T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Kesip saklayacaktım, yazıp saklamayı seçtim

"Bugün bu yazı yerine, benim bir süre tatile çıktığım için yazıya ara verdiğimi anons eden bir not yayınlanacaktı." diye söze başladı geçen gün (13 Mart 2002) Sabah'taki köşesinde Çetin Altan.

Türkiye'de ilk gazetenin nasıl çıktığını kısaca özetledikten sonra, sözü Cumhuriyet dönemine getirdi.

Bakın, genç Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk yıllarında nasılmış basın piyasası:

"Cumhuriyet döneminin gazeteleri, salt Ankara'nın politikasını yansıtan gazetelerdi. Gazetelerde çalışanlar da, bir aşiret beyinin marabaları gibiydiler bir bakıma..."

Bu, 'okkalı' iki cümleden, daha ileriki yıllarda durumun değiştiği sonucu çıkarılabilir. Böyle bir hükme varacak olanlar da, ancak, günümüzden 50 yıl, 100 yıl sonra Türkiye'deki basın tarihini araştırmaya niyetlenen ve kayıtların hepsini tarayamayanlar olabilir.

*

"Bendeniz salt yazıyla ve yazıya layık olmaya çalışarak yaşamdan geçmekte inatlaştığım için; gazetelerde yazmadan da, Türkiye'de salt yazıyla bir ömrü sürdürme olanağı pek bulunmadığından -oysa Batı'da, bir piyes telifi bir ev alır-; son 50 yıl boyunca, 6 milyarın yaşadığı Dünya'da, -nitelik açısından değilse de, nicelik açısından- en çok yazı yazmış bir kalem emekçisi olarak yaklaştım ömrümün sonuna..."

Bu temayı ele aldıkça, Çetin Altan tiryakileri, bir kalem erbabının, yazı ustasının, -hadi onun diliyle söyleyelim- bir "yazı adamı"nın; tıpkı, uçak yolculuğu sırasında kaptan pilotun, uçuşun biraz sonra biteceğine dair yaptığı anons karşısında, uçaktakilerin hissettiklerinden çok daha farklı duygulara kapılıyor ve muhtemelen "Allah ömür versin" demekten kendilerini alamıyorlar.

Ama doğru söylüyor yazı adamı; hep beraber yaklaşıyoruz ömürlerimizin sonuna.

Doğru söylüyor; bizde bir piyes telifiyle bırakın ev almayı, bir aylık ev kirası bile zor ödenir.

Doğru söylüyor; salt yazıyla bir ömür sürdürülemez ve dahası, gazetede yazarak bile sürdürmek kolay değildir ömrü.

Ve yazıya layık olmaya çalışanlarla, iktidar-patron-yahut başka odaklara layık/yakın olmaya çalışanlar arasındaki denge, ne yazık ki birincilerin aleyhine gelişmektedir daima.

"Dertleşme"ye sertleşmeden devam edelim. Yani nâzikâne. "Dertleşme" Çetin Altan'ın o günkü yazısının başlığıydı.

"En uzun çalıştığım gazete Sabah oldu. Şimdiye dek 10 yıl süreyle hiçbir gazetede çalışmadım. Bunun bir nedeni, gazete sahipleriyle çevrelerindekilerin; 'varlıklı' olmakla, 'var olmak' arasındaki denklemleri bilmemeleriydi. Bir başka nedeni de, gazete sahiplerinin Ankara ile kendilerine göre ayarladıkları politikalara, ayak uydurma korosuna girmememdi.

Sabah'da çok özgürce yazdım. Gazetede yazmaya başlarken ne konuşmuşsak milimetrik uygulandı.

Ancak son bir buçuk yıla yakın bir süredir, 'yazı adamı'na karşı garip bir umursamazlık, yazı sevdamı törpülemeye başladı. Belki öyle değildi ama, bana öyle gelmeye başladı.

Ola ki, yazıyı kendiliğimden kesmem yeğleniyordu belki de...

Ve test etmeye karar verdim istenip istenmediğimi.

Benim gönül dilimden çok iyi anlayan dostum Güngör Mengi, bazı kaba ve angut boyutlu umursamazlıkların, kasıtlı olmadığına inandırdı beni.

Eski zamanlardan kalma deli bozuk kafamın tepesi atsa da; benim için Güngör omuz silkilip geçilecek bir basın yamyamı değildir."

Tecrübe konuşuyor. Ve enteresandır, aradan 'beko' değil, başka şeyler çıkıyor.

Kaba ve angut boyutlu umursamazlıklar, kasıtlı oyunlar, kafasının deli bozukluğu, basında bazılarının yamyam olduğu, bunlara omuz silkilip geçilebileceği, bazı patronların varlıklı olmakla var olmak arasındaki farkı göremediği ve Ankara ile kendilerine göre politika ayarladıkları, ayak uydurma korosu kurdukları ve dışında kalanların akibetlerinin pek de hayrolmadığı, yazana karşı takınılan umursamazlığın, yazı sevdasını törpülediği vesaire, vesaire ve de saire.

*

Uzattık mı? Evet uzattık. Ne yapalım, bugün de böyle oldu.

Bir cümle daha alalım. "Ben yazı yazmasam ne olur? Hiçbir şeycik olmaz." diyor Çetin Altan.

Ne mutlu, haddini bilen insanlara.

Ben bugün bu yazıyı uzunca yazdım. Bakalım ne olacak!

"Basın tarihinde pek rastlanmayan aşırı bir dertleşmeye kaydığım için de, beni lütfen hoş görün."

YAZARA BEDDUA ÇEŞİTLERİ

Yazına başlık bulamayasın. İki cümleyi bir araya getiremeyesin.
Her yazına dava açılsın.
Klavyen bozulsun.
Okur mektupların gelmez olsun.
Gazeteni polisler bassın.
İnternet bağlantısı kuramayasın.
Argümansız kalasın.
Yazı yazarken yanıbaşında dikilen hiç gitmesin.
Aradığın telefonlar hep meşgul çalsın, kimseyle görüşemeyesin.
Haber kaynakların kurusun.
Çaycı çayını getirmesin.
Akıl verenlerin akıl vermez, fikir verenlerin fikir vermez olsun.
İlhamın tükensin.
Karpuz kesince yiyen olmasın, yazı yazınca okuyan.
Derdin nedir diyen olmasın, soru sorunca cevaplayan.
Tütünsüz, uykusuz kalasın, terketsin sevdan seni.


19 Mart 2002
Salı
 
MEHMET ŞEKER


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED