T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Bush, Türkiye'yi niçin över?

Ne zaman Amerika Türkiye'den övgüyle bahsetse, Amerikan yönetiminden birileri Türkiye'nin iyi yolda olduğundan dem vursa kötü bir şeylerin olacağı kuşkusuna kapılmamak elde değil. Üstelik bu övgülerin konusu ve zamanlaması arasındaki ilişkiye dikkat ettiğinizde böylesi bir duyarlılığın gelişmemesi mümkün değil.

Yurtdışında bulunanlar ya da yabancı medyayı yakından takip iyi edenler bilir. Türkiye'nin Batılı ülkelerin (özellikle ABD ve Batı Avrupa ülkeleri) gündeminde olması için olağanüstü şartların gerçekleşmesi gerekir. Ya ülkenizde ihtilal olmuştur ya da büyük bir felaket meydana gelmiştir.

Zaman zaman diplomatik dil içinde "olumlu ifade"ler kullanıldığı olursa bunun bizim medyada yansıyışı tam kolonizatör- efendi ilişkisini çağrıştıracak düzeydedir. Blair'in standart bir mektupta "dear" kelimesini kullanmasının nasıl manşetlere taşındığını hatırlamak için hafızalarımızı fazla yormaya bile gerek yok.

ABD'nin beklentisi

Sözkonusu kritik bir dönemde ABD övgüsü olunca durum biraz daha ciddileşiyor. Amerikan başkanının Türkiye'yi öven ifadeler kullanmasını Türkiye'de olumlu bir gelişmeye mi, ABD'nin Türkiye'den olumlu cevap beklediği kimi beklentilerinin olduğuna mı yormak gerekir? Hem Avrupalılar hem ABD yetkilileri Türkiye'nin gönlünü almak için iki hassas konuya gönderme yaparlar: Türkiye'nin stratejik önemi ve buna bağlı olarak askeri misyonu, ikinci olarak da laik vizyonu. Soğuk savaş dönemi bitse de Türkiye'ye bu anlamda bakışları değişmemiştir.

ABD Başkanı Bush Türkiye'yi "örnek bir laik devlet"olarak takdirlerini belirtme ihtiyacı duymuş. Amerikan-Türk Konseyi'nin (ATC) Washington'da düzenlenen toplantısına mesaj gönderen Başkan özellikle "radikalizm ve dini hoşgörüsüzlüğe karşı umut dolu bir alternatif" olduğuna vurgu yapmış. Türkiye'de yıllardır başağrısı haline gelen, en sıkıntılı konulardan biri din-kamusal alan, din-siyaset ilişkisi hakkında böylesi övgüye değer bulmasının başka anlamları olmalı. Başkan Bush'un Türkiye'yi dini hoşgörüsüzlüğe karşı alternatif olarak sunduğu günlerde, İstanbul'da başörtüsünden dolayı kız çocuklarının coplandığına, kelepçelendiğine tanık olmak çelişki mi? Yoksa bu uygulamaları yapanlar dini hoşgörüsüzlük karşısına laik hoşgörüsüzlük seçeneği ile mi alternatif olmak istiyor?

Aslında işin mizaha gelir yanı yok. Hem bu ülkenin yöneticilerinin kendi insanına karşı tutumu hem ABD'nin Türkiye'ye karşı takındığı tavrın böyle hassas bir konuda, hassas bir zamanda örtüşmesi ülkenin geleceği bakımından düşünülmesi gereken bir durumdur. 11 Eylül sonrası McCartyliğin, Türkiye'deki kimi uygulamalara gönderme yaparcasına ABD'nin stratejisi haline gelmesi, globalleşmesi; sadece Ortadoğu'yu değil İslam dünyasını tehdit etmektedir. Bu zamana kadar ABD kendi içişlerinden ayrı tuttuğu, kapalı kapılar ardında diplomatik ve askeri kanallardan bu tür mesajlar veriyor hatta uygulamaları destekliyordu; ancak, artık bu politikalar bizzat kendi uygulamaları haline gelmiş bulunuyor.

Bush'un Türkiye övgüsünün muhtevası ile yaşadıklarımız karşılaştırıldığında ABD'nin niyetleri açısından hem Türkiye, hem bölge adına tedirginlik duymamak mümkün değil.

Diplomatik bir ifade olarak geçiştirilecek bir mesaja dayanarak global tehlikeden bahsetmek mümkün değil elbette. Ancak son altı aydır yaşananlar ve bugün Ankara'ya inecek olan başkan yardımcısının misyonuyla birleştirdiğimizde başka bir anlam ifade ediyor. Bu mesajın siyasal, kültürel, dini, toplumsal muhtevası kadar gönderme yaptığı askeri boyutu endişelerimizin sadece ideolojik önyargıya indirilemeyeceğini gösteriyor.

Türkiye yalnızlaştırılıyor

ABD Başkan Yardımcısı Dick Cheney'in Ankaraya gelişi ile Bush'un övgü dolu mesajı arasında doğrudan bir ilişki var. Türkiye muhtemel bir Irak harekatını kronik bölünme tehlikesi gibi bir argümanla karşı çıkarak engellemeye çalışıyor. Aynı Irak operasyonunu bölge ülkeleri de engellemeye çalışıyor. Ancak Türkiye'nin argümanları sadece bölünme ve Kürt devleti üzerine yoğunlaştığı için bu konuda Arap ülkelerinin desteğini arkasına alması mümkün görünmüyor. Filistin'de kan akıtılır, Filistinliler'e karşı işgalci terör devam ederken sessiz kalan hatta İsrail'e örtülü destek veren Türkiye ABD karşısında yalnız kalacaktır. Irak saldırısından en fazla zarar görecek Türkiye'nin hareket alanını genişletmesi için bölge ülkeleriyle birlikte en azında ABD'ye karşı Şaron politikalarının durdurulması kozunu kullanabilir. Bu hassasiyeti bilen ABD, Cheney'in bölgeye gelmesinden önce İsrail üzerinde belli düzeyde de olsa baskı uygulama ihtihacını hissetmiş olduğu gerçeği ortada.

Dini hoşgörüsüzlüğe karşı alternatif gösterilen Türkiye terörle eşanlamlı hale getirilen İslam ve İslam dünyasından daha da koparılmaktadır. Seçkinlerimizdeki laiklik kompleksi, Türkiye'nin temel sorunlarında yalnızlaşmasına sebep olmakta, ülkeyi elindeki alternatifleri kullanamaz hale getirmektedir. Medyanın Filistin'de yapılan zulmü görmezlikten gelmesi hatta İsrail ağzıyla konuşması apaçık bir nüfuz casusluğuna dönüşmüştür. Filistin duyarlılığını, Kudüs ve Mescid-i Aksa bilincini yok sayan zihniyet yapısı ile başörtülü çocukların acısını görmezlikten gelenler aynı zihnin ürünüdür. Bu kafa, adeta Türkiye'yi, kendi saplantılarına kurban etmekte, stratejik olarak yalnızlaştırmakta, tarihi ve doğal hinterlandıyla da halkıyla da kavgalı hale getirmektedir. Bu zihniyet körlüğü aşılmadıkça ne ırak konusunda ne de başka hayati konularda yalnızlaşmaktan kurtulamayız.

Aynı durum Arap elitleri için de geçerli; ABD teker teker hepsini/hepimizi ikna edeceğinden emin...


19 Mart 2002
Salı
 
AKİF EMRE


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED