T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Yeter, öleceksek ölelim

Kriz sürecinin Amerika ile Türkiye arasında pazarlık masasına yatırıldığı ilk günden beri söylediğimiz; konunun, para pazarlığına indirgenmesinin yarattığı psikolojik zaafiyetti. Amerikalıların manipülasyon ustalığı ile Türkiye'nin halkla ilişkiler konusundaki beceriksizliği sayesinde, üçüncü milenyumun ilk büyük savaşı, ilk büyük paylaşım kavgası ve ilk büyük kırılması sonuçta gidip tatsız bir pazarlığın pençesine takıldı. Bugün tezkere için bir karar verecek Ak Parti'li milletvekilleri sonuçta bu cendereye hapsolmuş durumdadır.

Eğer pazarlık bir yöntem ise önlerinde başka bir seçenek yoktur; 6+20 milyar doları yeterli buluyorlarsa "evet" diyeceklerdir. Amerika daha fazlasını vermeyeceğini ilan ettiğine ve Türkiye için de bir pazarlıkta ulaşılabilecek en yüksek rakam bu olduğuna göre optimum noktaya ulaşılmış demektir. Bu durumda Türkiye, 2 milyar doları silah alışverişinde kullanılmak üzere 6 milyar dolarlık hibe paketine ve bunun uzantısı olarak 20 milyar dolara varan krediye razı olacaktır.

Tehlikeli deney

Kredi demek borç stokunun artması demektir ve Türkiye'nin bugün ekonomi-politik olarak uzak durması gereken de borçlarını artırmaktır. Ama, savaş nedeniyle ekonominin daralacağı varsayımı burada kendini göstermekte ve Türkiye'nin Şubat krizinde olduğu gibi bir çöküşle karşı karşıya kalmaması için bu paranın teminatına ihtiyaç duyulmaktadır.

Karar vericiler yani, hükümet ve Ak Parti yönetimi Amerika'nın isteklerine "hayır" denildiği takdirde Türkiye'nin büyük bir felaketle karşılaşacağı konusunda tahminlerin ötesinde bir fikri angajman içindedirler. Görüntünün, yüksek siyasetten uzaklaşıp para pazarlığına dökülmesinin bir nedeni de bu olabilir. Nitekim Tayyip Erdoğan dün grup toplantısı öncesinde kendisini tezkerenin reddedilmesi yönünde uyaran eski bir milletvekiline de Türkiye'nin bu yıl ödemesi gereken 74 milyar dolar borç olduğunu hatırlatmıştır. Erdoğan'ın asıl anlatmak istediği, böylesine ağır bir borç yükü altında ezilen bir ülkenin tezkereyi kabul etmekten başka ihtimali olmadığıdır.

Gerçekten böyle olup olmadığını; yani, Türkiye'nin evet demediği takdirde büyük bir ekonomik çıkmaza sokulup sokulmayacağını denemeden bilemeyiz.

İktidar, böyle bir deney riskini almıyor. Anlaşılan Meclis de almayacak...

Bizler de Amerika'ya "hayır" demek gerçekten bir maliyet getiriyor mu ve bu maliyetin faturası ne kadardır öğrenemeyeceğiz. Bu deneme yapılmadığı ve bu direnç gösterilmediği için de daha uzun yıllar Amerika'dan hem korkarak hem de ona güvenerek yaşamaya devam edeceğiz. Bunun adı "stratejik ortaklık, dost ve müttefiklik" olacak. Bizler de korkuyla örülen bu karanlıkta hapis yaşamaya devam edeceğiz.

Nefes alamazsak zaten öleceğiz

Anlaşıldı bu deneyin riski alınamıyor ama bir de tersini düşünelim. Eğer bu ilişkiden rahatsızsak ki öyle... Eğer bu ilişkiyi haysiyet kırıcı buluyorsak ki öyle... Ve eğer bu ilişkiden kurtulmak, en azından eşitlemek istiyorsak ki öyle... O zaman bunu ne zaman deneyebiliriz? Daha uygun bir ortam bulabilir miyiz?

Başımızda tek başına Meclis çoğunluğuna sahip dipdiri bir iktidar bulunuyor. Toplumun bütün kesimleri bu iktidarı şöyle ya da böyle, şu veya bu beklentilerden dolayı destekliyor. Aynı toplumun yüzde 90'dan fazlası savaş karşıtlığında hükümet için bulunmaz bir destek vaadediyor. Dünya da bütünüyle bu haksız savaşa karşı duruyor.

Türkiye ise, bütün bu elverişli direnç zeminini elinin tersiyle iterek destabilizasyon korkusu ile Amerika'ya teslim oluyor, dünyanın önünde boynu bükük gezmeyi göze alıyor.

Rus çarları, cezalandırmak istedikleri eşlerini çocuğuyla birlikte bir sandığın içine koyup denize atarlarmış. Hareket edilecek olsa, sandık kırılacak, ana ve çocuk azgın dalgalara kapılacaklar. Sonu belirsiz. Ana-çocuk ilk günü, öylece durup bekleyerek geçiriyorlar. Sonra, çocuk biraz nefes almak, biraz hareket etmek istiyor. Annesi "sakın yapma" diyor, "yoksa boğuluruz." Çocuk, sonunda dayanamıyor, "yeter, biraz nefes alamazsak zaten öleceğiz" diyor ve gerinerek sandığı kırıyor.

Amerika ile dostluk(!) hepimizi nefessiz bırakmadı mı?


27 Şubat 2003
Perşembe
 
MUSTAFA KARAALİOĞLU


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED