AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ

K R O N İ K  M E D Y A
Genelkurmay açıklaması:
GAZETELER ÇOK SAKİN

Genelkurmay Başkanlığı tarafından yapılan ve "MGK haberleri" konusunda duyulan rahatsızlığın dile getirildiği açıklama, gazetelerde alışık olmadığımız ölçülerde ve gayet sakin başlıklarla değerlendirildi…

Haberi manşetten veren sadece iki gazete vardı: Cumhuriyet ve Vatan…

Açıklamayı iç sayfalarda duyuran Milliyet ve Sabah'ı saymazsak, gazetelerin tümü habere birinci sayfalarında bir, iki ya da üç sütunluk yerler ayırmıştı… Dediğimiz gibi: Pek alışık olmadığımız bir durum…

'ŞİFRE ÇÖZÜCÜLÜK' GÖREVİ

Genelkurmay açıklamasının haberleştirilme biçimi, bazı durumlarda "farz" olan bir gazetecilik görevini bir kez daha hatırlattı bize: "Kapalı" metinlerde yapılması gereken "şifre çözücülük" görevi…

Açıklama bu açıdan sorunlarla dolu… Mesela şu satırlar:

"Son günlerde çeşitli çevrelerde ve bazı basın yayın organlarında gerçeklere dayanmayan bilgilerden hareketle hemen her gün kamuoyunu yanıltan haber ve yorumlara yer verilmekte, TSK'yı ve onun mensuplarını yıpratmaya yönelik giderek artan bir eğilim gözlenmektedir."

Şimdi bunu okuyup da "acaba hangi haber ve yorumlardan söz ediliyor" diye sormayacak, meraklanmayacak kaç okur vardır? Gazeteci hiç kuşkusuz böyle durumlarda okuru gerekli bilgilerle donatmak, okuduğu metni anlamasına yardımcı olmak durumundadır. Bağlantıları kurmak da bir gazetecilik görevidir.

Haberlere bu açıdan bakıldığında, Hürriyet ve Radikal görevini en iyi yapan iki gazete olarak öne çıkıyor. Vatan ve Sabah, Hürriyet ve Radikal ölçüsünde olmasa bile, okurlarının merakını gidermeye gayret eden öbür gazeteler…

Radikal, habere iliştirdiği "Kızdıran haberler böyle verildi" başlıklı çerçeve unsurda, özellikle "kadrolaşma" konusunda çıkan haberler, gazete adı ve tarihler de verilerek özetleniyor. Bu listenin sonunda Radikal'in kendisi de var:

"Radikal de 2 Mayıs'ta haberi şu şekilde Verdi: 'Erdoğan, Orgeneral Başer'in emekli edilme şeklini de gündeme getirerek, askerlere, Sizler YAŞ toplantısına yarım saat kala bir araya gelip Edip paşanın emekli edilmesini kararlaştırdınız. Yerine Aytaç paşayı getirdiniz, dedi…"

Radikal, "askerleri kızdıran" yorumların sahiplerinin adını vermekle yetiniyor: Hürriyet'ten Emin Çölaşan, Cumhuriyet'ten Mustafa Balbay… Aslında Radikal bu yazarların adlarını verip ne dediklerini aktarmayarak okura "ayıp" etmiş biraz… Radikal okurları, bu "laik" yazarların ne yazıp da askerleri kızdırdığını mutlaka merak etmişlerdir…

Hürriyet yazarı Sedat Ergin, bu iki yazarın yazılarından kısa alıntılarla merakı gideriyor. Bu yazıyı Sedat Ergin'den yaptığımız alıntıyla noktalayalım:

"İlginçtir ki, bu mesajların bir bölümü doğrudan merkez basındaki bazı laik köşe yazarlarına gidiyor. Rahatsızlığın konusu, bazı köşelerde Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök'ün laikliğin korunması ve Kuzey Irak konularında yetersiz kaldığı yolunda eleştirilere yer verilmesi.

"Örneğin Hürriyet'ten Emin Çölaşan, 27 Mart'ta 'Genelkurmay Başkanı Özkök'ün kişiliğinde, toplumun güvendiği tek kurum olan TSK'nın yıpranmasından, toplumun güvenini yitirmesinden endişe ediyorum. Yanılmayı diliyorum' diye yazmıştı.

"Bundan bir gün sonra da Cumhuriyet'in Ankara Temsilcisi Mustafa Balbay, Orgeneral Özkök'ün yurtdışında 18 yıl kaldığı için (doğrusu toplam 8 yıl) 'ülke hassasiyetlerine ve dengelerine Batı gözlüğü ile baktığı konusunda soruların bulunduğunu' belirtmişti. Orgeneral Özkök, dünkü kararlılık açıklamasıyla, bu tereddütlere yanıt vermiş oluyor." (A.G.)

En iyi fotoğraf Hürriyet'te, en 'reçelli' haber dili Sabah'ta

5 Mayıs'ta Yıldız Teknik Üniversitesi öğrencileri arasında ortaya çıkan "demir çubuklu-döner bıçaklı-çivili sopalı" kavga, 6 Mayıs tarihli bütün gazetelerde geniş haberlerle değerlendirildi…

Haberi düz başlıklarla verenler olduğu gibi yorumlu ("taraf tutma" anlamında değil, "eleştirel" anlamda) başlıkları tercih edenler de vardı. Bize sorarsanız, biz, Hürriyet ("Hepsi de okumuş çocuklar… Odunla fikir savaşı") ya da Sabah'ın ("Eli satırlı barışseverler") eleştirel başlıklarındansa; Cumhuriyet ("Üniversitede kavga") ya da Yeni Şafak'ın ("Üniversitede arbede") düz başlıklarını tercih ederiz… Ama bu iki gazetenin başlıkları da olmayacak şey değil sonuçta…

Sabah'ın bu haberde kullandığı dil içinse aynı şeyi söyleyemeyeceğiz… Fazla üstten, fazla "reçelli" bir dil bu…

Mesela başlığın altındaki şu spot: "Sol görüşlü gruplar yırtılan afişler uğruna birbirlerine bıçakla saldırdılar. Barışın ve eşitliğin savunucuları, geleceğe güvenle bakmamızı sağladılar!"

Mesela haberdeki şu paragraf: "İnsan haklarının, barışın, adaletin savunuculuğunu yapanlar, yırtılan üç beş afiş karşısında meydan savaşına girişti. Demokrasi uğruna savaşanlar bu kez yırtılmış afiş için kavga ettiler. 'Sokak demokrasisi' sokak demokrasisi olalı böyle zulüm görmedi…"

Ne bu şimdi? Böyle haber dili olur mu? Bilemiyoruz, belki Özer Kılıç ve Ali Balcı adlı muhabirler kavga edenlerin yaşındadır, belki onlarla aynı "sol" dünya görüşünü paylaşıyordur ve bu nedenle büyük bir hayal kırıklığına kapılmış olarak yazmışlardır haberlerini… Ama olmaz! Haber yazarken kendilerini bu tür duygulardan arındırmak zorundalar!

Sadece Hürriyet'te yer alan, bizce olayların en etkileyici fotoğrafı için de bir şeyler söyleyelim… Sayfamızda görüyorsunuz, bir polis, elinde döner bıçağı olan genci "ikna etmeye" çalışıyor… Böyle bir şeye medeni ülkelerin hangisinde rastlayabilirsiniz? Belli ki fotoğrafın çekildiği anda henüz "sıcak dakikalar" başlamış değil. Ama başka fotoğraflardan, o bıçağın daha sonra kullanıldığını anlıyoruz. Bu, polisin yapması gereken şeyi gösteriyor: O bıçak, o gencin elinden mutlaka alınmalıydı…

Hürriyet, bu fotoğrafı iç sayfalarda kullanmış, bizce yazık etmiş. (A.G.)

Güngör Mengi elindeki kırmızı şarabı kimin üzerine boca etsin?!

Açıkcası, Vatan'dan Güngör Mengi'yi hiç bu kadar öfkeli görmemiştik! Sadece henüz kısa olan Vatan aylarında değil, uzun müddet başyazarlığını sürdürdüğü Sabah yıllarında da...

Mengi'nin bizi şaşırtan cümlesi gazetesinin 5 Mayıs tarihli sayısında yer alıyordu ve aynen şöyleydi:

"O ismi sır gibi saklanan Türk'ü görmek ve pahalı elbiselerinden hiç değilse birinin üstüne bir bardak kırmızı şarabı boca etmek isterdim."(!)

Doğrusu çok şaşırtıcı bir cümleydi.... Mengi, durup dururken birinin üzerindeki "pahalı elbiseye" niçin "bir bardak sarap" dökmek istiyordu... Yazık değil mi; elbiseye de, şaraba da yazık değil mi?

Mengi'yi bu derece öfkelendiren olay gazetenin sürmanşetindeydi; Dünyanın en ünlü giyim evi Hunstman&Sons'un (Londra) patronu Washington Post'a konuşurken, "Dünyanın her yerinden müşterim var. Ama her gelişinde 30 takım sipariş veren Türk müşterimin yeri ayrı" diyordu. Sözü edilen "yağlı" müşteri, her yıl tanesi 4 bin dolardan 30 takım elbise sipariş ediyordu....

İşte Mengi'yi öfkelendiren ve bulursa üzerine bir bardak şarap baca etmeye hazırlandığı adam bu... ("Şarap" meselesinden anlıyoruz ki, Mengi bu muhtemel karşılaşmanın bir restoranda olabileceğini düşünüyor!)

Vatan gazetesi bu "yağlı" müşteri işinin üzerine o derece yüklenmiş ki, sanırsınız ki Vatan'ı emanet alanlar Sümerbank'tan giyiniyorlar! Gazete soruyor: "Kim bu cici bey?" Güngör Mengi bastırıyor: "Bu perişan tablo içinden çıkan 'yağlı müşteri' Türkiye'ye onur vermez tam tersine, geri kalmış ülkelerin haram kazanç fırsatları ile görgüsüzler ürettiğini gösterir. Türkiye'ye yapılan mali yardımları, vergileri ile ödediklerini bilen Amerikalılar'ın bu haberi okuduktan sonra neler hissedeceklerini düşünebiliyor musunuz?" (!)

Çok abartılı bir tepki doğrusu... Tanesi 4 bin dolardan 30 takım elbise bedelinin Amerikalılar üzerinde ne gibi olumsuz bir etkisi olabilir ki.... Hepsi hepsi 120 bin dolarcık... Hatırlayın; Mengi'nin eski gazetesinin epeyce sebeplendiği Etibank'ın da içinde olduğu bankalarda batan paranın onbinde biri bile değil... Hatta daha yakınlarda bir "gazetecinin" transferi için aldığı söylenen paranın onda biri bile değil... (Madem karşılaştırma yapmaya başladık; bir gazetecinin pazarlığını (yine transfer!) sürdürdüğü söylenen miktarın yirmide biri bile değil....)

Nitekim şu işe bakın ki, "şarap dökme" eylemi hazırlığının yapıldığı 5 Mayıs tarihli Vatan'ın ertesi günkü sayısında bu kez öz be öz bir Türk terzi "4 bin dolar ne ki? Ben 20 bin dolara diktim" demez mi? Gazetenin "erkek giyimin duayeni" olarak takdim ettiği terzi Ferruh Karakaşlı'ya göre, "bizde" sayıları 10 civarında olan "kodaman" müşteriler giyimlerine yılda en az 1 milyon dolar harcamaktadır.

Sonuç olarak, Huntsman&Sons'un "yağlı" Türk müşterisinin Güngör Mengi'yi bu kadar öfkelendirmesini doğrusu çok yadırgadık... "Fakirlik edebiyatı" yapmanın ne gereği var! Yılda 120 bin dolar pekçok Türk için ne ki? Elindeki "kırmızı şarap"ı üzerine boca etmek için bula bula Londra'ya şipariş veren bu adamcağızı mı buldu?! (K.B.)

Aynı gün kendi manşetini yalanlayan gazete olur mu?
Adı Milliyet ise olur!

Artık iyiden iyiye belli oldu ki, Türkiye'de okurların gazeteleri pek ciddiye aldıkları yok... (Siz bakmayın "medya"yı ülkenin "en etkileyici" gücü olarak sunan anketlere!) Eğer bu tespit doğruysa, aynı oranda şu da bir gerçek: Türkiye'deki gazeteler de artık kendilerini ciddiye almıyor!

"Nasıl olur?" demeyin; işte size bu tezimizi pek güzel temellendiren nefis bir örnek: Söyleyin; eğer bir gazete, işi kendi manşetini kendi eliyle (yani haberiyle!) yalanlama noktasına vardırmışsa, kendisini az da olsa ciddiye aldığı ileri sürülebilir mi?

Milliyet'in (6 Mayıs) manşeti şöyle: "Neredesiniz hanımlar". Manşetin hemen yanı başında bir de patlangaç: "Hani eğitime destek!"

Mesele şundan ibaret: "Semra Sezer, Ulusal Eğitime Destek Kampanyası'yla ilgili kurultaya 81 valinin eşini çağırdı. Sadece 41'i katılabildi!"

Milliyet bu "ballı" haberini içerde de manşetten girmiş: "Eğitim Kurultayı'na 40 çeşit mazeret!.." Yani: "Semra Sezer'in önderliğinde başlatılan kampanyaya vali eşleri rağbet etmedi. Eşlerin bir kısmı mazeret belirtirken, bazısı da 'Eşimin konuyla ilgisi yok' açıklaması yaptı".

Hey Allahım! Geçenlerde bir köşeyazarının dediği gibi (Radikal'den Murat Çelikkan'dı, yanılmıyorsak) Türkiye'nin asıl işi gerçekten de "vıdı vıdı"dan ibaret!

Pek güzel anlaşıldığı gibi Milliyet Kurultay'a katılmayan 40 vali eşini (ve tabii valiyi) hızla "eğitim düşmanları" sınıfına dahil etme gayreti içinde....

Fakat gazetenin bu gayreti bakın nereye gelip dayanıyor:

Milliyet bu "katılım problemi"ni toplantıyı (yani "Kurultay"ı) düzenleyen "21. Yüzyıl Eğitim ve Kültür Vakfı Başkanı" Gülbin Sözen ile de tartışmış. Sözen'in bu yöndeki soruya cevabı şöyle: "Burada temel vali eşleri değil. Buradaki temel 81 ilin kadınının olması. Onlar katıldı mı, ona bakmak gerekli. Öğretmeni katılmış mı, o bizim için öncelikli. Ötekilerin olmaları büyük onur. Ama zaten Sayın Sezer o kadar hassas ki hiç kimseye 'Olmalısınız, etmelisiniz' demedi. 'Olmanız mutluluk verir' dedi. Bu kadar valimizin eşi gelmişse bunun bir kısmının rahatsızlığı vardır, çocuğunun imtihanı vardır, yurtdışındadır. Hepsi mazeret bildirdi."

İşte bu kadar! Gördüğünüz gibi Başkan Sözer olup biteni, kimlerin katılmasını beklediklerini, katılamayanların niçin katılamadıklarını filan gayet güzel açıklamış...

Peki o zaman Milliyet'in derdi ne? Gazete kontrolünü o derece kaybetmiş ki, kendi manşetini kendi eliyle aktardığı Gülbin Sözer'in açıklamasıyla yalanladığının farkında bile değil...

Söylemiştik; ülkeye artık öyle bir gazete-okur ilişkisi yerleşti ki, ne okur gazeteyi, ne de gazete okuru ve belki bundan da önemli olarak gazete herşeyden ve herkesten önce kendisini ciddiye almıyor!

Ortalığı öyle bir "ciddiyetsizlik" kaplamış ki, bu işin artık epeyce can sıkıcı bir "oyun"a dönüştüğünün hemen herkes farkında... Manşeti atan da, okuyan da.... Yoksa, Milliyet gibi yarım asrı geride bırakmış bir gazetenin aynı sayıda manşetini kendi eliyle yalanlayabilmesi mümkün mü? Belli ki orada da hiçbir şey hiç kimsenin umurunda değil....

Klişelerle yaşamak, olup biten her şeye klişelerle bakmak! Türkiye'de artık hemen her alanda geçerli olan ilke bu... (K.B.)


7 Mayıs 2003
Çarşamba
 
YÖNETENLER: Kürşat Bumin
Alper Görmüş


Künye
Temsilcilikler
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED