T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

R Ö P O R T A J
Bizim marangoz Paris'i ne zaman görebilecek?

Düzenin değişmesini istiyorsan sanatınla şu soruyu sordur: Ben marangozum ve Antalya'da bakıyorum Fransız marangoz tatil yapıyor. Ama, benim birgün Fransa'yı görme umudum bile yok. Niye? Kim engelliyor beni?

Sizi bir role ya da bir rolünün türevlerine sabitlenmiş görsem rahatlayacağım ama her gün ortalığa başka bir şapka ile çıkıyorsunuz. Nasıl oluyor da her rolü bu kadar kolay oynayıp geçiyorsunuz?

Oyuncu olduğumdan olabilir. Oyunculuk bir meslektir ve bunu meslek edinenlerin yaşamının amacı haline getirenlerin yapması gereken bir iş diye düşünüyorum. Son yıllarda ünlülere ya da meslek sahibi olmayanlara sanatçı denilmeye başlandı. Sanatçı diye sorduğunuz zaman yanıt alamazsınız çünkü meslekleri yoktur. Herşeyi yaparlar bu insanlar, şarkı da söylerler, TV dizisinde de oynarlar, film de çekerler. Ama bana mesleğimi sorduğunuzda benim bir yanıtım var, oyuncuyum. Çünkü ben 25-30 yıldır daha iyi oyuncu olabilmek için çaba sarfediyorum. Oyunculuğu öğrenip geliştirmenin tek yeri de tiyatro sahnesidir, başka hiçbir yerde alamazsınız bunu. Televizyonlar ve sinema yönetmenin sanatıdır ve herkesi oynatabilirler. Hindistan'da sokak çocuklarıyla film çektiler, bir Fransız yönetmen ayılarla film çekti. Ama ayıları sahneye çıkaramazsınız çünkü oyuncu değildirler. Oyuncunun ikame edilemediği tek yer tiyatrodur.

Kafayı oyunculuğa takdığınız için mi parayı repo yapacak yerde getirip bu binaya yatırdınız?

Kazandığım parayla yapacak daha iyi bir iş düşünemediğim için tiyatroya yatırdım. Bu bizim bir düşümüzdü ve bunu gerçekleştirmek için yıllardır çabalıyoruz. Böyle biryerin yapılabilmesi için ne Kültür Bakanlığı, ne şirketler ve ne de her yere sponsor olmaya meraklı bankalar, hiçbiri ilgi göstermedi bu binaya. Tamamen Oyun Atölyesi'nin alın terini, kazandığım parayı buraya yatırdım. Tiyatro krizde ama ben çok iyi kotarılmış bir oyunun seyirci gelmedi diye kapandığını hiç duymadım.

Güzel de, Haluk Bilginer'in Zuhal Olcay'ın bu ülkede bir sponsorluk değeri yoksa durum gerçekten kötü demektir...

Doğru söylüyorsun, kötü.. Sponsorlar kimi desteklerler! Kendilerini medya önünde daha çok malzeme yapacak olanları belki. Elbette kimse bizi tiyatro binası yapın diye sopayla kovalamadı ama ama, "paramız yok kriz var" diyen Kültür Bakanlığı birkaç ay sonra trilyonlar vererek İktisat Bankası devredilirken satılan Osman Hamdi Bey Koleksiyonu'nu satın aldı.

Kariyerinize İngiltere'de başladınız. Ve sizin orada oynamanız Hakan Şükür'ün İnter'de futbol oynaması gibi önemli birşeydi. Ama, başkaları çıkmadı, bu işin arkası gelmedi...

Çok da kimseyi ilgilendirmiyor. Ben varım işte, geçen yıl Hollywood filminde oynadım, bu yıl çıkar herhalde. Bizim aktörlerimiz bunu denemek istemediler, çekindiler. Sanıyorum bundan 30 yıl önce Yeşilçam'a birkaç oyuncumuza Hollywood'dan teklif geldi. Suzan Avcı'ya, Fikret Hakan'a falan. Muzaffer Tema bir siyah-beyaz filmde bunu denedi. Ama çekinmiş olabilirler, "burada rahatımız yerinde falan" diye.

Türkiye'ye döndükten sonra müthiş bir performans ve şöhret yakaladınız. Böylelikle, umduğunuzu da bulmuş oldunuz mu?

Çok bir şey ummuyordum ve umduğumu da hiçbir zaman bulamayacağım belki. Şöhret benim hiçbir zaman derdim olmadı. Şöhret ve para arzulanmaz; oyunculuk yolunda ilerlerken başınıza gelen birşeydir. Kendi adıma söyleyeyim çok arzuladığım bir şey değildir. Şöhret olmak çok kolaydır gidersiniz Cumhurbaşkanlığı Köşkü'nün önünde soyunursunuz olur biter....

Formül güzel de herkese Andy Warhol'un 15 dakikalık şöhreti yetmeyebilir...

Yetmezse mesleğiniz ve tutkuyla bağlandığınız bir işinizin olması lazım. Şöhrete tutkuyla bağlanamazsınız. Yoksa oyunculuğunuzdan sanatınızdan ödün vermek zorunda kalırsınız. Mesela TV dizisinde oynarsınız insanlar sizi oturma odalarında haftada bir seyreder. Ne olacak yani... Ortalık, bir dizide rol almak ya da bir program sunmak için kuyruğa giren şöhret avcılarıyla dolu.

Sizin için çıtayı yüksek tutmak kolay. Ama, gerçek sanata bağlı kalarak kariyer ve gelecek garantisi elde etmek kolay mı o kadar?

Gelecek garantisi arayan başka iş yapacak. Sadece çok iyi oyuncu olmaya çabalayan biri mutlaka birileri tarafından farkedilir. İyi oyuncu işsiz kalmaz.

TV dizilerini önemsemiyorsunuz ama siz aynı zamanda en çok iş yapan dizi oyuncususunuz. Bu işi, sanat skalasında nereye oturtuyorsunuz?

Hiçbir yere. Televizyonda sanat yapılmaz. TV'de eğlence vardır. Sanat sizi değiştirir ve dönüştürür, eğlence bunu yapamaz. Eğlence de ihtiyaç ama sanat bambaşka birşeydir, size sordurur ve size kendinizi sorgulatır. Bu tiyatro salonuna giren kişi iki saat sonra farklı birisi olarak çıkmak zorundadır. Geldiler kakara, kikiri, "çok güldük abi ya" falan olursa. E iyi ettiniz güldünüz ama bir sanat olayına tanık olmadınız.

Sahneyi kullanarak izleyiciyi dönüştürmek yüksek bir hedef, abartılı bir iddia değil mi?

Benim değil, sanatın iddiası bu. Ben, 25 yıldır böyle birşey yapabilmek için çabalıyorum ömrüm varsa 25 yıl daha çabalarım. Sanat bunu yaparsa sanattır yapmazsa eyyamcıdır. Halka yaranmak için "Emekliler kuyrukta ölüyor. Gel bunun piyesini yapalım" demek sanat değil, üçkağıtçılıktır. TV skeçlerine bak, "Başımızdakiler böyle oldukça biz daha böyle çoook çekeriz" gibisinden mesajlarla dolu. Seyirci aptal değil kardeşim. Ben bilmiyor muyum bu dertleri...

Biliyorsunuz da çözümünüz ne o zaman?

Sen, düzenin değişmesini istiyorsan bana sanatınla şu soruyu sordur: Ben marangozum ve Antalya'da bakıyorum Fransız marangoz tatil yapıyor. Ama, benim birgün Fransa'yı görme umudum bile yok. Niye? Kim engelliyor beni? Bu soruyu sordurabilirsen düzen değişir Türkiye'de... Bu sorunun yanıtını ararken, niye sömürüldüğünü anlarsın. Bu ülkede bilerek isteyerek sistemli mutsuzluk üretiliyor. Artık buna dur denmeli. Ve, dur demenin bir yolu da sanattır.

Demokrasiye güvenip bu kadar soru sorup durmayın adınız, "anarşist"e çıkar sonra....

Aman çıksın... Türkiye, yazarlarını, sanatçılarını hapislerde çürütmenin ayıbından ne zaman kurtulacak. Hâlâ, söz söylediği için, düşüncesini ifade ettiği hapislerde yatan insanlar var.

Sinemaya ne dersiniz. Türk sinemasının bir keşfine rastlayabildiniz mi? Kadını, erkeği herhangi bir şeyi doğru tanımlayabildi mi?

Hepsi şablon. Özellikle kadın karakterlerin hepsi histeriktir. Üzülür, ağlar, eziktir, sevgilisi gider gelmez, sürekli hüngür hüngür ağlayıp dururlar. Bütün kadın tipleri hastalıklı tipler. Tabiî bunların çoğunu erkekler yazıyor, erkeklerin kadına bakışı böyle. Çünkü erkekler tuhaf yaratıklardır, rahim kıskançlığı vardır onlarda. Biraz da salaktır yani...

Bunları, Zuhal Hanım yan odada olduğu için söylemiyorsunuz değil mi!?

Ben bunları yıllardır söylüyorum. Kadın erkekten daha güçlüdür ama erkek ezdiği için silik ve cahil kalmıştır toplumda. Dolayısıyla erkek tipi de doğru dürüst yansımamıştır sinemaya.


 
HALUK BİLGİNER
Aşkı için hicret eden adam
İlk sorumda aslında hafiften bir kıskançlık ve derinden bir takdir vardı –ki, bir söyleşi öncesinde her ikisini de yok etmeniz gerekir- ve Haluk Bilginer'le ilk karşılaşmamızdı. Öyküsünü gazetelerden, televizyonlardan öğrenmiştim. İngiltere'de eğitim görürken galiba pembe dizi gibi televizyon işlerinde oynamış ve milletçe hepimizi sevince boğmuştu. Tam o sıralarda Zuhal kızımız da bir TV dizisiyle hepimizin gönlünü fethetmiş, her haliyle farklı olduğunu tartışma götürmez bir şekilde ispatlamıştı. Velhasıl, iki başarı öyküsü birbirlerinden binlerce kilometre ve birkaç deniz uzaklıkta serpilmeye başlıyordu. Sonuçta, Haluk Zuhal'e, Zuhal de Haluk'a âşık oldu ve evlendiler. Aradan geçen yıllarda gerçekten ikisi de başardı, başarılı birer oyuncu hatta birisi iyi bir de şarkıcı oldu. Hal böyle olmasa da farketmezdi ama özellikle hal böyleyken, evliliklerinin nasıl gittiği kimseyi ilgilendirmezdi elbette. Ama ilgilendiriyordu... Bir yerde izdivaçlarının "en sıkıcı 10 evlilikten birisi" ilan edildiğini ve başka bir yerde Zuhal Olcay'ın buna gülüp geçtiğini okumuştum. Evliliklerin başkalarını ilgilendirmesi meselesini oldum olası kafam almazdı ve meslektaşlarımızın salladığı "ünlülerin özel hayatı yoktur" mavrasına da karnım hep toktu. Bu yüzden Haluk Bilginer'in "Hayat ilerledikçe bazı tanımlar değişiyor. Aşk yerini sağlam bir paylaşmaya, sağlam bir sevgiye, sağlam bir birlikteliğe bırakıyor" sözleri bana bir açık vermiş gibi gelmedi. Çünkü "şu aşkı bir konuşalım" dediğimde ilk sözü "ben İngiltere'yi Zuhal'e âşık olduğum için terkettim!" olmuştu. Üstelik bir de "Birbirimize kimbilir neler öğrettik, neler de öğreteceğiz. İkimiz birbirimizi artırıyoruz." diyordu. Bu sözlerden sonra ne olup bittiğini anlayacağım ve okuyucuya anlatacağım diye, "eşinizi kıskanıyor musunuz" türünden abuk subuk sorular hayatta soramazdım. Zaten mevzunun daha başında kimi kıskandığını söylemişti zaten: "20 yıl sonraki Haluk Bilginer'i çok kıskanıyorum."
Durum bence şudur: Her başarılı evliliğin arkasında, başarılı bir kadın ve başarılı bir erkek vardır. Gerisi mühim değildir. Gerçekten değildir...

BİR OYUN, BİR DİNLETİ "PERDE" DİYORLAR
Oyun Atölyesi, Moda'daki yeni tiyatro binasında perdeyi ay sonunda Antony Horowitz'in Akıl Oyunu ile açacak. Haluk Bilginer bu oyunda Işıl Kasapoğlu, Bülent Emin Yarar ve Şenay Gürler'le birlikte rol alacak. Akıl oyunu, bir doktor, bir gazeteci-yazar ve bir hemşire arasında geçen şaşırtıcı sahnelerle dolu bir gerilim. Oyunla dönüşümlü olarak da aynı tiyatroda Zuhal Olcay ve Selim Atakan ortak dinletisi sahnelenecek.
Eski starlar oyunculuk tezgahından geçmek zorunda!
Sinemayı ama gerçek sinemayı çok seviyorum. Yani bir dünya yaratan sinemayı seviyorum. Bu anlamda Zeki Demirkubuz'la, Derviş Zaim'le ya da Ferzan Özpetek'le çalışırım. Yalnız şu var. Sinemamız oyuncuyu çok geç keşfetti. Daha önce oyuncularla çalışmıyordu, star sistemine dayalı bir sinema vardı. Yeni yeni keşfetti bunu. Tabiî baktı bundan sonra olmuyor, iyi oyuncularla çalışmak zorunda. Oyunculuğa kafayı takarlarsa dönüşürler ama çok zor. Çünkü, sadece star kalabilmeyi düşünmüşler.
Necip Fazıl ya da Nazım farketmez...
Necip Fazıl-Nazım Hikmet tartışması... Bunlar ucuz siyasi ayak oyunları. Bakılması gereken elimizdeki oyun metninin kaliteli olup olmadığıdır. Metin kaliteli olduktan sonra bunu Necip Fazıl mı yazmıştır, Nazım Hikmet mi yazmıştır hiç önemli değildir. Ayrıca, bir soldan oynadık bir de sağdan oynayalım anlayışının da tiyatroyla ilgisi yoktur. İslam tiyatrosu olamaz. Sosyalist tiyatro vardı ama bu bir tiyatro değildi. Çünkü, siyasal görüş tiyatro için bir faktör değildir.
17 Mart 2002
Pazar
 
 
Künye
Temsilcilikler
Reklam Tarifesi
Abone Formu
Mesaj Formu
Ana Sayfa | Gündem | Politika| Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon| Hayat| Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür

Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED