T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Adalet bakanınız 'idealist' mi olsun, 'realist' mi? (1)

Radikal'den Neşe Düzel yine yapmış yapacağını! Anayasasında "hukuk devleti" olduğu belirtilmiş bir devletin adalet bakanının ağzından "Ah nerede o günler... Hâkimiyet eskiden milletindi" şeklinde bir açıklama alabilmek kolay mı?

Ah Türkiye Cumhuriyeti'nin bu Adalet Bakanlığı... Ne talihsiz bir koltukmuş burası. (millet açısından tabii ki!) Emniyet müdürünü de getirsen, profesörü de getirsen, avukatı da getirsen bir yerden sonra işler karma karışık oluyor...

Düzel'in her pazartesi yayımladığı "Pazartesi Konuşmaları"nın bu haftaki konuğu Adalet Bakanı Cemil Çiçek. Düzel, karşısındaki bakanı da yine öyle güzel sorularla "ilerletmiş" ki, Çiçek'in "Bin kere hayır!" diyerek noktaladığı bu ufuk açıcı mülakatta ele alınmadık mesele kalmamış.

Mülakatın hemen başlarında yer alan soru/cevaplardan başlayalım:

Cemil Çiçek, "Sizce Tayyip Erdoğan için verilen kararlar hukuka uygun muydu?" şeklindeki soruya haklı olarak "Uygun değildi" diye cevap veriyor. Ama hemen Bakan olduğunu, yani "sorumluluk ahlakı"nı hatırlayarak "Ama bunu ben kişisel kanaatim olarak söylüyorum" diye ekliyor. Yani cevabının devamı "kanaat ahlakı"na göre düzenlenmiş. Çiçek düşüncesindeki bu ikiciliği şu şekilde açıklıyor: "Benim bir aydın olarak düşüncem farklıdır. Bir Adalet Bakanı olarak yorumum ise daha farklı olmak mecburiyetindedir." Adalet Bakanı'nın bu açıklamasının ardından haliyle akla hemen şu soru geliyor: İyi güzel de, seçmenler Çiçek'i seçerken acaba hangi kişiliğini göz önüne alarak seçtiler? Neşe Düzel önünde cereyan eden bu "ikiciliği" kaçırır mı hiç: "Böyle bir şizofreni olabilir mi?" Adalet Bakanı: "Mümkün olsa da bu ikisi örtüşse. Ama yargı kararları doğru bulsanız da, bulmasanız da herkesi bağlar." Anlaşılan o ki Adalet Bakanı öyle "kanaat ahlakı-sorumluluk ahlakı" gibi konulardan filan söz etmiyor; o basbayağı "yargı kararlarının herkesi bağladığı"ndan söz ediyor... Sanırsınız ki Düzel Bakan'a "Yasalarımız hukuka uygun olmadığından halkın yargı kararlarına karşı direnme hakkını kullanmasına ne diyorsunuz?" şeklinde bir soru yöneltmişti!

Ne yaparsınız "devlet işleri" işte... Ya "aydın" olarak kalmayı tercih edeceksiniz ya da elini taşın altına sokup Adalet Bakanı olmayı, arası yok...

Düzel, Bakan'la görüşmeden önce güzel bir soru daha çıkarmış: "Siz, bir röportajınızda 'Hâkimiyet milletin elinde değil. Üç anahtar var, biri seçilmişlerde, biri atanmışlarda, biri de yarı seçilmiş yarı atanmış kurullarda' diyorsunuz. Hukuk sistemini çağdaşlaştırmak için değiştirmek isterseniz, diğer anahtar sahipleri izin verecek mi?"

İsterseniz, Çicek'in bu soruya cevabını aktarmadan önce bu cevabın beni nasıl bir ruh haline soktuğunu anlatmaya çalışayım: Tek kelimeyle büyük bir "hayal kırıklığı", Türkiye adına büyük bir umutsuzluk... Düşünebiliyor musunuz, Çiçek bu soruyu "hâkimiyet, eskiden kayıtsız şartsız milletindi ve bu hâkimiyetin, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde tecelli ettiği ifade edilirdi. 1961 Anayasası'yla birlikte bu hâkimiyet parçalandı. Türkiye bugün üç anahtarla açılan bir kapı gibidir" şeklinde cevaplıyor... Ülkenin Adalet Bakanlığı koltuğunda oturan kişi, "tek anahtarlı" bir kapıyı özlüyor; yani 1961 Anayasası'nın getirdiği "kuvvetler ayrılığı"ndan şikayet ederek "Ah nerede o kayıtsız şartsız hâkimiyet günleri!" diye hayıflanıyor... Bana sorarsanız bundan âlâ siyasal/hukuksal "skandal" olmaz!

"Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir!" Görüyorsunuz, kulağa çok hoş gelen bir formül. Ama söyler misiniz: Biraz Rousseau, biraz Fransız Devrimi'nin sıcak günlerini hatırlatan bu formülle bugün (yani bugün!) bir "hukuk devleti" oluşturabilmek mümkün müdür? En başta Anayasa Mahkemesi gibi artık her demokraside mevcut olan bir kurumun ve dolayısıyla yasakoyucunun ortaya koyduğu yasaların hukuka uygunluğu ilkesinin reddi anlamına gelen böyle bir isteği dile getirmek Adalet Bakanı'na mı düşer? Çiçek'e göre "Türkiye'de demokrasi teorisiyle demokrasi tatbikatı arasındaki makasta" göze çarpan "ciddi açık"ın nedeni de budur. Ah işler düzelip, şu millet hâkimiyeti kayıtsız ve şartsız olarak bir yoluna girse! Bakan'ın aklından hangisi geçiyor bilemem ama içinde "kayıtsız ve şartsız" hâkimiyet ilkesi barındıran bir "demokrasi teorisi" bu dünyada maalesef mevcut değil... "Demokrasi teorisi" ve "tatbikatı" tam tersine, "Nasıl yaparım da bu 'kayıtsız ve şartsız' hâkimiyeti kayıtlı ve sınırlı hale getirebilirim"in derdinde...

Yoksa Çicek, 1921 Anayasası'nı mı özlüyor? Kuvvetler ayrılığı ilkesini tanımayan ve dolayısıyla hâkimiyetin "kayıtsız ve şartsız" olarak millette olduğundan söz eden tek anayasa olan 1921 Anayasası'nı mı düşlüyor? Adalet Bakanı, "kayıtsız ve şartsız"lık açısından ilk kırılmanın 1961 Anayasası ile ortaya çıktığını belirttiğine göre, cumhuriyet tarihinin önceki dönemi demokrasi açısından "saadet dönemi" niteliğinde mi?

İsterseniz bu bahsi kapamak için şu kadarını hatırlamakla yetinelim: Bir demokraside "hâkimiyet" tabii ki "millet"in; ama unutmayalım, hukukun koyduğu "kayıt ve şarta" bağlı olarak... Bir Adalet Bakanı'na bu besbelli bilgileri hatırlatmak zorunda kalmak ne acı...

Düzel'in röportajı çok bereketli olduğundan, Adalet Bakanı'nın "Susurluk" etrafındaki görüşlerini gözden geçirmeye yetecek yer kalmadı. Oysa elinizdeki yazının başlığı da röportajdaki bu bölüm düşünülerek atılmıştı. Olsun ne yapalım; acelemiz yok... Bugünkü yazının başlığına bir (1) eklersek bu işi de halletmiş oluruz. Kısaca hikayenin devamı, kısmetse haftasonuna....


19 Şubat 2003
Çarşamba
 
KÜRŞAT BUMİN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED