T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Havuza siz de düşmeyin

Türkiye'nin Brüksel'deki Avrupa Birliği (AB) büyükelçiliği ikametgâhı yüzümüzü güldürecek güzellikte bir mekân. İçinde kocaman bir de havuz var. Yıllar önce, büyükelçi Cem Duna iken, bir İngiliz meslektaş, kendini o havuzda buluvermişti. Ne zaman Brüksel'e yolumuz düşse, o 'sulu hikâye'yi hatırlar, hep beraber güleriz...

Dönem başkanı Yunanistan'ın girişimleriyle düzenlenen, Irak krizi merkezli, olağanüstü AB liderler toplantısına özel olarak dâvet edilen Başbakan Abdullah Gül'le geldiğimiz Brüksel'de sadece gülmedik, düşünme fırsatı da bulduk. Brüksel'den Ankara'ya, Ankara'dan Brüksel'e kurulan söylenti köprüleri zihnimde varolan bazı tereddütleri gidermeye yaradı.

Tereddüt 1: Amerikalılar, hem de en üst düzeyden, "Tayyip Erdoğan Washington'a geldiğinde, Başkan Bush'a, Türkiye'nin savaşa gireceğine dair mesajlar verdi" iddiasını seslendiriyorlar... O gün bugündür yaşadıklarımız bir serap mı yoksa?

Brüksel'de görüştüğüm bir diplomat tereddüdümü gideren şu açıklamayı yaptı: "Tayyip Erdoğan'ın Washington'daki temaslarının hepsinde dışişleri bakanlığı mensupları da bulundu ve not tuttu. Bu rivayet ortaya çıktığında, kendi merakımı giderebilmek için, o notlara baktım. Ak Parti lideri, Bush'la veya başka Amerikalı yetkililerle yaptığı görümelerde, Türkiye adına 'taahhüt' anlamı taşıyacak herhangi bir cümle sarf etmiş değil..." Aynı diplomattan, "Ya Abdullah Gül?" soruma da, "Onun görüşmelerinin de kayıtları var, hiçbir taahhüt söz konusu değil..." cevabı geldi...

Tereddüt 2: Bazılarına göre, hükümet, savaşta ABD'nin yanında yer almaya çoktan karar verdi. Ancak, bu kararını inzide inzide hayata geçiriyor. Görüntüye aldanmayın, Türkiye sonunda savaşta aktif biçimde yer alacak...

Brüksel'e Başbakan Abdullah Gül'ü de taşıyan ATA uçağıyla geldim. Yol boyunca ve akşam havuzlu salonda, biz gazetecilerle sohbet etti Başbakan Gül... Hiç de öyle savaşı desteklemeye karar vermiş, bunu saklamak için çaba gösteren biri gibi görünmedi gözümüze... Sadece biz değil, burada görüştüğü Kostas Simitis'ten Jacques Chirac'a hükümet ve devlet başkanları da, 'barış' yolunda sarf ettiği çabalar için Abdullah Gül'e teşekkür ederken onun bu samimiyetini vurgulamış oldular... Abdullah Gül savaşın önlenmesi konusunda samimi...

Tereddüt 3: Biz Brüksel'de Abdullah Gül'ün 'barışçı' yüzünü görüp dururken, Türkiye'de bir gazete, hükümet içinden ve diplomatik kaynaklara dayandığını ileri sürerek, "ABD ile her konuda anlaşıldı; gelecek asker sayısından kuvvetlere kimin komuta edeceğine kadar hemen her ayrıntıda görüş birliği sağlandı; tek pürüz para" biçiminde bir haberle okur karşısına çıktı... Ne oluyoruz? Doğru mu bu?

Haber, dün sabah, Brüksel'deki AB Basın Merkezi'nde olayları izleyen Türk gazetecilerin tepesine balyoz gibi indi. Hemen herkes, "Aldatılıyor muyuz?" hissine kapılmadan edemedi. Öyle ya, eğer iş paraya kaldı ve diğer yönler üzerinde görüş birliği sağlandı ise, yol boyunca ve burada dinlediklerimizin bütünü 'yalan' olmak zorunda...

Biz bu konu üzerinde tartışırken, kendi gazetesinin haberi atlamasından rahatsızlık duyan bir başka gazetenin Ankara temsilcisi, "Görüş birliğine varıldı" haberiyle ilgili gerçekleştirdiği kısa soruşturmanın sonucunu bizlerle paylaştı: "Aynı haberi, bir yabancı elçilik bize de sızdırmış, bizimkiler dışişleri ve genelkurmayla görüşüp doğru olmadığını tespit etmişler..." Aynı meslektaş, üst düzey bir askerin, "Biz müstemleke değiliz" dediğini de aktardı... Zaten, gün boyu, hemen her devlet birimi, gazete haberini yalanladı...

Tereddüt 4: Dün bu sütunda, şimdi dünyada yaşananlarla vaktiyle Türkiye'de karşı karşıya kalınan 28 Şubat olayı arasında paralellik kuran bir Kulis okudunuz. Orada, 'andıç' belgelerinden, piyasaya sürülen kasetlerden, hatta konu mankenlerinden hareketle, "İki olay birbirinin aynısı yöntemlerle yürütüldü" sonucuna varmıştım... Her sonuç önemli, ama insan yine de "Acaba?" diye tereddüt edebiliyor...

Bu konuda akla gelebilen "Acaba?" sorusunu boşa çıkartacak sayı ve kapsamda haberler yer aldı dünkü yabancı gazetelerde... 28 Şubat, nasıl, "İstifa edilmezse müdahale olur" korkutmasıyla başarıya ulaştırılmışsa, ABD de, İngiltere'den başka hiçbir ülkenin yüz vermediği savaşına aynı türden korkularla oynayarak destekçi bulmaya çalışıyor: Savaşın 'kaçınılmaz' olduğu... Türkiye "Evet" demese bile ABD ile İngiltere'nin Irak'a saldıracakları... Ankara'nın karar vermede daha fazla gecikmesi durumunda, sonunda savaşa girilse bile, bu gecikmenin bir bedeli olacağı... Bu tür iddialar, dünyanın 'en itibarlı' bilinen gazetelerinde 'haber' diye yazılabiliyor...

O 'haberleri' okudukça, "Acaba, 28 Şubat'la şimdi yaşananlar arasında kurduğum paralellik geçersiz mi?" tereddüdüm bütünüyle ortadan kalkmış oldu. Brüksel'deyim ve vakit sıkıntısı çektiğim için zorlanırım; ama o günlerin gazetelerinde çıkılacak küçük bir gezinti, 28 Şubat'ta Türk basınının önemli bir bölümüyle Amerikan ve İngiliz basınının şimdiki durumu arasında muazzam benzerlikler bulmaya yetecektir...

Brüksel'deki AB nezdindeki Türkiye büyükelçisinin ikametgâhında, havuz kenarında dolaşırken bunları düşündüm... Hayır, bu defa, içimizden havuza düşen olmadı...


19 Şubat 2003
Çarşamba
 
TAHA KIVANÇ


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED