi süreçler içinde siyasal değer üretiminde ve siyasal model inşa etmekte başarısız olan kesimlerde sıklıkla rastlanan "siyasal romantizm" etkisiyle olduğu söylenebilir. Belli bir içeriği olmayan, gücünü "modelsizliğinden" alan, tanımladığı bir "hasım"ın davranışlarına göre "ayarlanan", siyasal pozisyon belirleme biçimi "savrulmalarla" şekillenen bir "millilik" bu. Bu karakterinden dolayı da Türkiye'nin önüne gelen her çözüm önerisinde kendiliğinden bir "öteki/yabancı" dolayımı arıyor-buluyor, bulamazsa da kurguluyor. Böylece, "öteki"ni bertaraf etmekle, Türkiye'nin idari ve siyasi standartlarını yükseltmenin önüne set çekmek arasında bir ayırım yapma çabasına girmeyi lüks buluyor.

Bu süreci kaşıyan ve inşa eden şey ise, Türkiye'nin idari ve siyasi standartlarını yükseltmek ile kendi dinamikleri arasında paralellik kuramamasından kaynaklanan hali. Bu tablo Türkiye'yi birtakım cüretkar davranışların sahnesi olmaya amade bir konuma sokuyor.

Örneğin, Derviş'in Denizli gezisi öncesinde ABD Büyükelçiliği Başkatibinin kentte nabız yoklayarak, Derviş'in siyasete girmesi halinde şansının ne olacağını ölçmeye çalışması bunlardan biri. Kuşkusuz, Derviş bu ülkeye krizin sorumlusu olarak gelmedi, krizi çözmek üzere davet edildi. Bundan dolayı, Derviş'in kendi üzerinde yapılan hesaplardan sorumlu tutulmaya çalışılması anlamsızdır. Zaten bugün "millilik" adına Derviş'in faaliyetlerini kilitlemeye çalışan reflekslerin, Türkiye'yi son krizin kucağına bırakan süreçlerin müteahhiti olduğunu söylemeye gerek bile yok. Bu durumda Derviş'in üzerine sözde "millici" bir tavırla gelenlerin, ülkeyi krize sokan modeli tazelemek üzere "milli" kavramının içerimlerini "araçsallaştırdığını" belirlemek gerekiyor.

İşte bu durum "siyaset"i farklı bir bağlama sokuyor.

Siyasetin, hem de yaralı bereli mevcut haliyle bu tablodan nasıl bir "gerçek siyasallaşma" çıkaracağı daha kritik ve stratejik hale geliyor.

"Gerçek bir siyasallaşma"nın adresi olmaya aday her hareketin "noktasal krizler" düzlemindeki "küreselleşme-millilik" karşıtlığının siyasallaşmayı engelleyen, "siyasetsizleşmeyi derinleştiren" bir sonuç doğurmak üzere ayarlandığını görmesi gerekir.

Küreselleşme adına IMF ve Dünya Bankası dışında hiçbir gerçekliği siyasallaştıramayan, milli(ci)lik adına devletin asayiş reflekslerinden başka bir davranış modeli bilmeyen bir ülkede, bu kıskaca giren her siyasal odak siyasetsizleşmeye teslim olur sadece.

Siyaset daha temel bir yere bakmak zorundandır. Siyasetin alanının genişlemesi ile demokrasi arasındaki zorunlu bağdır bu yer de. Bu yer için bir mücadele vermeksizin "küreselleşme-milli(ci)lik" saflaşmasında pozisyon alan her siyaset biçimi, siyasetsizleşmenin bir parçası olmaktan kurtulamaz.


30 Haziran 2001
Cumartesi
 
ÖMER ÇELİK


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | İzlenim | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED