T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

K R O N İ K  M E D Y A
Bari manşete 'sızmasaydı...'

Başbakan'ın "siyasi-askeri konularda da tam bir mutabakat yok" dediği gün, Hürriyet'te kaynaksız, "sızdırma" bir manşet: "Askeri ve siyasi konularda görüş birliğine varıldı." Aynı haber Vatan ve Tercüman'a da sızmış... Fakat "Büyük gazete" bu "müjdeli" haberi manşete taşırken, iki "küçük" gazete "çok önemli ama doğruluğu kuşkulu" haberler için geçerli gazetecilik refleksiyle davranmış: "Gör fakat büyütme..."

Dışişleri Bakanı Yaşar Yakış, medyadaki "muharip" ruh halinin zirveye çıktığı günlerde (daha o zamanlar 12 milyonluk "küresel isyan"lar falan yoktu), "Gazetelerimiz, Amerikan kaynaklı bazı haberleri kullanıyor, biz yalanlıyoruz fakat bunlara itibar etmiyorlar" diye yakınmıştı.

18 Şubat tarihli üç gazetemizde yer alan bir "sızıntı haber" de bu fasıldanmış izlenimini veriyor. Haberi Vatan ve Tercüman iç sayfalarda, imzasız olarak 2-3 sütunda değerlendirirken, Hürriyet manşetine taşıdı. Hürriyet'teki Uğur Ergan imzalı manşet haber, birinci sayfada şöyle özetlenmişti:

"PERDE ARKASINDAN İLK SIZANLAR... Irak operasyonu için gün sayarken, Türkiye ile ABD arasında askeri-ekonomik pek çok konuda görüşbirliği çıktı. İşte önemli ayrıntılar: Türk ve ABD'li eşkomutanlık... K. Irak'a 40-55 bin arasında Türk askeri girecek. Bölgede bir Türk, bir ABD'li iki eşkomutan görev yapacak. 15 bin Mehmetçiğe Türk general komuta edecek. Diğer Türk askerleri ise ortak komuta merkezine bağlı olarak bulunacak. Bu Türk birliklerine emri ise ABD'li komutan, Türk komutan aracılığıyla iletecek... Mehmetçik, Musul'un kapısına kadar gidecek."

Hürriyet'in haberini, aynı haberin Vatan ve Dünden Bugüne Tercüman versiyonlarıyla gerek içerik gerek biçim unsurları açısından kıyaslayacak ve Hürriyet'in, sağlam kaynaklara dayanmadığı apaçık; dezenformasyon ihtimali hayli kuvvetli bu "sızıntı" bilgileri neden manşete taşıdığını anlamaya çalışacağız. Ama isterseniz önce, haberin kendisinin taşıdığı bir iki probleme kısaca bir göz atalım.

Her şeyden önce, bizim yazmaktan sizin de okumaktan bıktığınız, haberle haberin sunumu arasındaki zıtlıklar... Bu tür zıtlıklar, biliyorsunuz, sık sık "bilinçli" bir yazıişleri operasyonu olarak çıkıyor karşımıza: "Haberden o çıkmasa da, ben başlıkta, alt başlıkta yaratmak istediğim etkiyi yaratayım, nasıl olsa pek az okur ayrıntıları okur..." Bir de, burada olduğu gibi , haberi iyi okumadan başlık-alt başlık çıkarmadan kaynaklanan tuhaflıklar olabiliyor. İşte:

Uğur Ergan'ın haberinin ilk cümlesi aynen şöyle: "Türkiye ile ABD arasında Kuzey Irak ve Irak bağlantılı askeri ve siyasi konularda görüş birliğine varılırken, ekonomik destek programında iki taraf arasındaki anlaşmazlık, 'büyük rakam farklılığı' nedeniyle sürüyor." Şimdi de, ilk cümlesi bu olan haberden yazıişlerinin çıkardığı alt başlığa bakalım: "Türkiye ile ABD arasında askeri-ekonomik pek çok konuda görüşbirliği çıktı..."

Öte yandan, bu haberin hemen bitişiğinde gazetenin dış politika yorumcusu Ferai Tınç'ın Abdullah Gül'den aktardığı şu cümleyi ne yapacağız: "Biz, al-ver ilişkisi içinde değiliz. Siyasi ve askeri konularda da tam bir mutabakat olmadı ki..."

Peki, tamam, diyelim ki ülkenin Başbakanı "politik" konuşuyor, bazı gerçekleri gizliyor; aslında söylediklerinin tam tersi geçerli. Tamam da, bu kadar önemli bir haberin manşete tırmanabilmesi için son derece sağlam kaynaklara dayanması gerekmez mi? Gazetenin kendisinin bile doğruluğundan kuşku duyduğu bir haberin bu ölçüde büyütülmesi, sırf gazete haberi "sevdi" diye maşete taşımanın adı nedir? Böylece haber mi verilmiş olmaktadır, yoksa gazetenin kendi arzusunun propagandası mı yapılmaktadır?

"Gazetenin kendisinin bile doğruluğundan kuşku duyduğu bir haber" dedik. Haklı olarak bunu nereden çıkardığımızı soracaksınız. Bunu, Vatan ve Tercüman'ın aynı haberi kullanma biçiminden yola çıkarak söylüyoruz...

Her şeyden önce üç gazetenin haberinin de "belirtildi" faslından olduğunu söyleyip sürdürelim: Haber "sızdığına" göre, bunun bir de "sızdıran"ı olmalı. Burada iki ihtimal var. Zayıf ihtimale göre, "kaynak", üç gazetenin muhabirini biraraya getirdi ve bu açıklamayı yaptı. "Zayıf ihtimal" diyoruz, çünkü böyle bir durumda Vatan ve Tercüman muhabirleri de imza koyardı habere. Ayrıca, "adını açıklamak istemeyen bir kaynak" vb., haberin inandırıcılığını artıran bir ibare kullanırlardı.

Gördüğünüz gibi yalnız Hürriyet'in değil, Vatan'ın ve Tercüman'ın haberleri de tuhaf. Bu kadar fazla tuhaflık da bizi daha kuvvetli olan ihtimale getiriyor: "Bir kaynak", üç gazeteye sanki sadece o gazeteye sızdırıyormuş görünümü altında bu "önemli" bilgileri vermiş, sonra da kenara çekilip ertesi günü beklemiştir. (Bütün bilgilerin neredeyse kelimesi kelimesine aynı olmasından, "kaynak"la gazeteler arasındaki ilişkinin "yazılı" olduğunu da varsayabiliriz.)

Bizim kanaatimiz, Vatan ve Tercüman'ın, "çok önemli" fakat "güvenilirliği zayıf" haberler karşısında gazetecilerin gösterdiği tipik refleksle hareket ettiği yönünde: Haberi "gör" fakat "büyütme..."

Hürriyet'in tavrına gelince... Burada belli ki sadece "haber değerleri"yle hareket eden bir gazetecilikle değil; değerlendirmesine, "Türkiye'nin ABD'nin yanında olmasının iyi olacağı" inancını da katan bir gazetecilikle karşı karşıyayız. Bu, ortaya çıkan "komuta tablosu"nun "eşkomutanlık" diye adlandırılmasından da belli. Yukarıda, Hürriyet'ten aktardığımız tabloyu bir daha okuyun, buna "eşkomutanlık" denemeyeceğini siz de kabul edeceksiniz. Zaten gerek Vatan gerek Tercüman, bu tabloyu "Komutan ABD'li, yardımcısı Türk" diye veriyor.

Herhalde haberi sızdıran "kaynak" bile Hürriyet'in bu habere "KUZEY IRAK'TA EŞKOMUTANLIK" başlığını koyacağını düşünemezdi... (A.G.)

Bir Okur'dan, iki Okur Temsilcisi'nden

Pazartesi günleri epeydir artık bizim açımızdan özel bir önem daha kazandı. Artık haftanın ilk gününü, Hürriyet'in "Okur Temsilcisi" Doğan Satmış'ın "notları"na göz atabilmek için neredeyse iple çekiyoruz... Bu notlara göz atmak çok iyi oluyor; özellikle de haftanın bu ilk çalışma gününde.... Eğlendirici olduğu kadar "düşündürücü" (Hürriyet açısından tabii!) notlar bunlar.

İşte size Satmış'ın bu haftaki köşesinden bir okur mektubu ve ona cevaben kaleme alınmış "Temsilcinin Notu":

Bir Hürriyet okuru, gazetesinin 12 Şubat tarihli sayısında yer alan "Yeşil pasaport"la ilgili haberi eleştiriyor: "... haberde, eski cumhurbaşkanı, eski başbakanlar ve eski dışişleri bakanlarının yeşil pasaport aldığı yazılmıştı. Oysa bu kişilere kırmızı pasaprot veriliyor."

Güzel.... şimdi de sıra "Temsilcinin notu"nda:

"Okurumuz haklı. Bu konuyla ilgili mevzuatta, 'Eski cumhurbaşkanları, eski başbakanlar ve eski dışişleri bakanları dışında TBMM eski üyeleri' deniyor. Doğan Ülkan adlı okurumuz da, yeşil pasaport sahiplerinin Konut Fonu ödediğini hatırlattı. Görevli olarak yurtdışına çıkan yeşil pasaportluların konut fonlarını devlet karşılıyor."

Evet, durum bu merkezde... Okur mektubunun belirttiği yanlışlara "Okur Temsilcisi"nin belirttiği yanlışları da ekleyince, ortaya Hürriyet'in "Yeşil pasaport" haberinin neredeyse baştan sona yanlışlarla dolu olduğu gerçeği çıkıyor.

Güzel... Bu da iyi ama geriye sorulmamış şu soru kalmıyor mu: Gazetelerde yeni âdet olan "Okur Temsilcileri"nin görevi, sorumluluğu, işi-gücü, okurların gazetelerinde buldukları yanlışların "Niçin"inden hiç söz etmeksizin onları daha bir zenginleştirmeye çalışmaktan mı ibarettir?

Satmış'ın köşesi yani neredeyse şu sloganı hatırlatır bir biçimde: "Okurlar ve Okur Temsilcisi Doğan Satmış elele, Hürriyet'in yanlışlarını ifşa cephesinde!" (K.B.)

Eee herhalde yani....

Sabah'tan Balçiçek Pamir, Sabah gazetesi genel yayın müdürü Ergun Babahan'a "nihayet" ikna edebildiği bir Pazartesi Sohbeti'nde soruyor:

" - Gazetecilik sevdası ne zaman başladı?
" - Benim herkesten biraz daha ters olarak geç başladı. Avukatlık stajımı yaptıktan sonra.
" - Hukuk okudunuz değil mi?"
" - Eee herhalde yani... (K.B.)

'Gerçek' niye yetmez de filmi, romanı hatırlatılır?

Gerçek olayların aktarıldığı gazete haberlerine eşlik eden "Şu romandaki gibi, bu filmdeki gibi..." hatırlatmaların can sıkıcı bir yoğunluğa ulaştığını öne süreceğiz. Zaman zaman habere konu olan kişi ya da kişileri rencide edici boyutlara da ulaşan bu manasız uygulamanın üç tipik örneğine aynı gün aynı gazetede rastlayınca alarm zilini çalmaya karar verdik.

Aşağıdaki haberler ve "gibi..."li hatırlatmalar Sabah gazetesinin 17 Şubat tarihli sayısında yer aldı...

Haber: "EVDEKİ CANAVAR... Yedi yaşındaki minik Peter sevimli gülüşüne rağmen doğuştan katil ruhlu. Peter, bugüne dek üç kez annesini öldürmeye kalktı..."

"Gibi..."si: "BEŞİNCİ ÇOCUK ADLI KİTAP GİBİ... 'Katil doğan', edebiyatın sık başvurduğu temalardan biridir. Bu tür yapıtlara iyi bir örnek, İngiliz Edebiyatı'nın yaşayan en büyük yazarı sayılan Doris Lessing'in Beşinci Çocuk adlı uzun öykü-romanıdır. Beşinci Çocuk'ta mutlu, dört kız çocuğu olan bir İngiliz ailesinin, sabırlı bir bekleyişin ardından bir bebeği daha olur. Çocuk erkek, aile daha mutludur. Ama bu beşinci çocuk, evde özenle güzelleştirilen hayatı kötücül bir ruhla işgal eder."

Haber: "EKSPRESTE PARÇALANMIŞ BAŞSIZ CESET BULUNDU... Haydarpaşa Garı'ndaki Van Gölü Ekspresi'nde dokuz parçaya ayrılmış başsız ceset, üç torba ve bir el çantasında bulundu..." "Gibi.."si: "AGATHA CHRISTIE'nin 'Doğu Ekspresi'nde Cinayet' kitabı dün İstanbul'da gerçek oldu.."

Kafanız karışmasın diye, üçüncü örneği aktarmadan önce kısa bir açıklama yapmak yerinde olacak... Bu örnekte "haber" ve "gibi"si hemhal olmuş vaziyette sunuluyor. İlaveten, "biz"den bir gerçek öykü, "gibili haber"in peşine takılıyor. Yani şöyle:

"Gibi"li haber: "SIKIYSA YAKALA... Joseph Hessler adlı Amerikalı, tıpkı 'Sıkıysa Yakala' filmindeki gibi kılıktan kılığa girerek çevresini 2.1 milyon dolar dolandırdı.."

Peşine takılan "biz"den gerçek öykü: "BİZİM DE 6 KİMLİKLİ DOLANDIRICIMIZ VAR... Sıkıysa Yakala filminin bir benzeri de ülkemizde yaşandı. Sabah'ın haberiyle gündeme gelen olayda, Ata Aslan adlı bir dolandırıcı tam altı ayrı kimlik kullanarak birçok kişiyi yüz binlerce dolar 'çarptı'..."

Bizde böyle... Bir uygulama bir kez başlamaya görsün, durdurabilene aşkolsun... (A.G.)

Hürriyet bir Tercüman yazarını manşete ne zaman taşır?

Arada bir karşılaştığımız türden de değil; hemen hiç mi hiç karşılaşmadığımız bir uygulama... Türkiye'de bir gazetede bir köşede bir haber-yorum yayımlanacak da, diğer gazeteler bunu köşeyazarının adını da anarak sayfalarına taşıyacak? Görülmemiş bir uygulama...Üstelik söz konusu haber-yorumdan, "yabancı" gazetecinin adı da belirtilerek bir manşet türetilecek? Görülmemiş ve herhalde bir daha görülmeyecek bir uygulama...

17 Şubat tarihli Hürriyet'i eline alanlar buna da şahit oldular. Hürriyet'in bu sayısının manşeti ("Salı'ya çkmazsa gemiler Basra'ya") Tercüman (Ilıcaklar) köşeyazarı Cengiz Çandar'ın kendi köşesinde ABD Savunma Bakan Yardımcısı Paul Wolfowitz'den (şu bizim, tanıdık Wolfowitz!) naklen verdiği bilgiyle kotarıldı. Hürriyet, manşetinin hemen altında durumu şöyle özetlemiş: "Gazeteci Cengiz Çandar, önceki günkü yazısında Irak Harekâtı'nın (olmamış "Harekât" niçin büyük harfle yazılmışsa?) fikir babası olan ABD Savunma Bakan Yardımcısı Paul Wolfowitz'in kendisine 'off-the-record (yazılmamak kaydıyla)' söylediği sözleri açıkladı."

(Aslında Hürriyet'in bu açıklamasında da (bu kez Çandar'ı da kuşatan bir biçimde) bir "problem" var: "Off-the-record" söylenen bu sözler niçin açıklandı?)

İsterseniz, gazetecilik tarihimizde bir "ilk" sayılabilecek bu uygulama faslını, Wolfowitz'in "ne dediğinin" en önemli bölümünü aktararak noktalayalım.

Wolfowitz şöyle demiş: "Eğer Amerikan askerleri ile ilgili tezkere 18 Şubat'a kadar TBMM'den geçmezse Doğu Akdeniz'deki gemilerimize rotayı Basra Körfezi'ne gitmek üzere Süveyş'e çevirin emri vereceğiz."

Yani özetle "elinizi çabuk tutun" telkininin devamı niteliğinde bir açıklama...

Ne dersiniz; Hürriyet'teki ülkemizdeki gazetecilik müktesebatını alt üst eden bu uygulama, Wolfowitz'in bu telkininin/tehditinin gazeteye çok çekici gelmesinden kaynaklanmasın? (K.B.)

Taksit taksit 'off-the-record'!

Artık dünya âlem biliyor ki Tercüman'dan (Ilıcaklar) Cengiz Çandar ABD Savunma Bakan Yardımcısı Paul Wolfowitz'le Washington'da görüştü ve kendisinden "off-the-record" (yazılmamak kaydıyla) bir açıklama aldı. Ancak yine cümle âlem biliyor ki, Wolfowitz'in açıklaması bir "sözde off-the record" açıklama, çünkü Çandar kendisine "off-the-record" yapılan açıklamayı vakit geçirmeden Tercüman'daki köşesinde "yazılmak kaydıyla" yapılan bir açıklamaya dönüştürdü! Bu iş hakkında Wolfowitz ne düşünüyor, tabii ki bilmiyoruz. Çandar'a bozuldu ve "Bir daha sana katiyen 'off-the-record' konuşmam" dedi mi, bilmiyoruz. Ancak tamamen (ama tamamen) sezgisel olarak bir tahminde bulunabiliriz: Wolfowitz, Çandar'a "off-the-record" yaptığı açıklamanın ilk gün Tercüman, iki gün sonra da Hürriyet'te (hem de manşette) yer almasından dolayı mutlaka çok memnundur! Nasıl olmasın; 18 Şubat tarihli gazetelere baksanıza... Millet çoktan "18 Şubat yerine 20, ya da 21 Şubat versek idare etmez mi" pazarlığına başladı bile... Biliyorsunuz, Çandar, Wolfowitz'in "Tezkere 18 Şubat'ta TBMM'den çıkmazsa, bütün gemileri Akdeniz'den Körfez'e kaydıracağız, çünkü askerin artık tahammülü kalmadı" mealinde bir "telkin/tehdit"inden söz etmişti.

Cengiz Çandar, 18 Şubat tarihli köşesinde bir bomba daha patlatıyor: Meğer Wolfowitz, şu meşhur "off-the-record" açıklamasında aslında "son tarih" olarak 18 Şubat'ı değil, 20 Şubat'ı (hatta 21 Şubat) kasdedermiş: "Wolfowitz, 'tezkere'nin 18 Şubat'ta kabul edilmesini 'ya hep, ya hiç' biçiminde nitelemişti. Benim, '18 Şubat yerine 20 Şubat'ta TBMM'den geçerse dahi, Doğu Akdeniz'deki gemilerinizin rotasını Süveyş'e çevirtir, Körfez'e gitmeleri talimatı vererek, Türkiye'siz bir harekatı göze alır mısınız' soruma, 'sizin içtüzüğünüzü bilmiyorum. Örneğin, Parlamento'ya 18'inde sevk edilir de, karar 20'sinde çıkar. Bu olabilir tabii' karşılığını vermişti. Asıl 'sınır', Şubat'ın 20'si, 21'i..."

Off (the-record) beee! Hadi yine iyiyiz, iki gün daha kazandık...

Siz bu hikaye hakkında ne düşünürsünüz bilemeyiz ama bizim yorumumuz şöyle: Çandar'a emanet edilen (ama Çandar'ın elinde gerektiği gibi muamele görmeyen) bu "off-the-record" açıklama barındırdığı tarihler açısından sanki çok daha bereketliymiş gibi görünüyor! Şubat'ın 20-21'ine gelindiğinde Çandar'ın elinde tuttuğu ve taksit taksit açıkladığı bu "off-the-record" açıklamadan bu kez 25-26 Şubat gibi iki tarihin çıkmayacağı ne malûm?

Görüyorsunuz, "açıklık"tan, "saydam"lıktan iyisi yok...

Bitmedi, biraz daha sabredin, hikayenin devamı da var: Çandar, Wolfowitz ile yaptığı başbaşa görüşmeden toparladığı "off-the-record" açıklamayı taksit taksit harcayadursun, bu kez Vatan'da (18 Şubat) gazetenin Washington muhabiri Savaş Süzal da "ABD: 21 Şubat'a kadar bekleriz" başlıklı haberi patlatmaz mı? (Bu arada, aynı tarihli (18 Şubat) Radikal'in, ABD'nin ağzından "18 Şubat'ta (bugün) karar çıkmazsa sonucuna katlanırsınız" manşetiyle tartışmaya girdiğini de hatırlatalım.) Savaş Süzal'ın haberine bakacak olursanız, "21 Şubat"ın "son tarih" olduğu ABD yönetimi tarafından geçenlerde Washington'a giden iki bakana (Yakış ve Babacan) bile söylenmiş. Bu iki bakan, Washington dönüşü "devletin zirvesi"ne ABD yönetiminin şu mesajını zaten acele yetiştirmişler: "Bu hafta son. Asker ve malzemeyi daha fazla gemilerde tutamayız. Kararınızı 21 Şubat'a kadar verin."

Ancak Süzal'ın haberinde bize çok tuhaf gelen bir ayrıntı da yer alıyor. Bakanlar Washington'da Bush'un Ulusal Güvenlik Danışmanı Condoleezza Rice ile görüşürken, toplantıya katılan ABD Genelkurmay Başkanı Richard Myers, 18 Şubat'ın öneminden söz ederek operasyonun mart sonuna kalmasının sakıncalarından söz etmiş. "Teçhizatı gemilerde daha fazla bekletemeyeceklerini söyleyen Myers, tezkerenin 18 Şubat tarihine kadar çıkarılmaması durumunda, askerlerini Ürdün ve Basra Körfezi'ne indireceğini" iletmiş.

"Tuhaflık" Süzal'in haberinin bundan sonrasında. Haber Myers faslından sonra aynen şöyle devam ediyor: "Bakan Yakış ile Bakan Babacan daha sonra Başkan Bush ile bir araya geldi. Başkan Bush da açık bir dille, ekonomiden sorumlu Devlet Bakanı Ali Babacan ile Dışişleri Bakanı Yaşar Yakış'a (görüyorsunuz ne kadar gereksiz tekrarlar!), ABD'nin en fazla 21 Şubat tarihine kadar bekleyebileceğini ve artık bekle ve al oyununu oynayacak vakitleri kalmadığını söyledi."

İşte görüyorsunuz; biz Türkçe gazetelerin zavallı okurları işte böyle bir dezenformasyon bombardımanına tâbi tutuluyoruz... Yahu bu ne "larj" davranan ve çalışan bir ABD yönetimi böyle.... Genelkurmay Başkanı Myers iki dakika önce "son gün" niçin 18 Şubat olmalıdır diye kırk dereden su getirirken, Bush "Bu işte son tarih 21 Şubat'tır" diye rest çekmekte... Daha adamlar kendi aralarında anlaşamamışlar!

Neyse, bakalım sıkı sıkıya korunan şu meşhur "off-the-record" açıklamanın içinden önümüzdeki günlerde başka neler çıkacak?! (K.B.)


19 Şubat 2003
Çarşamba
 
YÖNETENLER: Kürşat Bumin
Alper Görmüş


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED