|
|
Nusret Özcan, Timaş Yayınları'ndan çıkan,
HALE KAPLAN ÖZ
Herhalde otuzbeş yaşının, tam tepe noktasında olmanın vermiş olduğu bir zamanda eskiye duyulan özlemin bir sonucuydu yazdıklarım. Yazdıktan sonra bu güzelliklerin, günümüzde olmadığını farkettim. O masalsı çocukluk da gayri şuuri baskı yaptı. Yaklaşık on yıldır yazıp biriktiriyordum. Yazdıklarımı Mehmet Şeker'e ve başka arkadaşlara gösteriyordum, beğeniliyordu. Bundan 4 yıl önce de "Ah kitap olsa bunlar" demeye başladık. Kitap için ilk düşündüğüm isim Dünde Kalanlar'dı. Bu ismi Mustafa Kutlu, çok kullanıldığı için beğenmedi ve Sokak Sesleri olarak değiştirdim. "Herkes birbirine benzerdi, herkes birbirini tanırdı" diye başlıyorsunuz kitaba. Şimdi yine herkes birbirine benziyor ama birbirini tanımıyor. Bu tahammülsüzlük neden? İnsanların birbirine olan tahammülsüzlüğü, modern çağın bir hastalığı. İnsanlar artık çok içlerine kapandılar. Komşuluk ilişkilerini bırakın, akrabalık ilişkileri bile çok sağlıklı gitmiyor. Çünkü artık bizler tam anlamıyla para kazanmak için, kazandığını tüketmek için yaşayan insanlar olduk. Dolayısıyla hayatı duyamıyoruz. İnsan hayatını adeta imhaya yönelik bir zamanınn içindeyiz. Artık aile fertlerinin bile birbirinden haberdar olmadığı bir zamanda yaşıyoruz. Tüm bunlar modern çağın yarası. Kitapta eskiye dair anlattıklarınızda genel olarak çok müreffeh bir yaşantı yok. Yoksul kareler içinde mutlu çocuğun dilinden dinliyoruz o günleri. Aynı günler acaba büyükler için de aynı güzellikte miydi? Eskiden insanlar çok sahici şekilde hayatın içindeydi. Gerçekten saçını süpürge eden kadınlar vardı o zaman. Ama bugün çamaşır çiteleyen, halı, kilim yıkamak için çeşme başlarına kuyu başlarına giden kadınlar yok. Ben o kadınların bu işleri yaparken içine gönüllerini de kattıklarına inanıyorum. Modern hayatın getirisi olan konfor, insanı ıskartaya çıkarıyor, ona sadece düğmeye dokunma hakkı veriyor. İşi yaparken hayal kurmasına, çocuğu ile ilgili bir hatırayı yaşatmasına imkan vermiyor. Muhakkak o zamanlarda da ekonomik sıkıntılar vardı, fakat insanlar hayatı daha çok duyuyordu. Aralarındaki o sıcak ilişkiler sayesinde, birbirilerini destekliyor ve yaralarını sarıyorlardı. Herşey çalışmakla anlam kazanmıyordu o zaman. Bizler çok aşırı çalışıyor ve tüketiyoruz bu süreç içinde kendimizi de tüketiyoruz. Eskiden tüm o olumsuzlukların içinde insan vardı. Ben büyüklerin de aynı şeklide o günleri yad ettiğini gözlemliyorum. Bugünün İstanbul'unun da güzel yönleri vardır muhakkak. Onları anlatmanızı istesek en çok hangi yönünden bahsetmek isterdiniz? Çoluk çocuğu ile gezintiye çıkan kimseleri görünce seviniyorum. Bazen Balat ve Fener'de bir komşunun, diğerine bir tas çorba göndermesine şahit oluyorum. O arada da "Hayriye hanımlara beraber gedecek miyiz?" diye soruyor. Çocuklar hala çığlık çığlığa oynuyorlar ve bazen sokaktan at arabası geçiyor. Bunlar bugünün İstanbul'unun güzellikleri. Yazarlar, hep İstanbul'un sonbaharını sevmişler, ben ilkbaharını seviyorum. 'Yaşadıkça bu şehri yazacağım'
Bizim Mahalle adlı kitabında da İstanbul'u anlatan yazara "Hep İstanbul'u mu yazacaksınız?" sorusunu yönelttiğimizde 'o sevgiliyi' yazmadan edemeyeceğini söylüyor: "Sırada, bir hikaye kitabı ve Göç Yolları adında bir roman taslağı var. Eşimin ve benim soylarımızın, bizde nasıl birleştiğinin hikayesi. Osmanlı hudutları içinde yaşanmış savaşlar ve göçlerden oluşan, uzun soluklu bir roman. Dramatik kurgulu, sahici aşklar veya hayat parçaları bulunacak içinde. Ama yaşadığım sürece, zaman zaman İstanbul'u yazmadan edemeyeceğim. O, sevgili birşey."
|
|
|